TÜRKİYE’DEN DIŞ GÖÇ İLE

ABONE OL
23:32 - 10/09/2022 23:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 

Türkiye’den başka ülkelere, Avrupa’ya, Amerika’ya göç edip, oraya yerleşmiş çok sayıda Türk var.

Özellikle de Avrupa’da, Almanya’da yaşayan, oraya yerleşmiş olan Türklerin genel “durumu” hem Türkiye içerisinde yaşayanlar için hem de Alman toplumu için her zaman “ön yargılı”, “var sayılan” bir tanımlama ve kabul etme olmuştur.

Türkiye yurttaşı olan bu insanlarımız yine yıllardır ellerinden geldiğince Türkiye’ye gelir, giderler.

Aslında ABD, Avustralya, İngiltere, İsveç… dahil dünya’nın birçok ülkesinde yaşayan ve oraya yerleşmiş çok sayıda Türk vardır.

Hem de 1960 yılından bu yana…

Ne yazık ki her toplum kendi içerisinde ön yargılar taşımaktadır, …

Yurtdışında yaşayan bu grup Türk’lerinin sorumlulukları ve görevleri var mıdır, diye düşünecek olsak…

Almancılar diyerek adlandırılan Almanya Türkleri “kökenlerinin Türkiye’nin her bir yerinden olmasına rağmen”, ülke içerisinde bir hor görme, bir takmama, beğenmeme ile karşılaşmıştır.

Bugün için sayıları 3 milyonu bulan ve şu an 4. kuşaklarla birlikte Alman toplumunda önemli bir yeri olan Türkler aslında her şeye rağmen ne yıkılmışlardır, ne de yok olma yoluna girmişlerdir.

İlk dönemlerde geldikleri iş yerlerinde “konuk işçi” olarak görülmeleri ve bir gün “geri dönecekleri” düşünülmüşse de bunun böyle olamayacağı çok da erken anlaşılmıştır.

Almanya nüfusunun %8 kadar yabancı kökenlilerden oluşmaktadır ve bunların ortak genel sorunları vardır.

Özellikle eğitim ve eğitimden pay alma konusunda Türkler ne yazık ki pek ön sıralarda olamamışlardır.

Anne ve babaların eğitim ve öğretim düzeylerinin düşük olması zamanla ardından gelen diğer kuşaklarda da çok büyük etken olmuştur.

Türklerin aslında en temeldeki sorunu böylesine bir endüstri ülkesinde, bir Avrupa toplumunda “nasıl yer almaları” ile ilgili bir kimlik belirleme tutumunda olmuştur.

Yerleşme ve “nasıl bir yerleşme” konusu hep öylesine geçiştirilmiştir.

Yerleşebildikleri iş yerleri ve çalışma koşulları çok da ortalamaya denk gelmemiştir.

Genelde yardımcı işçi olan ve alt meslek düzeylerinde bulunan işlerden elde edilen kazançlardan çok tutumlu olmak ve dikkatli harcamalar yapmakla geçen yıllar içerisinde geçen bir ömür…

Hem geldikleri ülkeden, hem de içerisinde yaşadıkları ülkeden kendilerine karşı zaman içerisinde oluşmuş olan “ön yargılara” karşı duracak, onlarla uğraşacak ne durumları oldu ne de böylesine bir “mücadele bilinçleri”…

Türkiye’de onlarla ilgili kulaktan kulağa oluşmuş olan ön yargılar bir yana bir de Alman toplumunda üretilen ön yargılarla çevrilmiş bir kitle olarak, kendi içlerinde, kendi sorunlarıyla baş başa yaşamaya devam ettiler.

İkinci ve üçüncü kuşakların dil öğrenme ve okulda daha iyi bir yer edinmeleri ile birlikte çocukların daha üst bir düzeye geçeceği düşünüldü.

Bununla birlikte Türk toplumunun içerisinden yüksek öğretimi bitirenlerin sayısı % 7’ye ancak yaklaşmaktadır.

