SEVGİSİZ İNSANLAR YETİŞTİRİLMESİN

ABONE OL
11:11 - 03/07/2022 11:11
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

….. Madımak katliamının acısına:

Her insan kendi içinde bulunduğu çağı, zamanı ve ortamı, toplumu yaşar, onlardan edindikleri ile kendisini geliştirir, kişiliğini oluşturur.

İnsanların ne denli çok ve farklı davranış biçimleri, kişilikleri var ise de ortak olan yönleri ve duyguları da vardır.

İnsanın en önemli ve ortak özelliği ise onun kendi beynidir.

Her şey ama her şey beyinsel kayıtlar ve kodlamalar ile ilgilidir.

Bizi var eden, insanı yönlendiren, nasıl olduğumuzu gösteren de hep kendi beyinsel yapımız, durumumuzdur.

İnsanın beyni “doğal” yapısı ile doğumla birlikte biçimlenmiş olsa bile asıl olan çevreden, toplumdan, ailesinden… aldıkları ile işlenmesi ve geliştirilmesi, yönlendirilmesidir.

Bunun için bir toplumdaki yapılar, kurumlar çağının gerisinde olmamalı ve yurttaşlarını en iyi donanım ve duygularla yetiştirebilmelidir.

İnsan ilişkilerinde en çok önem verilenlerin başında sevgi ile “karşılanmak”, sevgi “görmek” gelir.

Sevmek ve sevilmek temel duygu olarak bir insanı en çok etkileyendir.

İnsan ilişkilerindeki sevginin yeri ve oranı belki de tüm ilişkide en önemli etkendir.

Her insanın diğerlerine yaklaşımındaki sevgi ölçeği, oranı aynı mıdır?

İnsanlara sevgi ile yaklaşabilir olmak öyle birden olacak bir iş değildir aslında…

İnsanın doğasında bulunan birçok özelliklerinin yanı sıra başka kişilere, başka varlıklara sevgi duyabilmesi de vardır.

İnsanın genetik özellikleri ne kadar önemli ise doğup büyüdüğü ev ve mahallesi ile birlikte aldığı ilk kültür “sevgi eğitimi”nin de başlangıcını sağlar.

Sevgi ile yaklaşabilmek, sevgi duyarak davranabilmek daha birçok şeyde olduğu gibi bir içsellik taşısa da öğrenilmesi, eğitilmesi gereken bir “durum”dur.

Bu nedenle ilk adım ailede başlar.

Aile çocuğuna birçok değeri öğretirken, birçok değer için eğitim vermesi gerekirken “sevgi” ile davranmayı ve sevgi ile algılamayı da öğretmelidir.

“Sevgi eğitimi” kesinlikle bir ön koşuldur ve tüm toplumda, eğitimde ciddiye alınması gerekir.

Ailelerin neredeyse tümünde böylesine bir konu bir “eğitim” olarak düşünülüp, ele alınmaz.

Okullarda edinilen örgün eğitim sonucu kazanılan bilgiler ve bakış açıları çok önemlidir, inkar edilemez.

Öte yandan gerçek de şudur:

Ne yazık ki aile içinde özellikle bilerek ve bilinçli bir düşünce ile “eğitim” üzerinde durulmaz.

Genelde kendi çocukluğunda ailesinden, çevresinden neler edindi ise, neleri kendi yaşamında algıladı ise kurduğu ailesinde de onları uygular, çocuklarını öyle yetiştirir.

Ama, bunu değiştirmek gerekir.

En azından bunu bilip, üzerinde bilinçle düşünmek gerekir.

İlk doğumla birlikte çocuğa doğal bir “sevgi öğrenimi ve eğitimi” verilmelidir.

Öfke, şiddet, hırs… gibi olumsuzluklarla karşılaşmadan  büyümelidir bir çocuk, bir insan….

Öte yandan bir diğer gerçek ise şudur:

  1. yüzyılın getirdiği yeni yaşam biçimleri ve olanakları, teknoloji ile birlikte insan ve toplum başka edinimler ve algılamalar ile karşılaşmaktadır.

