Dayak ve her türlü şiddet, insanlar arasındaki güven, saygı ve sevgiyi zedeleyip yok eder. Yaşamın her alanında insanlar birbirlerine güven duymalı. Güvenin olmadığı bir yerde işbirliği, yardımlaşma, dayanışma olmaz. Saygı ve sevgi yoksa insan olma özelliklerimizin çoğunu yitiririz. Bu nedenle toplumsal bir varlıksak birbirimize güvenip diğer insanları sevip saymalıyız.
Kişi, yaşamda ne yaparsa yapsın dayaktan, sözlü şiddetten uzak durmalı. Şiddet ve dayak, çalışma aşkını yok ettiğinden iş verimini de düşürür.
“Mehmet Ali, aralık ayında bir defa, on gün izinli geldi. Alayı Eskişehir’de imiş. ‘Rahatız. Yiyecek, içecek bol. Subaylarımız çok iyi. Eskisi gibi dövmek yok, sövmek yok. Ama işsizlikten çok canımız sıkılıyor.’ diyor.” Bu satırlar Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun unutulmaz romanı Yaban’dan alındı. Demek ki orduda eskiden, Osmanlı döneminde dayak ve sövmek varmış. Ancak işgal edilen yurdumuzu kurtarmak için oluşturulmakta olan ulusal orduda ne dayak var ne de sövme. Demek ki köylü, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcıyla efendi olmuş ve saygı gösterilmekte ona. Çünkü Mehmetçiklerimizin ezici çoğunluğu köy çocuklarından oluşmaktaydı.
Dayağın, şiddetin, hakaretin, aşağılamanın olmadığı yerde Mehmetçiği birleştiren vatan sevgisinin yanı sıra güven ve saygı. İşte kahramanlık destanlarının yazılması, tansıkların gerçekleştirilmesi bundandır.
Ne yazık ki ülkemiz Atlantik sürecine girince ve ABD etkisi TSK içinde görülmeye başlayınca Mehmetçiğe saygı da azaldı. Köylü, hem günlük yaşamda hem de askerlikte efendi olmaktan çıktı. Önümüzdeki dönem, köylümüzün yeniden milletin efendisi olacağı günlere gebedir.
“Kısacası, Mehmet Ali köyde kaldığı sürece kendisinden bir şey öğrenmek kabil olmadı ve öylece geldiği gibi gitti. Geldiği gibi mi?
Hayır; kasaturasının tersiyle, İsmail’i bir iyice dövüp öyle gitti. Lakin eğitimde dayağın hiçbir rol oynamadığını belki, daima olumsuz bir etkisi olduğunu, bana, bu vaka kadar kesinlikle ispat eden bir şey yoktur. İsmail, dayaktan sonra bir kat daha ahlaksızlaştı. Evin içinde, köyün içinde, adeta, muzır bir yaratık halini aldı. Zaten bir kuş, bir tavşan bakışını andıran gözlerine büsbütün hayvani bir ifade geldi. Öyle ki, ara sıra benimle konuşurken, bir büyük tarla faresi dile gelmiş sanıyorum. (Karaosmanoğlu, Yaban, İletişim yayınları, 2021, sf 93)” Burada bir kişiye dayak atmanın, o kişi üzerinde bıraktığı etkiden söz edilmekte. Demek ki dayak eğitim aracı değil. Arsızı, daha da arsız yapmakta.
Peki, günümüzde hala bazı kişilerin dayağı eğitim aracı olarak kullanmaları niye? Anneler, babalar, ağabeyler, ablalar, öğretmenler ve diğerleri; neden çaresizlik durumunda dayağa sarılırlar. Bir çıkmaz sokaktayken başka ve karanlık bir çıkmaza sürüklerler kendilerini?
Anneler, babalar ve öğretmenler; lütfen çocuklarınızı dövmeyiniz. Onlara tinsel baskılar yapmayınız. Çünkü bu davranışların eğitimde yeri yok!
ALMANYA
36 dakika önceALMANYA
38 dakika önceALMANYA
1 saat önceALMANYA
1 saat önceALMANYA
3 saat önceEKONOMİ
3 saat önceGÜNCEL
3 saat önce