Orta dereceli okullardan meslek okullarına devamla birlikte “meslek” edinme daha çok öne çıkmıştır.

Toplumda yer edinmede konusunda Türkler kendi aralarında ve kendi içlerinde bir örgütlenme, dernekleşme modeline gitmişlerdir.

İlk kuşağın kültürel öncelikleri olan “dinsel görevleri” yerine getirme dürtüsü ile birçok yerde küçük cami dernekleri kurulmuş ve onların aracılığı ile ibadethaneler açılmıştır.

Zamanla bu dernekler ülke genelindeki “ayrışımlar ve farklılıklara” paralel olarak da Almanya’da çeşitli cami derneklerini oluşmasına yol açmıştır.

Öte yandan ayrıca “Türkiye siyasal” dalgalanmalarına yakın türde dernekler açılmış ve birçok yere yayılmıştır.

Özellikle sağ görüşlü olarak düşünülüp açılan dernekler, ülkücü düşünce ile ya da dinci düşüncelere yakın olarak kurulmuştur.

Bunların yanı sıra sol ve sosyalist düşünceye yakın dernekler de birçok yerde açıldı ve sosyal, siyasi çalışmalar yapmak istediler.

Ayrıca yine dinsel düşünce yapılanması ile Alevi, Bektaşi dernekleri ve örgütlenmesi de Almanya’da ve tüm Avrupa’da yayıldı.

Diğer alanlarda birçok dernek zamanla kuruldu ve çalışmalar gösterdi.

Mesleklere dayanılarak kurulan birçok dernek de oldu.

Ayni tür dernekler kendi aralarında bir bütünlük sağlamak için federasyonlar kurdular.

Toplumsal sorunlara eğilmek ve çözüm yolları aramak için kurulan ve genelde partiler üstü tutum içerisinde bulunan derneklerin kurulduğu da gözlemlendi.

Örneğin “eğitim” konusunda katkılarda bulunmak ve aydınlanma çalışmaları yapmak amacını taşıyan “Türk Veliler Birliği” birçok yerde kuruldu ve federasyon olarak devam etti. (FÖTED)

Benim de kurucular arasında bulunduğum FÖTED özellikle çağdaş ve demokrat bir bakış açısı ile siyasal partilerin iz düşümünde olmadan Türk anne ve babalara okul, eğitim ve öğretim konularında yol göstermek, onları aydınlatmak istemiştir.

Bunların yanı sıra Almanya genelinde bulunan birçok dernek ve federasyonun ortak bir birliği olarak “Almanya Türk Toplumu” kuruldu ve çalışmaları ile önemli bir görev üstlenmiş oldu. (TGD)

Türk meslek gruplarının dernekleşmeleri ile kendi aralarında iletişim ve meslek içi eğitimler sıklaştı.

Göçün ilk yıllarında dernekleşme modeli içerisinde en sık görülenlerden biri de “spor” dernekleri oldu.

Yerel olarak kurulan bu tür dernekler genelde Türk gençlerinin boş zamanlarını sporla değerlendirmeleri amacını taşıyor.

Tüm bunların dışında Türkler Alman siyasi partilerine de üye oldular ve oralarda çalışmalar yaptılar, bir yerlerde görev de aldılar.

Almanların kurduğu derneklerde üye olan Türklerin sayısı ise sanırım çok azdır.

Bilindiği gibi her toplumun kendi içerisinde çok farklı katmanları, kitleleri vardır.

Ve her toplum kendi kültürel, ekonomik, toplumsal yapısına göre güç kazanır ve ya ilerler ya da geriler.

Ve yine her toplumun kendi içerisinde çok farklı sınıfları, toplulukları vardır.

Toplumu ileriye götürecek ve birlikteliği sağlayacak, kalkındıracak güç sadece para ve ekonomik birikimler değildir.