Dar kapsamlı aile ve gerçek kişiler yerine sanal ortamlar, internet ve yeni tür iletişim ile anne-baba-çocuk etkileşimi başka boyutlara yönelmeye başlamıştır.

Özellikle genç aileler sosyal medyadan ve internet kullanımından çok etkilenmektedir.

Örnek alınan davranış ve düşünce modelleri onları etkilemekte ve yönlendirmektedir.

Çok hızlı akan zaman içerisinde zihnine yerleştirdiği o dijital görseller, işitseller ile birlikte beyinsel işlevleri yönlendirilmektedir.

Çok hızlı olan zaman akışı içerisinde insanın eleştirel düşünmeye, kendini korumaya yönelik ilkesel kararlar almaya pek zamanı kalmamaktadır.

Toplumda egemen olan akış artık bir “sürü” etkisi olmuştur.

Sürü psikolojisinden kurtulabilmek sanki olanaksız bir duruma gelmiştir.

İnsanlar birbirlerinden, sosyal medyadan, TV’lerden alınan neler var oldu ise onlar ile kişilikler yönlenmeye, iradeleri etkilenmeye başlamıştır.

Sevgi ve insancıl olumlu yaklaşımlar, davranışlar “nasıl” ve “nereden”, kimlerden elde edilecektir?

Sağlıklı ve sevgi temelli insan kişilikleri olumlu yönde nasıl geliştirilecektir?

Büyük bir denetimsizlik ve bilinçsizlik ile geçirilen zaman ve ilişkiler içerisinde anne ve baba özellikle çok daha dikkatli ve seçici davranmalıdır ki çocuklarını en iyi biçimde yönlendirebilsinler.

En kısa biçimde şunları söyleyebiliriz:

– Denetimsiz ve eleştirel bakılmayan hiçbir dijital veriye kapılmamak gerekir (Tüm sosyal medya, TV, film, reklamlar, moda, müzik…)

– Çocuklar 16 yaşından önce asla denetimsiz ve yoğun bir dijital ortama bırakılmamalıdır. (Cep telefonları, internet, oyun programları, çizgi filmler, müzik programları…)

– Her türlü “ücretsiz” sunulan dijital programların arkasında büyük güçler, yönlendiriciler, veri toplayıcılar, kazanç elde edenler …vardır)

– Çocuklarını en küçük yaşlardan anne ve baba ile karşılıklı açıklayıcı, yönlendirici konuşmalara gereksinimi vardır.

– İletişim dilimizin içerisinde sevgi ve yumuşak tonlama olmalıdır.

– Devlet çağ dışı, demokratik kurallara uymayan yapılanmalara asla izin vermemelidir.

Görüldüğü gibi artık zamanımızda her şey çok hızlı gelişiyor ve tüm yaşamı etkisi altına alıyor.

Birçok konuda kolaylıklar edinildiğini görerek yaşayarak yüksek teknolojinin ilerleyişine tanık oluyoruz.

Tüm bunlardan dolayı da üzerimize düşen, sırtımıza yüklenenler eskisinden çok daha az değildir.

Gerçekten hem kendimiz için, hem de çocuklarımız için artık çok daha dikkatli olmalıyız.

Günümüzde birçok görüntüler, yansımalar gerçeği tam olarak da yansıtmayabilir.

Toplumda var sandıklarımızın ardında tamamen farklı ve de hiç akla bile gelemeyecek ilişkiler, güçler de olabilir.

… İnsanlığın gelişimine baktığımızda yüzlerce yıllık dilimler, farklılıklarla karşılaşırız.

Her bir “çağ” kendi gerçeğini, kendi özelliklerini taşır ve kendi toplumsal sınıflarını yaratır.

Çağlar ilerledikçe, toplumun yapısı, bilimde ve teknikte, fende gelişmeler de artar ve insanlık bunlardan yararlanır, gelişir ve uygarlık düzeyi yükselir

“Çağın gerisine düşmeden” yaşamak, içinde bulunulan zaman diliminin getirdiği gelişimleri, ilerlemeleri ve de düzeyi erişilebilir olarak yaşamak gerekir.

