ÜZERİMİZE DÜŞEN NEDİR?

ABONE OL
00:11 - 25/12/2022 00:11
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bugünkü konumuz şunlar olacaktır: “Algı yönetimi”, algılamadaki, varsayımlardaki ajitasyonlar, manipülasyonlar, zihin programlama…

İnsanların, toplumlarıyla birlikte yönlendirilmesi, onların kendi “insani akıllarını” kullanmaktan ziyade “verilen” zihin yönetimlerinin etkisinde kalarak “davranmalarıdır”.

Bunun için de bildiğiniz gibi moda, TV, sinema, basın, yayın, müzik, romanlar ve son dönemde de dijital ürünler… kullanılmaktadır.

Hiç ayırtına varmadan “o görünenin” içinde, kıyısında, ardında verilen yeni komutlar, yeni emirlerle günümüzün “modern” insanı bir “zihin yönetimi” altında tutulur.

Duygu ve duyumsama, hissetme, sezmek, sezi, sezgi, hiss- i gablel vuku… bu tanımlamalar da var ise de konumuz gereği asıl anlamak gereken “zihinsel olguları”, var sayımları, karar verme aşamasında “yönlendirme”, özgür iradenin başkaları tarafından “ele geçirilmesidir.”

İnsanın kendi başına doğal, genetik özelliklerinin, huzurlu, geleneksel değerleriyle donatılmış bir statik bir toplumda gelişmesi ve “kendi özgür iradesini” ve kişilik gelişimini ilerletebilmesi “esas olan ve güzel olan, iyi olandır.

Benim üzerinde durduğum ise, özellikle “son yıllarda” toplum içindeki bireyin kendi “özgür iradesine” yapılan etkiler, baskılar, yönlendirmelerdir.

Örneğin Asya’nın en yüksek yörelerindeki bir kasaba da bile bir insanın, artık bir LEVİS jeans giymeyi istemesi ve bunu iyi, doğru ve güzel kabul etmesidir.

Tıpkı bir İstanbul, Berlin, Tokyo, New York insanında olduğu gibi..

İnsana neyin “doğru, güzel, yakışan ve modern, iyi ve bir ihtiyaç” olduğunun KABUL ETTİRİLME çabalarıdır, asıl sorun olan.

Bu sisteme karşı çıkarak bireysel gelişimini özgürce tamamlayabilmek ise gittikçe zorlaşmaktadır.

Bizim asıl sorunumuzun “kendimize” sahip çıkmak olduğunu, ya da çıkamamak olduğunu sizler benden daha iyi gözlemleyebilirsiniz.

En azından 100 yıllık bir savaşın etkisi altındaki Türkiye, ülkesi ile devleti ile her dönemiyle bir saldırı içinde kalmıştır.

Hiç kesintisiz olarak Türk milleti parçalatılmağa, ayrıştırılmağa, düşman kardeşler yapılmağa çalışılmıştır.

Bize lazım olan “namuslu ve vicdanlı” sınıflar ise hep dışarıdan gelen “zihin yönetimi” ile manipüle edilmiştir.

Zor, ama zor, çok da zor günlerin bizleri beklediği Türkiye’de Türk milletinin içinden birilerinin adamı “olmadan” ayakta kalabilmeyi önemsiyorum.

Cumhuriyetin kuruluşuna ve Milli Kurtuluş Savaşı”na Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e çok büyük saygı duyuyorum ve bu değerlere inanıyorum.

Dünya tarihinde bir örneği bulunmayan kuruluş öykümüzü yine “O” yendik dediğimiz güçler yeniden yok etmek istiyorlar.

İnsanın elinde bulunan gerçek değerlere yine kendisinin sahip çıkması gerektiğine ve bu yolda da emek ve düşünce üretmesi gerektiğine, bilinçli ve uyanık olması gerektiğine inanıyorum.

Bizim genel olarak öğrendiklerimiz şöyledir: “Yaşam doğumla başlar ve ilahi kararla, ölümle sonlanır. Öğrenmek ve de iş görmek de yine doğumla başlar ve Allah’a yolculukla biter.”

Ben bir “kul” isem bana bir “akıl” verilmiş ise ben de o emanete, “aklıma” en iyi biçimiyle bakmalıyım, onu korumalı ve de “beşeri” haliyle geliştirmeliyim.

DİN ve dinler tarihi tabii ki en önemli bir alandır bilimin her alanında.

“Kimseye kul olmadan” öğrenilmelidir.

Tek ve yine de “en güçlü İLAH bir ALLAH’tır” demenin ve “O”nun son gönderdiği kitabın da öğrenilmesinin “anlamının kavranması”nın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Çünkü “insanlık tarihi” ayni zamanda bir “dinler ve inançlar tarihi”dir.

Eğer, bir geri kalmış bir halkın bir bireyi olarak “yaşamının bir anlamı olsun” diyor isek de en azından senin ve senin milletin, halkın, yurttaşın üzerinde “oynanan” eski, yeni oyunlara “azıcık bir ışıkla” da olsa “pencere” açmalıyız.

