GEZİ PARKI DİRENİŞİ

ABONE OL
11:53 - 23/10/2020 11:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkiye son iki haftadır şimdiye kadar görmediği bir toplumsal tepki olgusu ile karşı karşıya kaldı. Taksim’deki Gezi Parkı’nda çevreci refleksle başlayan ve devlet gücünün aşırı sert tavrı nedeniyle de ülkemizin büyük bir bölümüne yayılarak siyasal iktidar karşıtı bir niteliğe bürünen, büyük ölçüde barışçı ve örgütsüz tepki devam ediyor. Her gece kentlerimizin sokaklarında polisle göstericiler arasındaki kovalamacayı izleyen ve her sabah bir sürprize uyanan halkımız bu gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceğini ve sonuçlanacağını kestirmekte güçlük çekiyor.
Bu türden örgütsüz ve kendiliğinden oluşan ve genellikle tek bir amaca yönelen bir kitlesel halk hareketi Türkiye’de ilk kez yaşanmaktadır. Bu incelemeyle Türkiye’de olanların başka ülkelerde yakın geçmişte yaşanan gelişmelerle bir mukayesesinin yapılmasının içinde bulunduğumuz durumun açıklanmasına katkıda bulunacağı düşünülmüştür. Her ülkenin toplumu ve siyasetiyle farklı koşullardan geçtiğini, farklı dinamiklerin etkilerinin bulunduğunu bilerek ve “orada öyleyse burada da öyle olacaktır” yanlışına düşmeden sınırlarımızın ötesine bakılmasında yarar vardır. Bu yazıda iki farklı zamanda, farklı coğrafyada ve farklı koşullarda oluşan halk hareketlerinin siyasi sonuçlarıyla nerelere varabildiğini göstermek amaçlanmıştır. Hiç kuşkusuz bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak aşağıda verdiğimiz örnek olaylar iki ayrı siyasal rejimde kaydedilmiş olmakla birlikte otoriterleşen yönetimlere karşı halk tepkisinin siyasal rejim farkı gözetilmeksizin aynı refleksle harekete edebildiğini göstermektedir. “Arap Baharı” olarak adlandırılan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bazı ülkelerinin yeniden biçimlendirilmesi olgusuna bunlardaki dış dinamik ağırlığının fazlasıyla belirleyici olması nedeniyle karşılaştırmamızın kapsamına alınmaması uygun görülmüştür.
Ekim 1989 Doğu Berlin
7 Ekim 1989 tarihi sosyalist blokun Sovyetler Birliği dışında en gelişmiş ülkesi olarak kabul edilen Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin 40. kuruluş yıldönümüdür. Erich Honecker’in başında olduğu “Sosyalist Birlik Partisi” yönetimi Doğu Berlin’in Alexander Meydanı’nda görkemli resmigeçitlerle sosyalist Alman devletinin kuruluş yıldönümünü kutlamaktadır. Kutlamalarda en çok göze çarpan silahlandırılmış işçi birlikleridir. Gençlik örgütü FDJ (Freie Deutsche Jugend) dinamik bi,r görünüm sergilemketdeir. Halk, devletin gücünü vurgulayan ve gelecekteki on yıllarda neler yapılacağına ilişkin nutuklar söyleyen devlet yöneticilerini coşkuyla alkışlamaktadır.
Aynı yılın yaz aylarında serbestçe ülke dışına çıkmak isteyen Doğu Almanya vatandaşları Çekoslavakya ve Macaristan üzerinden batıya gidebilmek üzere yığınlar halinde bu ülkelere gelmişlerdir. Macaristan’a gelenler sınır kapıları açılmayınca Budapeşte’deki Almanya Federal Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ne sığınmışlar, uzun müzakereler sonucunda Glasnost ve Prestroika ikliminin yaşanmaya başladığı o dönemde Doğu Alman hükümeti bu vatandaşlarının trenle batıya götürülmesine rıza göstermiştir. Hatırlanacağı üzere, aynı yılın yaz aylarında Jivkov sultası altındaki Bulgaristan, 1985 yılından beri sürdürdüğü Türkleri eritme politikasının sonuna gelmiş, asimilasyona razı olmayan soydaşlarımızı zorunlu göçe tabi tutma kararı almıştır. Yüzbinlerce Türk tren ve kara yolundan anayurda akmıştır. Başka sosyalist ülkelerde de kıpırdanmalar başlamış, İkinci Dünya Savaşı’nın ve Soğuk Savaş’ın eseri yapılanmalar artık çatırdamıştır. Haziran ayında Pekin’de Tiananmen Meydanı baskıcı rejimler karşısında sabrı tükenen halk yığınlarının neler yapabileceğini göstermiştir.