Ülkemizde de çağın çok gerisinde yaşamak isteyenler ve yüzlerce yıl öncesinin görüş ve davranış biçimlerine sahip çıkmak isteyenler bulunmaktadır.

Ne yazıktır ki çağdaş uygarlık düzeyine erişememiş ve ilerleyememiş bir toplumsal özelliklere de sahibiz.

Sevgi ve saygı ile temel insanlık ilişkilerinde bir “hukuk devleti”nin ilkeleri içerisinde yaşayamamış olmak ve insanlık dışı, olaylarla karşılaşıyor olmak hem üzüntü veriyor, hem de utanç veriyor.

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Madımak Oteli’nde çoğunluğu yazar ve ozan 33 insan ile iki otel çalışanı yakılarak öldürüldü.

Böyle bir olay nasıl olabilir?

Böyle bir katliama nasıl izin verilir, nasıl engellenemez?

Binlerce insan nasıl olur da sokaklara dökülür ve kin-öfke duygularıyla bir ayaklanma gerçekleştirebilir ve bir oteli içindeki canlarla bilerek yakmak isteyebilir?

Böyle bir olay, böyle bir duygu asla kabul edilemez.

Bunun “temelinde” nasıl bir toplumsal-siyasal-kültürel yapı var olmuş olabilir ki 20. yüzyılın son döneminde açık, açık birileri sokağa çıkıp, ayaklanıp, insanları yakabiliyorlar?

Bu olayın hukuksal yönünü bir hukuk devletinin, demokratik ilişkileri içerisinde incelenip, yargılanması gerekir..

Ama bize düşen, aklı başında, sağlıklı düşünebilen insanlar için sorgulanması gereken şudur:

Ne oldu da, nasıl oldu da “çağdaş uygarlık” yolunda ilerlemesi hedeflenen bir Türkiye Cumhuriyetinde bazıları  insanlıktan çıkacak, sevgisiz ve acımasız olabilecek bir duruma getirilebiliyorlar?

Kimlerdir, hangi odaklardır bu tür “yapılanmaları”, geri kalmışlığı, çağ dışılığı, insanlık dışılığı besleyebilsinler ve bu tür kişilikleri ortaya çıkarabilsinler?

Bu tür ayaklanmayı, katliamı hiç çekinmeden, korkmadan, bile, bile ve açıkça yapabilmeyi kendilerinde bir hak tanıyabilen bireyler nerelerde, hangi çevrelerde yetişmiş olabilirler?

Bizim toplumumuzdan, insanlarımızdan beklenilen bu mu olmalıdır?

Sevgisiz, kişiliksiz, iradesiz, acımasız, vicdansız… bireyler istemiyoruz!

Bu yönde olumsuz bireylerin yetişmesini, beslenmesini hedefleyen “çağ dışı” yapıların artık ülkemizde var olmasına nasıl katlanabiliriz?

29 yıl önce bir katliam olarak yaşanılan bu olayda “adalet” kendisini nasıl ve ne zaman gösterecektir?

O gün orada yakılarak can veren insanları tüm benliğimizle rahmetle ve acı ile anıyoruz..

İnsanlığın o utanç gününde “insanlık dışı” bir olayın yaşanmaması için kendimizi bir kez daha sorguluyoruz.

Almamız gereken ders ve üzerimize düşen görev ve sorumluluklar ise bellidir:

– Türkiye çağdaş demokrasinin her türlü kurumuyla ayakta durabilen bir hukuk devleti olarak uygarlık düzeyini, insan sevgisini yüksek tutmalıdır ve “çağ dışı” oluşumlara, düşünce ve girişimlere izin vermemelidir.

– Her birimiz iyi bir yurttaş ve iyi bir insan olarak bu hedefleri ön görecek biçimde düşünüp, davranabilen çalışkan ve sevgi dolu insanlar olmalıyız.