Nerde, ne kadar çok modern denilen “şey” varsa tabii ki teknik anlamda “bilgi ve bilim” anlamında tüm insanlığın ortak malıdır.

Bu hepimizi sevindirir ve de ortaya çıkan her yeni ürünü alır, kullanırız kullanmak isteriz.

Bu teknik ve bilimsel gelişmelerin arkasında kimler vardır, hangi asıl amaçlarla ve hangi maddi olanaklarla tüm bunlar yönlendirilir ve desteklenir?

Kimlerin gücü ile, parası ile “ne aşamalardan geçerek” üretilmiştir?

Neden bu güçler hiç durmadan araştırırlar, felsefe ve düşünce, bilgi “ürettirirler”?

Sadece para ve kazanç mıdır hedefleri?

Hayır!

Kesinlikle değil!

Zaten, parasal anlamda, yatırım ve yatırım alanları anlamında da çok güçlüdürler.

Siyasi anlamda da her türlü etki ve güce sahiptirler.

İstedikleri yerde, istedikleri ülkede kendi hedefleri doğrultusunda planları vardır, bunları uygularlar ve hep kazanırlar, kazanmak isterler.

Oralardaki yöneticileri, bilim insanlarını, önde gelen kurumları ve kişileri kendilerine inanacak bir biçime getirebilirler.

Öyle yöntemler uygulanır ki o kişiler çok iyi şeyler yaptıklarına bile kesinlikle inanırlar.

Hedeflerinden hiç şaşmazlar.

Peki, bu kadar güçlü olan ve her şeyi elde etmiş olanların hiç durmadan yine de çalışmalarının nedeni NE olmalıdır?

Nedir?

Ne gibi başka HEDEFLERİ vardır?

İşte, tam da “bu soruyu araştırmayın”, bu konulara kafa yormayın, DÜŞÜNMEYİN diye didinirler, uğraşırlar.

Planları ve uyguladıkları her şey “BİZİM DÜŞÜNMEMENİZ” içindir.

Bu son cümlem sadece bugün için değildir.

“Güç odakları” diye kabul edilen gruplar hep vardı.

Her türlü yolu ve taktikleri de kullandılar.

Bunların en çok kullandıkları alan ise hep inançlar ve “DİN çevresi”nde olmuştur.

Bugüne baktığımızda ise kendilerince son planlarına yaklaştıklarını düşünmektedirler. Hedeflerine giden yolda yavaş, yavaş ve emin adımlarla ilerlediklerini düşünüyorlar.

Finansal ve siyasi güç için değil, İNAÇLARI gereği de bu yoldalar…

Ortak bir bileşke ile oluşturdukları İNANÇ temeli nedir ki böyle bir “ETKİ merkezi”dirler?

Böyle düşünmeyin, bu konulara kafa yormayın, önünüze gelen gündemlerle, olaylarla, kişilerle ilgilenin… isterler.

Ortada dolaşan araştırmacılar için de yine bu konularda yazılmış birçok kitabı da “kendi” verileriyle, kendi çıkarları yönünde donatarak yazdırırlar ve dünyaya sunarlar.

Bunun için de solcusu, aydını, sosyal demokratı, entelektüeli, liberali, ve de bilim adamı… hep “asıl DİN” konusundan uzaklaşsın ve bu DİN ile ilgili araştırma ve düşünce alanına girmesin isterler.

DİN denilince doğal olarak “ayni araştırma yolunda” felsefe ve DİNLER TARİHİ dinsel yapılar… doğu ve batı dünyası, tarihteki aşamalar, güç odakları, gizli örgütler, tarikatlar vb… karşımıza çıkacaktır.

Gizli örgütler, esrarlı bilgiler, ezoterik örgütler… hep kafalarda yer etsin diye de isterler ve büyük bir kargaşa ortamı hazırlarlar.

İsterler ki “kendilerini demokrat” ya da SOL kabul eden kitleler başka şeylerle, günlük tartışmalarla, “sözde” politikalarla uğraşsınlar.

Kendilerine verilen kitaplara, kendi fraksiyonel tarihlerine ve kendi iç kültürlerine sarılsınlar, başkaca olanlara ise hep karşı çıksınlar!

Öte taraftan muhafazakarı, dindarı, dinci ve tutucu kesim ise tam ters bir “yönlendirme” ile hep DİN konuları ile meşgul olsun, tarikatlar dünyasında yaşasın, yeni yeni cemaatler üretsinler ve bu alanın dışına çıkmasın… isterler.

Bu gruba da DİN adına ne anlamak gerektiğini, “neyin din, neyin din olmadığını” da yine bu “büyük güçler” empoze ederler, onlara destek veririler ve finanse ederler.

Felsefe, mantık, teknik, bilim, düşünme gibi alanlara pek prim verilmez.

DİNLER tarihi olarak da yoğunlukla ancak “kendi” mezhep, tarikat ve cemaatlerini, topluluklarının öne sürdüğü “tarih” ve olayları, efsaneleri, kişileri… tanıtırlar.

Burada da ana hedef insanların “sadece” kendilerine verilen, kendilerine gösterilen yerde durmalarıdır.

