YAZMAK

ABONE OL
11:32 - 23/10/2020 11:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 

Bir düşüncenizi, bir dileğinizi, bir isteğinizi anlatmak ve onları kamuoyuyla paylaşmanın yollarından biri konuşmaksa, biri de de yazmaktır.

Ama; bu işi yaparken, konuşurken ya da yazarken yani, dilinize egemen olmak anlaşılmanızın en olmazsa olma koşuludur.

Sözcük dağarcığınızın zenginliği anlaşılmanızı ne denli kolaylaştırırsa, dağarcığınızın yoksulluğu durumunda kendinizi anlatabilmeniz o denli zordur. Hem de çok zordur.

Ne demişti Türkçemizin en başarılı ozanlarından Fazıl Hüsünü Dağlarca?

“Türkçem benim ses bayrağım.”

Bir uzun şiirinin son dizesidir bu tümce.

Geçen gün Cumhuriyet Gazetesi’nde, haftada bir gün yazan Öner Yağcı’nın köşesinde, Nazım Hikmet’in şu sözleriniz okudum.

Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum. Her yazıcı elinden geleni yapsa, taşlı tarla ayıklanırdı. O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı. İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha kolay ekerdik.”

İlk kez duydum dilimizin bu dünyaca ünlü ozanının dilimize ilişkin olarak düşündüklerini.

Öküzünü ve tarlasını sevmezse köylü toprağına dilediğini ekebilir mi?

Rendesini sevmeyen bir marangoz tahtasına istediği biçimi kazandırabilir mi?

Yazan, kendinde yazma cesaretini bulan kişi sevmezse dilini nasıl anlatacak ki; düşüncesini, dileğini, isteğini? Nasıl ulaştıracak ki onları göndermek istediği yere?

Önce seveceksin ses bayrağını, dilini, Türkçeni.

İlk koşul bu.

Sonra o tarla; ses bayrağın olan dilin, taşlarla kaplanmışsa eğer, onu o taşlardan temizleyeceksin.

Bir dildeki taşlar ne olabilirler ki ona giren ve birçok yazıcının kullanmaktan hiç çekinmedikleri yabancı kökenli sözcüklerden başka?

Yazıcı kullanmayacak o yabancı sözcükleri onların dilimizdeki karşılıkları varken.

İşi yazmak olanın diline karşı borcudur bu işin gerçeği.

Bunun tersini yapmak; ulus olmanın koşullarında biri olan dilimize en büyük kötülüktür.

Dilde birlik olmadan ulus olunamayacağını bilmemektir dilimizdeki karşılığı olan bir sözcük yerine onun yabancı bir dilden karşılığının kullanılması yazarken ve konuşurken.

Ama; gel gör ki, işi yazmak olan ve bu yolla ekmeğini kazanan bir dolu yazıcı, bir dolu köşe yazarı çok bilmişliklerinden mi, züppeliklerinden mi, artık her nedense bunda bir sakınca görmüyorlar.

Oysa bizim dilimiz; anlatmak, anlamak, anlaşılmak için son derece güçlü bir dildir.

Karacaoğlan bir şiirinde rastladığı bir güzeli anlatırken;

“Birem birem deşiriiller odunu

Bilem dedim bilemedim adını

Elbistan yanaklı Türkmen kadını

Bir kız bana emmi dedi neyleyim?” der.

Şimdi deyin bakalım “Elbistan yanaklı” nasıl bir renktir?

Bu tamlamayı dünyanın başka dillerine çevirecek, çevirebilecek bir babayiğit var mıdır?

Bu; salt bir örnek.

Hele bir derinine girin de görün!

Ne güçlüdür o ses bayrağımız.

Gelin, bir olalım, dilimizi içindeki bu taşlardan arındıralım, ayıklayalım dilimizi.

Bir arınırsa, bir ayıklanırsa taşlarından ses bayrağımız düşündüklerimizi, bildiklerimizi, istediklerimizi çok daha güzel ekeriz o ekin tarlamıza.

Ne de güzel yakışır bu yazının sonuna şu atasözümüz:

“NE EKERSEN ONU BİÇERSİN!”

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.