Bu bizim için bir sorumluluk olduğu kadar bir görevdir de…

Sağlık dolu, huzur dolu, sevgi dolu günler diliyorum.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
    Tüm Yorumlar (1)
    • Mert

      Zoruma gidiyor, kendisini oy verip o makama getirdiğimiz seçtiğimiz kişiler tarafından bizim maaşımızı belirlemiş olmasını zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, Oy verdiğimiz insanlar tarafından çoluk çocuk açlığa sefalete terk edilmiş olmamız, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, Oy vererek birilerini iyi makama getirmiş olmakla, ve tarafından aşağılanmak hakarete maruz kalmak, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, sonra mı; Allah hem biz yarattığı kullarını Adaleti emrediyor, hemde yarattığı zalim kullarının zulmüne bırakıyor. Biz bu zalimden adalet isteyeceğiz, ve onun vicdanına bırakılacağız öylemi, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, demem oki, Kur’an’da neden bana Nemrut ve Firavun’dan bahsedersin Ey Rab?
      Niçin benim bunları bilmemi istersin Ey Allah?

      Zoruma gidiyor, bundan 4000 yıl öncesinde bir Firavun yaşamış olmasından bana ne?
      Ondan öncesinde bir Nemrut isimli zat beni hiç ilgilendirmiyor.

      Zoruma gidiyor, beni ilgilendiren günümüzde yaşayan 4000 yıl öncesindeki firavunların ruhudur.
      Yani daha öncesindeki Nemrut’un ahlâkî karakteridir.

      Zoruma gidiyor, firavunlar bu dünyada hep var olacaklar. Bundan 4000 yıl öncesinde var oldukları gibi bugünde, yarında, 4000 Yıl sonrasında da hep var olacak.

      Zoruma gidiyor, etrafımda Selâmı kestiğim çok sayıda insan ben Müslümanım diyor, ama ülkeyi yönetenlere, liyakatsiz hainlere, makam, mevki, ödül dağıtmaya meşgul taraf oluyor, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, sözde, itibarsız din kurumları, harama helal, helale haram diye fetva vermekten, şeytana ve şeytanın soyuna hizmet etmekten, kutsal değerlere her çeşit saygısızlıkta rekor üstüne rekor kırmaları, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, ve nihayetinde Peygamberin hayatının ilgi alanlarına girmediğini itiraf etmekten dolayı, gerçeklerden bahsetmeye vakit bulamayanlar, halkı günaha teşvik eden yalanlarla vakit geçiriyor olmaları, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, ne müthiş meşguliyet, bu ne yoğunluk! Haram para böyle kazanılıyor. Bu kötü kimseler Peygamber soyarak geçinmeye alışmış bir kere, zoruma gidiyor.

      Hz. Yuşa’ya mezarından kaldıran ve halka gösteriş yapmak için onun mezarına sadece seçilmek maksadıyla gidip de onu rahatsız eden bu günahkar devlet adamları, haram yemekten başka bir şey yapmıyorlar, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, bu yüzden, müslümanlar cezalı ve müslümanların ibadetlerini, Allah yıllardır duamızı kabul etmiyor haliyle, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, ahir zamanda, erkeklerden gerçek din adamı çıkmayacağı bilindiğine göre geriye kalan bayanlara, erkekler tahammül edemiyor, onları konuşturmuyor, zoruma gidiyor.

      Zoruma gidiyor, ben bu sahte ve sözde din adamları ile din kurumlarını yok sayıyorum. Çünkü ben, alimlerin zirvesindeki Alimlerin kutbu olmamın ayrıcalık olduğunun bilincindeyim. Ben, gerçekçi biriyim ve doğru bildiğimden de şaşmam, işte bu durumda benim zoruma gidiyor.

      Allah’u Teala mülkün saltanatının yalnızca kendisine ait olduğunu, bu ayet-i kerimesiyle apaçık bizlere bildirmektedir. Azdın mı, azıttın mı, muhakkak ki karşılığını göreceksin. Buna istinaden, Allah; Kur’an’da yazılmış olduğu gibi takdirimdir der;
      ”Biz nice memleketleri, baskı zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engellerken yok ettik. Geride, damları çökmüş, duvarları yıkılmış harabeler, terkedilmiş susuz kuyular, ıssız kalmış ulu saraylar bıraktılar. (Hac Suresi 45)

      Yanıtla
      +0
      -0