ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI!

ABONE OL
21:19 - 31/01/2023 21:19
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Almanya, daha doğrusu Federal Başbakan Olaf Scholz sonunda beklenen kararı verdi. Ukrayna’ya günümüzün en güçlü savaş araçlarının başında gelen Leopard-2 tanklarından verilecek. Ayrıca kendi ellerindeki Leopard-2 tanklarını Ukrayna’ya devretmek isteyen diğer ülkelere de izin çıktı.

Scholz, şimdiye kadar Ukrayna’dan, başta ABD olmak üzere Transatlantik cephenin başkentlerinden, ülke içinde de başta bir zamanlar “barış” hareketinin ağırlık merkezini oluşturan koalisyon ortağı Yeşiller partisi olmak üzere (bir avuç sol, sosyalist, demokrat barışçı hariç) hem iktidardaki, hem de muhalefetteki tüm partilerden gelen talepleri “Almanya bu konuda müttefiklerinden bağımsız hareket etmeyecek” diyerek oyalıyordu. Hedefi bu kampanyanın merkezindeki Washington’un da Leopard’larla aşağı yukarı benzer savaş yeteneklerine sahip M1 Abrams tankları benzer bir kararı almasıydı.

Sonunda istedikleri oldu. Almanya ilk etapta Ukrayna’ya 14 adet Leopord-2 tankı verecek. Amerikalılar da M1 Abrams verecekler, ama bunu gerçekten yaparlar mı, ne zaman yaparlar, kaç tank verirler, bunlar için gerekli bakım ve tamir altyapısını, cephaneyi verirler mi, bilmiyoruz. İngilizler ve Fransızlar da benzer yetenekteki Challenger 2 ve AMX-10 RC tankları vereceklermiş.

Ancak askeri uzmanlar diğer ülkelerin tanklarından ziyade Leopard 2’lerin verilmesini savaşın kaderini değiştirebilecek bir kırılma noktası olduğuna işaret ediyorlar. Elbette Almanya’nın elinde Transatlantik ittifakın belirlediği hedefin, yani Ukrayna’nın zaferinin (Kırım dahil Rusya’nın kontrolündeki her yerin ele geçirilmesini öngörüyor bu hedef) kısa sürede gerçekleşmesini sağlayacak kadar savaşa hazır Leopard 2 tankı yok. Silah üreticisi Rheinmetall şirketinin CEO’su Armin Papperger geçen hafta Bild am Sonntag gazetesine verdiği demeçte içinde bulunduğuz yıl içinde Ukrayna’ya Leopard 2 teslimatının mümkün olmadığını söylemişti. Ancak Stern dergisinin dün piyasaya çıkan sayısında yaptığı açıklamaya bakılırsa önümüzdeki ay 30’a yakın Leopard 2 teslimat için hazır olacak. Savaşın başından bu yana cirosunu büyük miktarda artıran şirketin başındaki yönetici, bu tankların aslında savaşın başında ellerindeki eski Rus tanklarını Ukrayna’ya veren Çekya ve Slovenya için hazırlandığını, ancak hükümet isterse Ukrayna’ya sevk edilebileceklerini açıklıyor. Scholz’un eş zamanlı açıklaması bu konuda gerekli kararın verildiğini gösteriyor.

Önümüzdeki günlerde II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez yeniden Alman tankları Rus Ordusu’yla karşı karşıya gelecek.

Almanya’nın önde gelen savunma uzmanlarından (uzun yıllar boyunca Münih’teki Güvenlik Konferansı’nı yöneten) Wolfgang Ischinger, bir süredir Avrupa’nın savaş içinde olduğunu vurgulayıp, “Savaş ekonomisine geçmeliyiz!” demeçleri veriyor. Ukrayna’nın önümüzdeki günlerde sadece tank değil, başka silahlara da ihtiyacı olacağı uyarısında bulunuyor.

İstanbul doğumlu Amerikalı bilim adamı Nouriel Roubini de yeni kitabında “3. Dünya Savaşı çoktan başladı” diyor.