Doğu Almanya’da da öteden beri genellikle kilisenin katkısıyla bir sivil muhalefet hareketi bulunmaktadır. Fakat devletin baskıcı uygulamaları iktidardaki Sosyalist Birlik Partisi’nin faşist bürokrasisini ayakta tutmakta, buna karşı direnenler uzun hapis cezalarına çaptırılmaktadır. 7 Ekim 1989 tarihinde işte bu otoriter baskıcı devlet yapısının 40. kuruluş yıldönümü kutlanmaktadır. Törenin yapıldığı Alexander Meydanı’na açılan ara sokaklarda ise aynı saatlerde bir grup insan hakları savunucusu küçük çapta bir protesto gösterisi yapmaktadır. Polis bu göstericilerin üzerine alışılagelen şiddeti ile gitmiş ve yaraladığı göstericileri karga tulumba sürükleyerek gözaltına almıştır. Gösterilen şiddetin sonraki protestoları önleyeceği polisin varsayımları arasındadır. Fakat bunun büyük bir yanılgı olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır.
Bu tarihten sonra Leipzig başta olmak üzere Doğu Berlin’de ve 17 milyon nüfusu ile aslında küçük bir ülke olan Doğu Almanya’nın diğer kentlerinde Pazartesi günleri yapılan gösteriler (Montagsdemonstrationen) yaygınlaşarak yönetimi zorlamaya başlamıştır. Göstericilerin talepleri demokrasi ve seyahat özgürlüğüdür. Gösterilerde “Biz halkız!” (Wir sind das Volk!) sloganları atılmakta, buna karşılık polis sert tutumuna devam etmektedir.
9 Kasım 1989 akşamı hükümet ani bir kararla Doğu Berlin’den Batı Berlin’e geçişlerin serbest olduğunu açıklamıştır. 1961 yılında Soğuk Savaş’ın en sıcak günlerinde inşa edilen “Berlin Duvarı” o akşam binlerce Doğu Berlinli’nin sevinç gözyaşları içinde Batı Berlin’e geçmeleriyle yıkılmıştır. 3 Ekim 1990 tarihinde de Demokratik Almanya kendini feshederek Almanya Federal Cumhuriyeti’ne iltihak etmiştir.
Koşulların uygun olması, Sovyetler Birliği’nin 1956 Macaristan ve 1968 Çekoslovakya müdahelelerini gerçekleştiren yapısından daha farklı bir yapı ve politikaya sahip hale gelmiş olması bu halk hareketinin yukarıda belirtilen şekilde sonuçlanmasına yol açmıştır. Doğu Bloku’nun çözülmesindeki temel dinamiklerden biri hiç kuşkusuz budur. Tarihin başka devirlerinden ve farklı coğrafyalarda da görüldüğü gibi, devletin yöneticileri sergilemeye çalıştıkları güç gösterisine rağmen “biz halkız!” diye sokaklara dökülen yığınların karşısında genellikle fazla dayanamamışlardır.
Şubat 2013 Sofya
18 Şubat 2013 günü Bulgaristan’ın eski bir bodyguard olan, Sofya Belediye Başkanlığından gelen ve kabadayıca tavırlarıyla bilinen sağ-populist eğilimli GERB Partisinin Başkanı ve Başbakan Bojko Borisow istifa etti. Borisow istifa gerekçesini şöyle açıkladı: “Her damla kan, değerli arkadaşlar, bizim için bir utanç lekesidir. Ve Parlamentonun etrafını sarmalayan çitlere tahammül edemem”. Aslında populizmi, otoriter uygulamaları ve hemen her konuda “ben yaptım olducu” tavırlarıyla sürekli olarak ortamı geren Borisow’un istifasına neden olan olaylar küçük bir kıvılcımla ateşlenmişti. Halk Sofya’da, Filibe’de, Burgaz’da ve diğer kentlerde sokaklara dökülmüş, hükümetin istifasını talep ediyordu. Polis ülkenin başbakanından aldığı güçle halka çok sert davranıyor, her gösteriye müdahale ediyor ve itilip kakılan insanlar yaralanıyordu.
Bu ayaklanmanın nedeni ise görünürde sadece elektrik fiyatarına yapılan %13’lük zamdı. Bulgaristan yakın zamanda elektrik dağıtımını özelleştirmiş ve ulusal dağıtım firmaları Çek ve Avusturya şirketlerine satılmıştı. Avrupa Birliği’nin ortalama 400 Avro ücret ve 150 Avro yaşlılık aylığı verilen en yoksul ülkesi Bulgaristan’da kıt kanaat geçinen halk için bu önemli bir maddi yüktü. Bu şirketlerden biri 2012 Aralık ayında yaptığı zammı yılbaşı nedeniyle faturalara yansıtamayıp bir sonraki ay zamlı çift fatura gönderince kızılca kıyamet koptu. Başta hükümet olmak üzere siyaset kurumuna güvenini yitiren halk sokaklara dökülerek hükümetin istifasını talep etti.
