YA MEVLANA…

ABONE OL
19:15 - 18/12/2020 19:15
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bugün Şeb-i Arus…

Mevlana’nın ölüm yıldönümü. Ya da başka bir deyişle “Düğün” günü…

Ölenin arkasından Kimi “Hakka yürüdü…” Kimisi “Bugün onun bayramı” kimisi de “Kıyameti” der.

Biz; Anadolu kültürünün, farklı insan mozaiğinin o ince zenginliğinde ama, İstanbul’un göbeğinde büyüdük.

Yaşadığımız yer karışık bir mahalleydi. Bir zamanların ünlü ermeni terzisi bizim sokakta iki-üç ev ilerimizde otururdu.

Alevi olduğunu sonradan öğrendiğimiz, Hatice teyze balkona çıkar bir komşuya “Huuuu….” diye seslenirdi. O,  olmasa bir başkası o seslenişini duyar; saç sobalı, sıcak evlerden birinin ya kapısı ya da penceresi açılır, yanı gelirdi. Bütün komşuları Hatice teyzeyi sever-sayarlardı. Akla ihtiyacı olan genç kızlar, taze gelinler, yeni bebelerin anneleri hastalıkta-sağlıkta ona akıl danışırlardı.

Gümüşçü Fedon usta Türk olmakla övünür, inanmayanlara çok yapraklı nüfus kağıdını gösterirdi. Mahallede kimin düğünü-derneği varsa kapısını çaldıkları güleç yüzlü bir ihtiyardı. Aldıkları yüzüğü, takıyı getirip gösterirler; ya da ondan tavsiye isteyip, piyasadan daha ucuza ve kazıklanmadıklarına emin olarak  ihtiyaçlarını temin ederlerdi. En yakın arkadaşı Tünel’de küçük bir dükkanı bulunan kuyumcu Selami (Salamon) ustaydı. Hemen alt katında Ağa cami’de öğle yemekleri veren bir lokantada tatlıcı olarak çalışan Ali dayı idi. Zaman, zaman evinden içten içe hüzünlü bir ney sesi işitirdik.

Dimitri ve Koço mahalledeki Rum arkadaşlarımızdı. Pazar günleri biz sinemaya, onlar kiliseye giderlerdi. Bize de kızarlardı Cuma günleri Cami’ye gitmiyoruz diye…

Daha kimler yok tu ki?

Kim ne derse desin, “Farklılıklarımız Zenginliğimizdi.” Çünkü bu zenginlik içinde beraber olduğumuz insanlar düşünce dünyamıza hareket kazandırır, akıl edemediklerimizi konuşur, görmediğimiz veya fark etmediğimiz gerçekleri anlamamızı sağlardı.

Biz; çok zengin değildik. Ancak kapımıza gelen geri çevrilmezdi. Hatırlıyorum da, doğum-ölüm-nişan oldu mu hep bir aradaydık. Kilise, Cami, Havra pek fark etmez; sadece davetiye gelse bile o zamanın ünlü mekanlarındaki düğünlere gitmezdik. Sorduğumda: “Biz onları tanımıyoruz…” derlerdi. Çok katlı pastaların, şampanyanın tadını merakımızdan özenirdik. Sonradan öğrendik ki, onlarla ayni semtte otursak ta, mahallede kimseye bir faydaları dokunmadığından uzak durulurmuş.

Hatice teyzenin Alevi, Gümüşçü Fedon’un Katolik, Dimitri ile Koço’nun Yunan uyruklu, Ali Dayı’nın Mevlevi dervişi olması komşuluklarına ve zor günlerde yardımlaşmalarına engel olmadı.

Patron Hrayr Ermeni idi ama bunu hiç kimse dillendirmezdi. Herkes ona Hayri diye seslenir, o da bundan hoşlanırdı. Herkes onu cimrimi cimri zanneder, ama gizli bağışların sahibi olduğunu bilmezdi.

Ölüm olduğunda hepsinin anneleri başını örter, bir tepsi yemek ile ölü evine gider, dua zamanına kadar oturur; sonra hizmet etmek için mutfağa geçer, duanın bitmesini beklerlerdi. O hafta ölüye saygıdan evde radyonun sesi açılmazdı. Biz, ölenin yakınlarına acıma ile karışık garip bir sevgi ve yakınlık duyardık.