Bir toplumun bir öncü kitlesinin, bir aydın kesiminin, bir entelektüel kesiminin de var olması ve bunların da pek geride durmadan sorumluluk bilinci taşıması gerekmektedir.

Aydın ve entelektüel kesim ancak belli bir birikim ve buna bağlı olabilecek dünya görüşü ile, bilgi ve aydınlama çalışmaları, araştırmaları ile oluşur.

Evet, ilk bakışta hemen akla bir “yüksek” öğretim olması gerektiği gelse de bu yalnızca işe yarayabilecek bir etkendir.

Evet konumuzun içindeki halk kesiminin çocukları, “iyi okullara” gitmelidirler ve “iyi meslekler” elde etmelidirler, doğru!

Ama, bunun için var olabilecek temel alt yapı yeterli midir?

Hayır!

Bir insanın tüm bilgileri, deneyimleri, yaşanmışlıkları, duygu ve düşünceleri, fikirleri, becerileri… kesinlikle gereklidir ve yararlıdır.

Ama, tüm bunların “birleşerek”, kendi içlerinde “karşılıklı etkileşmeler” sağlayarak bir BİLİNÇ” ortaya çıkarması gerekir.

İşte bize gerekli olan, esas olan da budur: BİLİNÇ…

Türk aydını, Türk okuryazarı, Türk meslek insanı… kendi elde ettiklerini, kazanımlarını, birikimlerini bir BİLİNÇ oluşumuna çevirebilmelidir.

“Ben yapacağımı yaptım, okudum, mesleğimi elde ettim, işim de var”…. diyebilir.

“Koca bir Türk toplumunun dertlerine ben mi çare bulacağım?”

“Ben mi uğraşacağım bu işlerle?” diyebilir.

Geride kalan kuşaklar, geride kalan çocuklar, gençler… kendi sorunlarıyla baş başa kalır.

Böyle olduğu sürece, her bir dernek kendi işine ve kendi çevresine baktığı ve diğerlerini görmediği sürece de göç olgusunu yaşamakta olan toplum “ana sorunlarını” çözmekte zorlanır.

Bizim bir “büyük toplum” olduğumuzun ve temel sorunların “hepimizi” ilgilendirdiğinin bilincine varmamız gerekir.

Parçalanmış, bölük pörçük olmuş bir Türk toplumu tam da bu durumdan dolayı hep karşı karşıya getirilmek istenir.

Peki, iyice düşünmek ve sakince, genişçe bakmak gerekmez mi?

Türk toplumunun “birlikte” ve “güçlü” olması, sömürüye, kandırılmaya açık “olmaması” kimlerin işine gelmez?

Almanya göç tarihi 60 yıldan bu yana birçok örnekleri de göstermiştir. ..

Türkiye siyasetinin dalgaları buralara kadar gelmiş ve buradaki örgütleri, insanları kendi çıkarları için kullanmak istemiştir.

Birçok paralar toplanmış ve o paralar bir yerlere aktarılmış…

İsteyen bu konularda araştırır, okur, öğrenir.

Buranın koşullarına ve sorunlarına yönelik bir “bakış açısı” ve “yaşam biçimi” geliştirmekte geç kalınmıştır.

Almanya toplumunun iyi yönleri ve yararlı davranış biçimleri zamanla örnek alınmışsa da yine bugün ana bakış açısı, toplumsal ve siyasi çekim merkezi Türkiye olmaktadır.

Evet, bunun temelde yatan ana nedeni Alman siyasetinin Türkleri yerleşik bir kitle olarak kabul etmedeki gösterdiği zorluktur.

Türkler her zaman “gidecek ve burada kalmayacak, küçük işleri yapacaklar, bizim istemediğimiz işleri yapacaklar” bakış açısı ile görülmüştür.

Ne onlara yerleşmeleri, kentleşmeleri için iyi örnekler, güzel “modeller” sunulmuş ne de “önderlik” yapılmıştır.

Alman devleti kendi “yabancılar politikası” gereği her zaman Türkleri en kıyıda ve üçüncü sınıf bir kitle olarak görmüştür.