Başbakan Scholz ise başından beri bunu engellemek istediğini açıklıyordu.

Başladı mı acaba?

*****

Tabii şimdi burada son dönemlerde çoğalan “askeri uzmanlara” malzeme vermeyelim.

Elbette 3. Dünya Savaşı henüz başlamadı. Ama eli kulağında.

Ukrayna cephesi malum. Orada bir tarafta NATO’nun, diğer tarafta da Rusya’nın yer aldığı bir savaş sürüyor.

ABD Başkanı Biden’ın “Çin’in Tayvan’a her an saldırabileceği” ve böyle bir durumda ABD’nin fiilen Tayvan’ın yanında olacağına dair yayınların mürekkebi henüz kurumadı.

Suriye’de, Libya’da, Kafkasya’da, çok kısa bir süre içinde on binlerce insanın yaşamını yitirdiği Etiyopya başta olmak üzere Afrika’nın dört bir yanındaki savaşları ve ABD ile Rusya ve Çin arasındaki siber savaşları da unutmamak gerekiyor…

Karamsar olmak için tüm koşullar hazır.

Almanya, savaşın başından bu yana Ukrayna’yı destekliyordu.

Bu desteğin açık askeri desteğe dönüşmesi önceki Başbakan Merkel ve halefi Scholz’un NATO karargahlarından gelen baskıya direnmesi nedeniyle yavaş oldu.

Ama özellikle Scholz’un savaşın NATO ile Rusya arasında bir çatışmaya ya da bir 3. dünya savaşı önlenmesi gerektiğine dair açıklamaları, girişimleri önemliydi.

Onun diplomatik girişimleri her defasında NATO ve özellikle bu savaşın yaygınlaşmasından çekinmeyen ABD, Birleşik Krallık, Polonya ve Baltık ülkelerinin liderlerinin çıkışlarıyla ve savaş kışkırtıcısı medyanın yayınlarıyla itibarsızlaştırıldı. Tabii nedeni ne olursa olsun ona saygısızca davranan, onu “adeta sen git, Biden gelsin!” tutumuyla karşılayan Putin’in de bu durumda büyük suçu var.

Sonuçta Almanya’nın NATO merkezli cephenin çizgisine geldiği söylenebilir mi? Bu konuda acele etmemek gerekiyor.

Birkaç gün önce Almanya ile Fransa arasındaki ezeli düşmanlığı sonlandıran Élysée Antlaşması’nın 60’ncı yıldönümüydü. Bu vesileyle bir araya gelen Scholz ve Macron’un geliştirilmesi gereken bir “Avrupa ortak savunma mimarisi” vurguları önemli. Bu konuda somut adımlar da atılacağı belli oldu. Örneğin 1989 yılında kurulan Alman-Fransız tugayının askeri manevralar için (yani savaş ya da moda deyimiyle savunma harekâtı hazırlıkları) önümüzdeki günlerde Romanya ve Litvanya’ya gönderilmesine karar verilmiş. 6000 kişilik bu ortak askeri birliğin her fırsatta sözü edilen, ancak her defasında NATO’nun bir atağıyla gündemden uzaklaşan Batı Avrupa Savunma Sistemi’nin çekirdeğini oluşturacağı biliniyor.

Tabii ABD Avrupa’nın kendisinden bağımsız inisiyatif geliştirmesine ne derece izin verir, o ayrı sonu.

