TOPLUMSAL KORKULAR VE BİREY

ABONE OL
00:00 - 23/10/2022 00:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

TOPLUMSAL KORKULAR VE BİREY

Son yılların genel gidişine bakıldığında toplum ve bireylerin gittikçe çok endişeli ve korkulu bir ruh durumuna girdiği görülüyor.

Hiç de kolay olmayan, sıkıntılı, çözüm yolları karışık ve bazı noktaları da karanlıkta kalan bir yapılanmaya gidildikçe insanlar çok daha endişeli olmaktadır.

.   Hep böyle korkacak ne var?

Bunu artık her yerde birçok kişinin ağzından duymak olası…

Bugünün sorunları ile, güncel sorunlarla baş edemeyen yurttaş bunları yaşadıkça yarınlardan, gelecekten çok daha korkar bir ruh durumuna girmektedir.

Yönetimlerin baskıları gibi “olağan dışı” koşulların oluşması sonucunda toplumlarda genellikle bir “suskunluk sarmalı” ile birlikte korkular oluşur ve “tercih çarpıtması” yaşanır,

Bu ilerledikçe de sonuçta bir “toplumsal felç” durumu oluşur.

Sıradan birey “içinde yaşadığı” toplumdan dışlanmayı istemez ve onunla “uyum” içinde yaşamaya yönelir.

Eğer, fikirleri içinde bulunduğu gruptan ya da toplumdan onay görmüyorsa, fikirleri açıkladığı taktirde dışlanacağını, baskı göreceğini düşünüyorsa “korkuları” başlar ve bir çeşit kişisel “önlem” olarak susar.

Bu ise o kişiyi zamanla ortadaki genel kabul görüşe “uyum” göstermeye, “teslimiyetçiliğe” kadar götürebilir.

Elinde yapabileceği bir şeylerin olmadığını, gücünün “kalmadığını”, sorunlarla baş edemediğini gören insan ruh sağlığının “olumsuz” etkilendiğini görmekte ve artık iç huzurunu yitirmektedir.

Sağlığı bozulmuş ve de çözüm yollarına uzak kaldığını düşünen kitleler daha önceden edindikleri bilgi ve deneyimlerinden şüphe eder duruma düştükçe de “umutlarını” yitirmiş olmaktadır.

Aslında ortada gözle görülen ve çok açıkça belli olan somut bir düşman da yoktur.

Yani bilinen türde bir savaş durumunda olunmadığı için ruhsal anlamda, savunma açısından bir açıklık yoktur.

Ortada birçok söylentiler, haberler, yorumlar, bilgiler dolaşıyor olsa bile sıradan yurttaş her geçen gün çok daha derin bir bunalıma düşmektedir.

Korkunun etki alanı gittikçe genişliyor, var sayımlar büyüyerek dogmalar haline geliyor…

Korkuları giderecek önlemler, güven getirecek çözümler aranıyor…

Beyindeki korku merkezi ile daha tutucu eğilimler ve tercihler arasında ilişki güçlenmeleri artıyor…

Toplumsal olarak bir güven hissinin oluşturulması “gerekirken” ekonomik çöküş, adalete olan güvensizlik, günlük gereksinimlerin karşılanmasında çekilen zorluklar, zamlar, pahalılık… artmakta oluyor ise yurttaş gittikçe bir “algı bozukluğu”, korkular içinde yaşam çekmeye başlıyor.

Böylesine korkuları artan bir toplumu baskılamak ise çok daha kolaylaşıyor.

İnsanın uzun zamandır zihinsel olarak geliştirmiş olduğu “baş etme mekanizmaları” bastırılmaya başlanılıyor.

Akılcıl fikir yürütme ve bunu destekleyen tüm beceri birikimleri korkunun gölgesinde kayboluyor.

Bir süre sonra insan korkusunu anlamak ve keşfetmek isteğini de yitirir duruma füşüyor.

Korku neredeyse bir dokunulmazlık kazanmış, kendi başına “başıboş” bir duruma bürünürüyor.

Bu durumda ise korku bir baş etme işlevinden çok, bir tür çaresizlik ve hareketsizlik işlevi görülmeye başlıyor.

Artık insan davranışsal düzeyde tedirginlikler yaşar ve birçok da “kaçınma” tepkilerine bürünüyor.

Yaşama bağlılığı ve umutları yitirildikçe de süreğen olarak kendi sınırlarının içine kapanır duruma düşüyor.

Zihinsel olarak oluşturulabilecek daha “işlevsel” çözümleri bir yana bırakılıp, kapsam olarak artmış olan korkuları “teskin etmeye” yönelik eylemlerin öne çıkması başlıyor.

Tüm bunların oluştuğu durumda imaj oluşturucular, zihin yönlendiriciler ve stratejistler, siyasetçiler başta olmak üzere farklı taraflar “duygu” dağarcıklarımızın biçimlenmesinde çok etken ve belirleyici rol oynamak istiyorlar ve de başarıyorlar.

Nerde ise tüm medya ile, basın yayın kurumları ve TV’ler ile, reklamlar ve sinema ile tüm toplumu çok başarılı bir biçimde etkileyebiliyorlar.

