Ölüm son uyku değil, son uyanıştır. Walter Scott
Son zamanlarda ölümle sıkça sınanır olduk. Çevremizde son günlerde pek çok ölüm olayına tanık olmaya başladık. Gerek pandemi sürecinde gerekse de yaşanan ağır hastalıkların ve afetlerin bir sonucu olarak duyduğumuz ölümler artık günlük yaşantımızın bir parçası haline geldi. Benimde ölümle yüz yüze geldiğim, ölümün soğuk yüzüyle yüzleştiğim anlar oldu.
Dünyada sonlu bir varlık olduğunu bilmek, ölümle yüzleşmek!
İlk ölümle yüzleşmem daha henüz 12 yaşındayken dedemin ölümüyle oldu. Onu daha sonra henüz 14 yaşında iken elim bir trafik kazasında, 36 yaşında yitirdiğim annemin ani vefatı izledi. Daha sonra ölen insanların sonsuzluğa uğurlanışlarıyla ilgili düzenlenen cenaze törenleri haberlerini basın-yayın organları için yazmağa başladım.
NİYE ÇOK ÖLÜM HABERİ YAPIYORSUN?
Bana çevremde niye bu kadar çok ölüm haberi yapıyorsun diye soruyorlar? Bende bu soruyu açıklık getirmeye çalışacağım. Her şeyden önce ölümlerle ve cenaze törenleriyle ilgili yazdığım yazılara okuyucunun yoğun ilgisi olduğunu gördüm. Bu ilginin ve merakın nedenine kafa yordum. Konuyu çok dağıtmadan asıl sorumuza gelirsek, peki ölümle yüzleşmek mümkün mü? İnsan türü ölümün yaşamın bir parçası olduğunu kabul edebilir mi?
Dünyada sonlu bir varlık olduğunu bilmek, ölümle yüzleşmek!
“Ölüm kaygısı yaşama sevinciyle bağdaşmayan bir şey değil kesinlikle”
Okuduğum, Françoise Dastur’un “Ölümle Yüzleşmek ‘Felsefi Bir Soruşturma’” adlı metni bizi ölümle yüzleşmenin mümkünlüğü üzerine düşündürüyor. Ölüm orada bir yerde hep uzaklarda gerçekleşecekmiş gibi düşünülse de belirsizliğin getirisiyle ölümsüzmüş gibi yaşansa da ölüm onu düşündüğün her anda yanında. Bu nedenle insan türü ölümü aşmak için tarihi boyunca çabaladı durdu, çeşitli hilelere başvurdu. Ölümsüz olmak istedi, Tanrı olmak istedi. Teknolojinin yardımıyla sonsuz bir varoluşa kavuşacağını düşündü, tıbbın yardımıyla bedeninin deforme olmasını önleyip, ölümden kurtulacağına bile inandı. Ama olmadı insan oluşun sonluluğundan kurtulamadı.
ÖLÜMÜ AŞMAK
İnsanoğlu, ölümle barışmak mümkün mü, onu aşabilir miyiz, razı gelebilir miyiz, yüzleşebilir miyiz gibi pek çok soruya cevap arıyor.
“Doğduğumuz zaman dünyaya hiçbir şey getiremediğimiz gibi, ölürken de hiçbir şey götüremeyiz.” Victor Hugo
Herkesin ölümü farklı farklı olur. Kimisi hiçbir şey hissetmez. Öleceğini anlamaz. Ölüm aniden gelir. Hazırlıksızdır. Vedalaşamaz, vasiyetini söyleyemez. Belki olgun yaşta da değildir. Ama bu iş, böyle işte. Geleceğinde mazeret dinlemez. Niçin sorusunun cevabını vermez. Aslında ölen çaresiz olduğu gibi, ölüm de çaresizdir.
Ölümün dili yoktur. Konuşmaz. Ölümün dili ölenlerin halidir. Ölenler susarak, uzanarak, sessizleşerek ölümü anlatırlar. Bazılarının ölümden haberi vardır. Sezerler, sezinlerler, hissederler. İçlerine doğar. Ya bir sezgi ile ya bir rüya ile ya da başka bir şeyle anlarlar. Bazen anlatamazlar. Bazen anlatsalar da dilleri ipuçlarını verse de aslında kendileri bunun farkında değillerdir. Ölecek adam öleceğini anlatır ama farkında değildir.
Françoise Dastur’a göre, “dünyada karşımıza çıkan ölüm, hep başkalarının, özellikle de yakınlarımızın ölümüdür. Bu bakımdan ölüme dair ilk deneyim hep yas tutma deneyimidir. Başkalarının ölümü bizi yaralar çünkü varoluşumuzun saklı yüzü olan kendi sonluluğumuzu hatırlatır bize” Belki de bu nedenle biz kendi ölümümüzü görmeyi, sevdiklerimizin ölümünü görmeye tercih ederiz çoğunlukla. Çünkü kendi ölüm ânımız daha belirsizdir, deneyimi bir başkasının ölümüne tanık olmaktan daha muğlaktır.
CENAZE TÖRENLERİ
“Hiç kimse, kendi ölümüne ağıt yakamaz.” Woody Allen
İnsan türü ölümü aşmak için çeşitli ritüeller ve yas pratikleri ortaya koyar. Böylece ölen ile ilişkisini başka bir şekilde mümkün kılmaya çalışır. Tamamen yokluğunu kabul etmektense bir şekilde onun yaşamında varlığını devam ettirdiğini düşünme çabasıdır bu. Bundan dolayı yas süreçleri ve pratikleri ölümü aşma çabasında önemlidir. Cenaze törenlerinin de anlamı burada ortaya çıkıyor çünkü Dastur’un ifade ettiği gibi; “bu pratikler, canlılar üzerinde egemen olan doğal düzene, yani yaşam ve ölümün sonsuz döngüsüne meydan okuyarak kültürün ortaya çıkış ve gelişimini sağlamıştır. Bu meydan okuma tabi ki semboliktir zira gidenler geri dönmeyecektir. Fakat yine de insanın ölümle kurduğu, kabul ve reddi aynı anda içeren muğlak ilişkiyi açıkça ortaya koyar.”
“Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında”Franz Kafka
Bu muğlak ilişki belki de insanın sonlu bir varlık olmanın bilinciyle yaşamak zorunda olmasının sıkıntısını hafifletmekle ilgilidir. Ölen kişi yaşamda kalır. Böylece çünkü başka bir ilişki başlamıştır tören ile birlikte, bir yandan da bu yaşamın sonluluğunun kabulünü içerir, kaybedilen uğurlanmış, topluluğun ritüel pratiğine göre defnedilmiştir.
Yazarın ifadesi ile söylersek: “Kabuldür çünkü cenaze töreni, artık varoluşun sonuna gelmiş olan müteveffanın ölümünü tesciller. Ama aynı zamanda bir reddetmedir zira uzak âlemlere göç eden kişiyle yine aynı tören sayesinde başka bir ilişki başlamıştır.” Ki “öte dünya” düşüncesi de, “ruh” inancı da ölen ile ilişkide kalmanın, onu yaşamda tutmanın bir yöntemidir
SON BİRKAÇ SÖZ!
“İnsan doğar, yaşar, ölür. İnsan var, yaşarken ölür. İnsan var, ölünce hemen ölür. İnsan var, öldükten sonra da yaşar”
Doğadaki tüm canlıların ölümlerinden etkilenir, hüzünlenirim.
Bir hayvanın, bir bitkinin, bir insanın hayattan kopuşundan negatif yönden olumsuz etkilenir, duygusallığa bürünürüm.
Herkesin ölümü farklıdır. Her ölümün bir hikayesi vardır. Ama ölüm de yaşam kültürünün bir parçasıdır. Ben ölen kişinin yaşadığı süreçten dolayı, onların anılarına duyduğum saygının bir gereği olarak, onların ölümleriyle ilgili haber yapmayı kendimde bir sorumluluk olarak görüyorum. Ölümün nereden ve nasıl geleceği hiç belli değildir. Ama doğmanın bir sonucu. İki kez ölünmüyor hayatta. Bir kez soylu ve saygın bir ölüm.
“Ey İnsan Kaf Dağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar, küçüksün. Unutma her şeyin bir hesabı var üzdüğün kadar üzülürsün” Mevlâna Celaleddin Rumi
Hani şairin bir sözü varya, “Sevda ne yana düşer dostlar, ölüm ne yana” Sevdayı yazmak kolay da ölümü yazmak zor gelse de bana yine de ölümü inadına yazacağım. İnsanları ölmeden önce onore edelim. Onlara ölmeden önce sevgimizi gösterelim. Onlara yaşarken hak ettikleri değeri verelim. Onları yitirdikten sonra söylenecek sözlerin sonra pek hükmü olmaz.
ÖLÜM ÜZERİNE YAZILMIŞ ŞİİRLER:
Her Şey Uzaktadır, Ahmet Muhip Dıranas
Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,
Her an peşimizden koşan gölgemiz,
Özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
Uzaktadır her şey; anneler, kızlar…
Uzaktadır her şey, hep… yalnız ölüm,
Her yerde, her an yakınımız, ölüm.
……………………………………………….
Diyalektik Gazel, Attila İlhan
büyük bir şaşaadır ölüm
ebruli nurlarla gelir
öyle bir yanardağdır ki öfkesi
mutantan desturlarla gelir
karşıtıyla yüklüdür herşey
mutlak çözümlerden vazgeç
tartışılmaz mükemmellikler
ne gizli kusurlarla gelir
sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir
nasıl doğmakla başlarsa ölüm
ölmekle başlar öyle hayat
bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir
……………………………………………..
Üstü Kalsın, Cemal Süreya
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…
………………………………………………………..
Yine Ölüme Dair, Nazım Hikmet
Zevcem,
ruhu revanım
Hatice Pirayende,
ölümü düşünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
başlıyor bende…
Bir gün
kar yağarken,
yahut
bir gece,
yahut
bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl
ve nerde öleceğiz?
Nasıl
ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,
son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü
ilk yediği yemek?
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
Haber
çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp
gidecekler…
Ve kalan
karışacak kalabalığa.
Zevcem,
ruhu revanım
Hatice Pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
geçen ömrümüzü düşünüyorum.
Kederli
rahat
ve hodbinim.
Hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük davasını sevebildik
— dövüştük onun uğruna —,
yaşadık
diyebiliriz.
……………………………………………………………………
Vay Kurban, Ahmed Arif
Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda…
……………………………………………………….
Kaldırımlar, Necip Fazıl Kısakürek
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur…
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları
………………………………………………..
Ernesto Che Guevara
ÖLÜM HOŞ GELDİ, SEFA GELDİ
ölüm nerden ve nasıl gelirse gelsin…savaş sloganlarımız
kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız
elden ele geçecekse: ve başkaları mitralyöz sesleriyle
ve de savaş naralarıyla cenazemize ağıt yakacaksa,
cenazelerimize,
ölüm hoş geldi , sefa geldi!
ALMANYA
4 saat önceEKONOMİ
5 saat önceEKONOMİ
6 saat önceGÜNCEL
6 saat önceEKONOMİ
6 saat önceABD
8 saat önceASYA
8 saat önce