Alman ve Fransız liderlerin savaşı durdurmak, en azından bir ateşkes sağlamak için Putin’le görüşmeye çalışırken, buna Türkiye’nin inisiyatifiyle İstanbul’da yürütülen görüşmeleri de dahil edebiliriz, Amerikalıların başlattığı, ana karargahını da Almanya’da oluşturduğu “Ukrayna’yı destekleme koalisyonu” halen aktif. ABD Savunma Bakanı’nın başkanlığında, Almanya’daki Amerikan atom bombalarının depolandığı Ramstein Askeri Üssü’nde Ukrayna’yı destekleyen 50 ülkenin savunma bakanları ve üst düzey askerlerinin katıldığı koalisyon toplantılarının sonuncusu geçen hafta gerçekleştirildi. Ukrayna’ya askeri ve siyasi destek amaçlı bu koalisyon ilk gününden itibaren savaşın herhangi bir uzlaşmayla değil de, zaferle sonuçlanmasının hedeflendiğini açıklamıştı. Kimse artık bunu tartışamıyor. Bir dönemler ABD saldırganlığının entelektüel sözcülerin başında yer alan, herhangi bir uluslararası krizde “ne diyecek?” diye ağzına bakılan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in uyarıları bile artık dikkate alınmıyor. Birkaç ay sonra 100 yaşına girecek olan Kissenger, geçtiğimiz yıl çıkan son kitabı dolayısıyla kendisiyle yapılan söyleşilerde Batı’nın “Rusya’yla uzlaşması” gerektiğine işaret ediyordu, unutuldu gitti.

Almanya’nın önümüzdeki günlerde vereceği 14 Leopard 2 ve 40 Marder (Scholz bunlarla ilgili kararı da geçen hafta açıklamıştı) tankının ilk etapta savaşın gidişatını etkilemesi söz konusu değil elbette. Daha önce verilen tanksavar ve uçaksavarların, hava savunma sistemlerinin de. Tanklarla ilgili ilk talepler geldiğinde, ciddi askeri uzmanlar Ukraynalı askerlerin bunları etkin bir biçimde kullanması için haftalarca, hatta aylarca sürecek özel eğitimlere ihtiyaç olduğuna işaret ediyordu. Tabii bu arada bu gelişmiş silahların ve dolayısıyla teknolojisinin Rusya’nın eline geçme riski de dile getirenler oluyordu. Ancak medyada ve siyaset sahnesinde parlayan, parlatılan yeni yetme askeri uzmanlar bu uyarıların geçerli olmadığını, Ukrayna’nın yetenekli, becerikli, yaratıcı kahraman askerlerinin bu silahları en kısa zamanda kullanır hale geleceklerine emin olduklarını açıklayarak bu uyarıları bertaraf etmişti.

*****

Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemi çağrıştıran uluslararası kriz ve çatışmalar “tarihin tekerrür ettiği” izlenimi veriyor. Elbette öyle değil. Örneğin “yönetenlerin yönetemez hale geldiği” bu sürecin “yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir boyutu yok. İnsanlığın adil bir biçimde paylaşması gereken ortak zenginliklerin silah üreticileri, tüccarları ve ortaklarının zenginliklerine zenginlik kattığı, doğanın arsızca sömürülmesiyle gelecek kuşaklara tamamen tahrip edilmiş bir çevre bırakacak olan bu süreci, insana yakışır, eşitlikçi, dayanışmacı, gerçekten demokrat ve sosyalist alternatiflerin güçlenebileceği evrelere dönüştürmek zor, hatta imkânsız gibi.

Halbuki ilk dünya savaşı öncesinde bu mümkündü. Kapitalist ülkelerin hemen hepsinde o zamanlar “sosyal demokrat” olarak bilinen muhalefet partileri arkalarına büyük kitle desteği almış, devrimci dönüşümleri gerçekleştirebilecek durumdaydılar. Nitekim Büyük Ekim Devrimi de bu süreçte olgunlaştı. Ancak o dönemin krizinin küresel bir devinime yol açmasının önüne de “sosyal demokrat”lar çıktı.

Burada kısaca o günlere dönelim.