Bu durumda hükümetin aslında Temmuz 2013’de yapılması öngörülen genel seçimleri öne almaktan başka çaresi kalmamıştı. Borisow, yukarıda belirtilen gerekçe ile istifasını sunma zorunda kaldı ve bir daha aday olmayacağını açıkladı. Gerginliğin devamı böylece önlenmiş oldu. Bunda Cumhurbaşkanı Rossen Plewneliev’in de yatıştırıcı tutumu önemli rol oynadı. 12 Mayıs 2013 tarihinde yapılan genel seçimler sonunda da Sosyalist Parti ile Türklerin ağırlıklı olduğu Haklar ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) teknokratlardan oluşan bir hükümet kurdular. Yeni Başbakan Plamen Orescharski’nin başkanlığında kurulan hükümet aslında içinde Türklerin de bulunduğu bir hükümeti desteklemeyeceğini beyan eden ırkçı Ataka Partisi’nin bir milletvekilinin bu karara uymayıp güvenoylamasına katılması ile göreve başlayabildi. Parlamentoda hükümetle muhalefetin güçleri eşitti ve aslında bu durumda hükümet etmek tabiatıyla kolay değil. Ancak halkın sokaklara da yansıyan iradesi başlangıçta göstericilere karşı zor kullanan, ancak bunun bir çare olmadığını kısa sürede görüp istifa yolunu seçen Borisow’un ifadesiyle bir hükümetin kurulabilmiş olması hükümetsiz kalmaktan evla görülmüştü. Borisow anlaşılan suyun bittiği yerde havluyu atma gereği duymuştur.
Aslında 2009 yılında Bulgaristan ekonomisini düzeltme vaatleriyle iktidara gelen Borisow’un istifa ettiği tarihte teslim ettiği Bulgaristan ekonomisi içinde bulunduğu durum itibariyle halkın gelecek için çok umutlu olmasını gerektirmemektedir. Fakat Bulgar halkının sokaklara dökülmesinin nedenleri sadece elektrik fiyatlarının artması veya ekonomik kriz olarak anlaşılmamaktadır. Ülkedeki siyaset kurumunun krizden çıkmak ve yolsuzlukları önlemek konusunda halkın üzerindeki güvenini yitirmiş olması en büyük sebep olarak değerlendirilmelidir.
Bu yazıda iki ayrı ülkede, farklı koşullarda ve değişik zamanlarda ortaya çıkan halkların mevcut siyasete müdahalesi olarak değerlendirilebilecek hareketlerini karşılaştırdık. Her iki olayın en önemli benzerliği, halk yığınlarının ülkelerindeki siyaset kurumuna olan inançlarını yitirmiş olması ve iradelerini demokratik yollardan geçerli kılamamış olmasıdır. Gerek Doğu Almanya’nın sosyal faşist baskıcı rejimi gerekse Bulgaristan’ın henüz demokratikleşme yolundaki rejiminin ortaya çıkardığı otoriter iktidarı, halkın siyasete karşı yitirdiği güveni ve talep ettiği değişimi ifade etmek için sokaklara dökülmesinden etkilenmişlerdir. Siyaset kurumunun iktidarı ve muhalefetiyle – çoğunlukla kendi seçmenleri indinde bile – bu denli güven ve itibar kaybettiği hallerde, aynı zamanda belki daha da önemlisi, üst otoriteye kelamını demokratik yollardan anlatamama, sesini duyuramama çaresizliğine düşmeleri halinde küçük kıvılcımlar alışılmışın dışında tepkilere neden olabilmektedir. Bu örneklerde ortak olan bir diğer husus ise yöneticilerin halkınn talep ve sıkıntılarına kulaklarını kapaış olmalarıdır. Demokrasi bu türden dayatmaları kaldırmaz. Devletin gücünü kullanırken hukuk dışına çıkılması kabul edilemez. Nobran ve vurdumduymaz davranışlar halkın demokrasiye olan inancını ve devlete olan güvenini zayıflatır. Halkın çaresizlik duygusuna kapılması demokrasi için çok tehlikelidir. Bu durumlarda yığınlar sokaklara dökülmekte ve tepkilerini bu şekilde sergilemektedir. Sivil itaatsizlik ve sokak gösterileri bu tepkilerin en önde gelen şekilleridir. Türkiye’de bugünlerde yaşadıklarımızı bir de bu açıdan değerlendirmekte yarar görülmüştür.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.