Son yıllarda yaşanılan zihinsel zorlanmaların ve yorgunlukların temelini tüm bunlar oluşturuyor.

Yaşanılan günlük gerçekler, duygular ve istekler, özlemler, hayaller yaşamımızda karşılıklarını bulamayınca insanlar büyük bir boşluk duygusu yaşıyorlar.

Yaşadığımız ülkede şu anda “en baskın korkuları” sıralayacak olsak ne deriz?

Geçim sıkıntısı, hukuk devleti arayışı, gelecek endişesi, yabancı düşmanlığı, toplumsal ayrışma, işsiz kalmak, evsiz kalmak, aç kalmak, sigortasız çalışmak, çocukların iyi bir eğitim alamaması, paranın değerinin düşmesi, savaş çıkması… en önde gelen korkular olarak yer alıyor.

Özellikle “gelecek korkusu” kişi, sınıf ve siyasi taraf gözetmeksizin toplumun her kesiminde yaşamı yönetiyor.

Güvenlik kaybı ve hep zarar görmek duygusu, kişiler arası ilişkilerde şüphe ve güvensizlik duygusu yaşamı yoğun bir biçimde etkiliyor.

İnsanlar kendilerini kapatıyorlar, kolay açmıyor, fikirlerini kolayca açıklayamıyorlar, kendi içlerinde bir endişe-korku dünyasında yaşıyorlar.

Olaylara bakış artık hep “dar kalıplar” ve ön yargılar üzerinde kurulmaya başlanılıyor; eleştirel düşünce, çözüm yolları aramak artık bırakılmış gibi oluyor.

Yaşama pratiklerinin tümü bu korkular üzerine kurulduğu için toplumsal üretimler ve kitleler arasındaki dayanışma, güç arayışları ve birliktelikler ise gittikçe kısıtlanıyor.

Korku toplumsal bir özellik, bir nitelik kazandığında ise bunun ekonomik, siyasi ve tıbbi açılardan toplumsal maliyeti artık hesaplanamaz bir düzeye çıkıyor.

Gündelik stres ve yaşam kalitesinin düşmesi ile ruh sağlığında bozulmalar görülecektir ve de sağlığı bozulanın iyileşmesi daha da zorlaşacaktır.

“Korku”nun toplumsal nitelik kazanması görünmez birçok dinamikleri de aksatacaktır.

Depremler, büyük kazalar, doğal afetler, enflasyondaki artış hızı, toplu işten çıkarmalar, beklenilen adaletin sağlanamaması, yolsuzluklar, karanlık işler, yanlış politik kararlar… artıkça ve sıkça karşılaşıldıkça toplumsal olarak güven duygusu oluşturulamayacaktır.

Korku manipüle edilip belli bir siyasi yarar için kullanılmakta ve istismar edilebilmektedir.

Toplumların, halkların zor zamanlarda kendilerini nasıl koruyacakları yönünde çok geniş bellek dağarcıkları vardır.

Korkuları ehlileştirebilecek en temel kaynağımız ise çok daha öncelerden oluşturduğumuz birikimler ve tarihsel deneylerdir.

Daha önce zor zamanlarda yaşadıklarımızdan neler öğrendiğimizi, savunma gücünü nasıl topladığımızı ve başarıya nasıl ulaştığımızı yeniden anımsamamız gerekecektir.

Bugün yüz yıllık devlet kuruluşuna baktığımızda o günlerin sıkıntıları, savaşlar, yeni devlet kurmanın gücü ve heyecanları, atılan adımlar, devrimler, halkın dayanışması, yokluklar içinden kalkınma hedefleri, çağdaşlaşmak ve uygarlaşmak için ön görüler, emperyalizme karşı bağımsızlık ve özgürlük direnişleri ile birlikte düşünüldüğünde çok derin deneyimlere sahibiz

Çok uzun bir zamandır bu öğrendiklerimizden elde ettiğimiz çıkarımlarımızı bugün toplumsal politikalarımıza katmaya gayret edebilmeliyiz.

Neyi “nasıl” yapabileceğimiz, nerede nasıl davranabileceğimiz, olaylara ve durumlara karşı nasıl bir duruş takınmamız gerektiğini öğrenebileceğimiz çok değerli yazılı, belgesel kayıtlarımız vardır ve onları yine bugün belki yeniden okumak ve öğrenmek durumundayız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk çok yönleri ile bir önder, bir kahraman, bir devlet adamı, bir düşünür ve yol göstericidir; onun yeri ve değeri tüm bu anlamda bizim için çok önemli ve değerli olmaktadır.

ATATÜRK‘ün gösterdiği yoldan ve hedeflerden uzaklaştırılmadan bugünün temel sorunlarına çözümler aramak, kendimizi geliştirmek, çok çalışmak ve akılcıl düşünceler üretmek, sağ duyulu olmak yolu ile umudumuzu yükseltmeliyiz.

Korku toplumu olmaktan ancak bilinçli ve çağdaş bir uygar toplum olarak kurtulabiliriz.

Sağlıklı, huzurlu ve güven dolu günlere erişmek dileklerimle hoşça kalınız…

Gönen Çıbıkcı

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.