Sosyal mücadeleler tarihiyle ilgilenenler hatırlayacaktır. İsviçre’nin Zimmerwalt kasabasında (Bern yakınlarında) bir otelde 5-8 Eylül 195’de, yani büyük savaşın birinci yılında, Rusya, Almanya, Fransa, Polonya, İtalya, Hollanda, İsveç, Norveç, Bulgaristan, Romanya ve İsveç gibi ülkelerden sosyal demokrat liderler ve sosyal demokrat partilerin temsilcileri bir araya geldiler. Tarihe “Zimmerwald Konferansı” olarak geçen bu buluşmada Lenin ve arkadaşlarının “bu gerici dünya savaşına açıkça karşı çıkıp, süreci sosyalist dünya devrimi”ne dönüştürme önerisi azınlıkta kaldı. Başta Alman sosyal demokratlar olmak üzere çoğunluk “anavatan savunması” ve “demokrasiyi savunmak” gibi gerekçelerle kendi ülkelerindeki hükümetlerin savaş politikalarını desteklemeye devam ettiler. O süreci bir dünya devrimine dönüştürmek mümkün müydü, bilinmez. Ancak sürekli savaş üreten kapitalizmin merkezlerinde (o sırada ABD henüz savaşa girmemişti, konferansta İngiltere’nin sosyal demokrasisi – İşçi Partisi – yoktu, ama katılmamalarının nedeni delegelerin pasaportlarına el konulmasıydı, yani katılacaklardı) oldukça güçlü olan sosyal demokratlar, emperyalist paylaşım savaşına “bu bizim savaşımız değil” diyerek karşı çıksalar, eş zamanlı olarak “genel grev”ler organize etselerdi, bugün daha farklı bir dünyada yaşıyor olacağımız kesin.

Sonrası biliniyor. Lenin’in “savaşa hayır!” politikası sonuç verdi, Rusya’da emekçiler ve onların evlatlarından oluşan askerler devrimcilerin çağırılarını dinlediler, emperyalist savaşı sürdürmekten yana olan hükümetleri (önce Çar’ın, sonra da sosyal demokratların hükümetini) devirdiler, devasa bir coğrafyada sosyalistlere insanlığın en gelişmiş ütopyasını gerçekleştirme fırsatı verdiler. Ama o sırada birbirleriyle kıyasıya boğuşan emperyalistler, tıpkı Paris Komünü’nde olduğu gibi sosyalistlerin bu atılımına izin vermediler ve dört bir taraftan saldırarak, iç savaşlar organize ederek devrimi boğmaya çalıştılar, sabote ettiler. Sonuç malum…

Almanya’nın sosyal demokratları birinci dünya savaşında olduğu gibi daha sonra da faşizmin iktidara gelmesine ve kısa bir zaman içinde yeni bir dünya savaşı başlatmasına da engel olamadılar.

Bugün Alman sosyal demokratların çoğunluğu, o dönemlerdeki tavır ve tercihlerinin hata olduğunu kabul ediyordu.

Olaf Scholz’un bu süreçte savaş taraftarları tarafından “korkak, beceriksiz, inisiyatifsiz vs.” olarak suçlanmasına neden olan tavrının arkasında sosyal demokratların bu tarihten çıkardığı derslerin de etkisi var kuşkusuz. Onun genç bir sosyal demokrat olarak NATO’ya karşı protesto eylemlerinin ön sıralarında olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Avrupa’da Almanya’nın tam anlamıyla bulaşacağı bir savaşın sadece kendi ülkesi açısından değil, tüm dünya açısından ne denli büyük bir yıkıma yol açabileceğinin farkında. Korkak ve beceriksiz değil, tam tersine şu anda batı dünyasında kendisine güvenilebilecek en düzgün politikacı.

Leopard 2’yle ilgili kararı Ukrayna’da sevinçle karşılanmış son haberlere göre. Tabii beklendiği gibi “tank yetmez, bize bombardıman uçakları da vermek zorundasınız!” çağrıları da geliyor