Türklerin çocukları çok başarılı olsun, iyi meslekler kazansın, yüksek öğretime erişebilsin… diye bir destek ve geliştirme modeli uygulanmamıştır.

TÜRK TOPLUMU kendi parçalanmışlığı içerisinde kendi kendine ve bu genel tablonun farkında bile olmadan yaşamaya, çalışmaya devam etmiştir, etmektedir.

Benim için şu an asıl soru ve asıl sorun şudur:

TÜRK TOPLUMUnun entelektüelleri, okuryazarları ve aydınları, yüksek tahsil alabilmiş olanları “tüm bu bakış açısına” ne zaman gelebileceklerdir.

Neler yapılabilir?

Aslında 60 yıldır TÜRK TOPLUMUnun Almanya genelinde gösterdiği birçok bireysel başarı ve kültürel, sanatsal örnekler çoktur ve de önemlidir.

Bunları olduğunda, oluşmasında ne denli farklı etkenler rol oynamışsa çok önemlidir ve yararlı da olmuştur.

Birçok dalda kurulan işyerleri ile ticarette, endüstride ve bilimsel çalışmalarda Türk kuruluşları önemli yerler edinmiştir.

Sadece eksik olan tüm bu başarı öykülerinin, modellerinin içerisinde, sunumunda bir ” TÜRK TOPLUMU ” birlikteliği ve gücünün eksikliğidir.

Görüldüğü gibi tüm bu başarıların Türkiye içerisinde tanıtımı ve algı oluşmasına olumlu katkıları hep eksik kalmıştır.

Tek, tek başarı öykülerini duyan, bilen Türkiye halkı yine de Almanya Türk halkını bir türlü olumlu yere koyamamaktadır.

Bu yalnızca Almanya’da yaşayan Türk’lerin bir eksikliği midir?

Türkiye halkı da artık ön yargılardan, ayrımcılıktan uzaklaşmaya çalışmalıdır.

Bu örneklemelerden yola çıkarak şunu bir ilke olarak edinmeliyiz:

Türkler nerede olurlarsa olsunlar, hangi ülkede yaşarlarsa yaşasınlar, tümü ile “bizim” bir varlığımız ve gücümüzdür.

Almanya’da bulunan Türk halkının kendi içerisinde farklılıklar ve çeşitlilikler göstermesi çok doğaldır ve de demokrasiler için çoğulcul olmak da bir özelliktir.

Onları bir birlik ve tümlük içerisinde görmek, kabul etmek, olumlu modeller geliştirmek gerekir.

Emperyalizmi herkes bilmektedir.

Ve emperyalizmin ne istediğini, nasıl çalışmalar yaptığını da bilen çoktur.

Ayrıştırıcı, bölücü, çıkarcı, küçümseyici, alaycı, parçalayıcı… davranmak isteyen her türlü düşünce ve kişilere “yanlış” yaptıklarını anlatmak gerekir.

Türk toplumunun içinden çıkan ve  genelde herkesi ilgilendirecek konularda yayınlar, derlemeler, istatistiksel çalışmalar… yapılmalıdır.

Basın yayın kurumları ile çok daha sıkı ve işlevsel ilişkiler içinde olmak gerekecektir.

Eğer bugün Almanya Türk halkı bir büyük toplum olduğunu ve birlikte güçlü olduğunu, temel sorunların da ancak birlikte çözümleneceğini kavrar ise mutlu ve başarılı oluruz.

Yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızla ilgili “olumlu algılara” ve içselleştirmelere gidilmesinin zamanı gelmiştir.

Bunun için de “önce kesim” olarak aydınlara, ve önder olabilecek kişilere gerçekten büyük sorumluluk ve yükümlülük düşmektedir.

Daha mutlu, daha güvenli, sağlıklı ve de huzurlu bir toplumda yaşayabilmek dileklerimle…

Öğretmen Gönen Çıbıkcı

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.