Anımsıyorum da birkaç hafta ölü evinin kapısının oralardan geçer, bir yakınını gördük mü küçücük gövdemiz ve küçücük aklımızla “Yapabileceğimiz bir şey var mı?” diye sorardık. Hoş, her zaman için bakkaldan ekmek almak, bodrumdan odun-kömür çıkarmak, evin önüne yığılmış, mis gibi orman kokan kırılmış ağaç kütüklerini bodruma atmak başlıca iyilik işlerimizdi.

Bunlar benim çocuk zihnime kazınmış, kolay-kolay silemediğim anılardır. Okul kitaplarımız, büyüdükçe genişleyen çantalarımız-küçülen giysilerimiz, defter ve saip kalemlerimiz asla atılmaz; ihtiyaç duyan biri çıkar diye saklanırdı.

Bu anlattıklarımın Mevlana ile ne ilgisi var diyebilirsiniz.

O kadar çok var ki!

Bu insanlar dünyada kaybolan hoş görü ve birlikte yaşamanın mümkün olduğunun bir sembolü idiler. Onlar anılarımda önemli izler bıraktılar. Bana; mütevazi yaşantıları, mutluluk sundukları varlıkları; dostluk, sevgi ve yardımlaşmaları ile, Horasan çıkışlı zaman ve yol maceralarından sonra kendilerine durak seçtikleri Anadolu’da örnek olmuş geçmiş zaman gezginlerini anımsatmışlardır.

Yaşayanların farklılıkları, yaşadıklarına rağmen, yaşadıkları yere özel bir zenginlik katmıştı. Bunu nasıl başarmışlardı?

Zaman içinde Hatice teyze öldü. Cenazesi camiden kalkmadı.

Gümüşçü Fedon usta’nın iyiliklerinin bilinmesine ve Türk olduğunu haykırmasına rağmen bir gece evi taşlandı. Neyse ki mahalleli ayaklandı da kurtuldu. Bu olaydan sonra Dünyaya küsüp, kimseyle görüşmez oldu. Bir gün yalnız öldü,  Feriköy mezarlığına gömüldü. Ailesi ile Yunanistan’a göçmeyi “Ben Türküm. Burası benim yurdum. Sonuna kadar direneceğim” diyerek yardımı reddettiği için kimse mezarına sahip çıkmadı. Sonraki yıllarda kemiklerini toplayıp yerini bir başkasına sattılar.

Selami (Salamon) usta ölünce çocukları İsrail’e göçtü. Senede bir gelip memleket hasretini gidermeye, eski günleri yad etmeye devam ediyorlar. Dimitri ile Koço Yunanistan’a gönderildi. Koço’nun iki ayağı kesik olduğu halde (Geçirdiği kaza sonrası sakat kalmıştı…) göç etmeye mecbur bırakıldı.

Bunları niye mi anımsıyorum? Çünkü onlar bu topraklarda doğup büyümüş insanlardı. Kökleri buradaydı. En az bizim kadar bu topraklar üzerinde yaşama ve ölme hakları vardı. Ekalliyet olmaları bir suç değil, zenginlikti. Farklı dinlerden olmalarına rağmen hiç biri bizi Müslümanlıktan vazgeçirmek için bir propaganda yapmadılar.

Koço; “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize…” der, bu konular açıldı mı arkadaşlığımızı ön plana çıkartır, kimseyi konuşturmazdı.

“Ne olursan ol gel…” diyen bir felsefenin topraklarında bugün bile bu ayrımcılık sürüyor. İnsani zenginliklerimiz birer, birer yara alıyor.

Anasına babasına saygı duymayan, hatta para-pul, mal-mülk için onları öldüren insanların var olduğu bir Dünya’da yaşamak bana zor geliyor.

Mevlana’yı anmak; hiçbir ayrım yapmadan tüm iyi ve kötü insanlara verdiği öğütleri düşünmek, zar-zor süren yaşamı anlamamız için gerekli.

Bu yazıyı; görmediği ancak inandığı yaratıcıya kavuşmayı düğün-bayram olarak kabul eden bir insanın felsefesini;  işaret ettiği yaşam gerçeklerini hatırlamak, onu hatırlatmak, var olan ayrımcılığa karşı şiddetle değil, yumuşaklıkla nasıl direnmemize ve insani zenginliklerimizi hatırlamak yaşama nedenimizi anlamamıza yardımcı olmak için yazdım.

Bir yararı olur mu?  Bilemem…

Yazarken bana faydası oldu. Umarım okuyanlarında yüreğine dokunabilirim.

Sevgi ile kalın, hoşça kalın.

 

Taner TÜMERDİRİM

[email protected]

 

 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.