İstedikleri kitleleri, halkları “eleştirel DÜŞÜNMEK” ve araştırma yapmak ve neden-sonuç ilişkisinden uzak tutmaktır.

Kendilerince yetiştirilen insanlar ve onlara verilen kültür ve eğitim de, kurumlaşmalar da hep bu yolda geliştirilmiştir.

Ülke, devlet ve millet hep bu matematiksel yöntemle kurgulanmıştır.

Bize, akıllı “insanımıza gereken” ise bugün “özgür irade” sahibi olabilmek, “araştırmak” incelemek ve eleştirel “düşünmektir.

Bunların doğal sıralamasından sonra da bu insanların elde etiklerini, anladıklarını “yazmalarıdır”.

Bu kadar basit ama o denli de güç olan, zor olan da budur.

Bu sistem tüm dünyada, hem Asya’da, hem Avrupa’da ve Amerika’da… çok uzun yıllardır uygulanmıştır, uygulanmaktadır.

Benim için bu tanımlamaların yanı sıra “inanın” en büyük güçlü olma durumu ise “özgür ve bağımsız” olabilmek ve kendi irademize sahip olabilmektir.

ATATÜRK’ün varlığını ve gücünü, deneyimlerini, düşünce ve fikirlerini de kendimizde algılamalıyız ki kendi yolumuzda, sağlam ve de özgüvenle, sağlıkla ilerleyebilelim.

Gerisi laf, laf ve ritüellerdir, alışkanlıklar, sıradan ve günlük uygulamalardır, ezberlerdir.

Bir birey olarak “insan” olarak “ne yapmamız gerektiğini” kavrayıp, azıcık da “uygulayabilsek”, dik ve güçlü durup kendimize sahip çıkabilsek ne mutlu olurduk…

Okumayan, sorgulamayan, düşünemeyen ve sadece beğenilmek, şirin görünmek isteyen, kişilerin günlük laflarına, yaptıklarına kafa yorarak, dar siyasi bakış açılarıyla, dar kalıplarda emek harcayarak kendilerince görevlerini yaptıklarını var sayan insanlarımızın genel durumu tam da “algı yönetimi” uygulayan güçlerin “istediği” bir yapıdır.

Aslında tüm bildiklerimiz, gittiğimiz okullar v. b. hep onların bu amacına yarar olmuştur.

Her bir birey tek, tek kendini sorgulamalıdır, değerlendirmelidir her şeyden önce:

-Nerelere, nelere zaman ayırmıştır?

-Yaşamında nelerle uğraşmıştır?

-Ne tür insanlarla zamanını geçirmiştir?

-Ne denli boş ya da ne denli yararlı işler yapmıştır?

-Ne kadar ve ne tür okumalar yapmıştır?

-Neleri ve ne kadar yazmıştır?

-Kendi kişisel gelişim düzeyi ne durumdadır?

-Dünyayı ve insanlığı ne denli, ne kadar tanımaktadır?

-Algı gücü ve sağ duyusu ne denli güçlüdür?

-Kişilik özellikleri nelerdir?

-Hangi ilkelere sahiptir?

-Yaşamdan neler beklemektedir?

Global anlamda endüstri, bilim, teknik, tüm yenilikler, uluslar arası örgütler, finans kurumları, bankalar, silah ve ilaç sektörü, siyaset… hep onların elinde ve güdümündedir.

Kısaca şunu özetle söyleyebiliriz:

-Dünyayı yöneten güçlerin, ailelerin kurdukları sistemin ve uyguladıkları programların dışına çıkabilmek oldukça zordur.

Bunu yapabilen, halkını kurtarabilen ender önderler de olmuştur.

Bizim en güçlü değerimiz ve önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise dünya tarihinde emperyalizme ve evrensel güç odaklarına karşı aklıyla, bilgi ve tüm kişisel özellikleriyle karşı durabilmiş ve ülkesini, halkını özgürlük ve bağımsızlık yoluna, çağdaş uygarlık yoluna sokabilmiş en büyük örnektir.

Tam da bu noktada şöyle bir bakmalıyız:

-Kimler, hangi kitleler ve odaklar Atatürk’e karşı çıkmak ve onu yok saymak istemektedirler, bu kişi ya da gruplar sağ ya da solda kendilerini nasıl tanımlamak istemektedirler?

Çağdaş, demokratik ve uygar bir Türkiye isteyenlerin elindeki en büyük ölçü bu sorgulamayı ve gözlemlemeyi yapabilmektir.

İlkelerimiz olmalıdır ki bireysel “bilinç düzeyimiz” düşük kalmasın, irademiz güçlü ve özgür kalabilsin.

Eleştirel beşeri düşüncemizin gelişmesi ve kullanılır olması gerekir ki “sağ düşünce”miz de birlikte gelişebilsin ve olayları yorumlayabilsin.

Aydınlık ve refah düzeyi yüksek bir topluma erişebilmek için ne umutlarımızdan, ne de gayret ve azmimizden vaz geçmeden ilerlemeli ve birilerinin bizi kullanmasına asla izin vermemeliyiz.

Sevgi ve saygı dolu insanlarımız olması dileğiyle…

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

25.12.2022, Pazar

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.