*****

Yazıyı noktalamadan önce küçük bir tarihi gezinti daha…

Önümüzdeki günlerde tarihi “Adana Görüşmesi”nin (o zamanki haliyle “Adana Mülakatı”) 80’nci yıldönümü. 30-31 Ocak 1943 tarihinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve savaşın başından beri Türk ordusunu Almanya’ya karşı cephelere sürmeye çalışan emperyalist ittifakın liderlerinden Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churcill arasında, Mersin’in Tarsus ilçesine bağlı Yenice’de daha doğrusu Adana-Mersin demiryolu hattı üzerindeki Yenice Tren İstasyonu’nda, bir tren vagonunda buluşmuşlardı. Aslında Churchill’in Kıbrıs’ta, İnönü’nün de Ankara’da yapılmasını istediği bu toplantının konusu Türkiye’nin Müttefik Devletler’in yanında Nazi Almanyası’nın liderliğindeki Mihver Devletlere karşı savaşa girmesiydi. İsmet Paşa, bunun için müttefiklerin Türk ordusunun ihtiyacı olan silah, mühimmat ve teçhizatın, askeri malzemelerin verilmesi şartını koydu. Savaşın ortasındaki müttefiklerin bunları karşılayacak durumları yoktu. Bunu yapmak istemiyorlardı zaten. Böylece Türkiye dünya savaşının bir parçası olmadı.

Üçüncü dünya savaşının arifesinde Türkiye’nin durumu biraz buna benziyor. Ancak çok önemli bir farkla. O dönem Türkiye başka yerlerde savaş sürdürmüyordu. Daha önemlisi savaşan taraflara silah satıp, bu durumdan çıkar sağlamıyordu…

Bu savaşın birçok nedeni var.

Ama en önemlisi bu da sonuç itibarıyla “emperyalistler arası paylaşım savaşı”.

Bu karamsar ortamdan ancak tüm dünyada barış çağrılarının yükselmesiyle çıkılabilir.

Umut veren gelişmeler de oluyor.

Son olarak Kolombiya’dan çok güzel bir haber geldi.

ABD’nin olabildiğince çok ülkeyi bu savaşa bulaştırma politikalarını halen birçok ülke direniyor. Tabii hepsinin farklı motivasyonları var. Bazılarının Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro gibi gerçekten “barışçı” oldukları kesin.

Bu süreçte yoksul, kriz içindeki ülkeleri Ukrayna’ya karşı cepheye almak için yürütülen satın alma girimleri de sürüyor.

Örneğin geçtiğimiz günlerde açıkça “Rusya’ya karşı savaştayız” diyen Almanya’nın Yeşil Dışişleri Bakanı Annelena Baerbock, açlık içindeki Etiyopya’ya yaptığı ziyarette, bir araya geldiği Başbakan Abiy Ahmet Ali’ye açıkça “size buğday veririz, ama siz de Rusya’ya karşı çıkmalısınız!” teklifini yapabilmişti.

Benzer bir teklif de Kolombiya’ya yapılmış.

Bunu Petro’nun Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu’nun (CELAC) 7. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ndeki konuşmasından öğreniyoruz.

Ellerindeki Rus silahlarını Ukrayna’ya gönderme önerisini kabul etmediklerini açıklamış Petro. ABD’nin kendisinden Kolombiya’nın elinde bulunan ve artık kullanılmayan Rus yapımı silahları Ukrayna’ya hibe etme tavsiyesinde bulunduğunu belirten Petro, “Anayasamız bize barışı savunmamız gerektiğini anlatıyor, Ukrayna’da savaşın sürmesi için Rus silahlarını teslim etmeyeceğiz, bu malzemeler hurda olarak kalsın. Biz barışın yanındayız” demiş. Hâlbuki bunu kabul etseydi, Amerika bu “jesti” karşılıksız bırakmayacak, ekonomik olarak zor durumda olan ülkesine bir miktar destek de çıkacaktı elbette.

Başkan Mandela, kendisinden Transatlantik cephenin bir aktörü olmasını isteyen Batıları bir keresinde “Sizin düşman olarak gördüklerinizi bizim de düşman olarak görmemizi istiyorsunuz. Bunu yapmayacağız” diye terslemişti.

Bir parçası olduğumuz barış cephesinin ayağa kalkması ve gelen dünya savaşını önlemesi için mücadeleyi daha da yükseltmesi umuduyla…

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.