ZUHR-İ AHİR NAMAZI UYGULAMASINA SON

ABONE OL
18:45 - 01/10/2020 18:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Zuhr-i Ahir namazı ile ilgili olarak özellikle Şehitlik Camii eksenindeki değerlendirmeleriniz planımızda ve değerlendirilecektir. Selam ve dua ile..” (Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk)

“Din görevlisinin görev ve sorumlulukları “ başlıklı bir yazı yazdım ha-ber.com sitesinde 10.02.2014 tarihinde. Yazımın sonunda T.C Berlin Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk’e bir teklif yapmıştım; “Sayın Ataşem, namaz kılmanın ve kıldırmanın ötesinde, ciddi hizmetler sizleri bekliyor. İşe, zuhr-i âhir denen uydurma namazdan başlayabilirsiniz, arkasından Cuma günü caminin içinde iki kez okunan ezanı bire düşürmek ve din görevlilerinin zamanında namaza başlamalarının sağlanması gibi konular gelecektir.” Sayın Öztürk bu yazıma iki yorum yazdı. Ben de bir yorumla cevap verdim. Bu yorumlar ve benim cevabım yazının sonuna eklenmiştir.

Daha sonra Sayın Öztürk beni telefonla aradı ve konu ile ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bu konuda verilmiş fetvasının olduğunu ve bu fetvayı e-mailime göndermek istediğini söyledi ve gönderdi fetvayı aşağıda aynen istifadenize sunuyorum.

Sayın Öztürk’e nezaketinden dolayı teşekkür ediyorum. Ancak bu fetvayı Din İşleri Yüksek Kurulu 26.03.2002 tarihinde vermiş. Fetva verildikten sonra muhtemelen gereği için müftülüklere ve ataşeliklere de gönderilmiş olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yapmış. Zuhr-i ahir namazının uydurma bir namaz olduğunu kabul etmiş ve “kılınmasına gerek olmadığına” diye karar vermiş.

Bu durumda haklı olarak şu soruyu sormamız gerekiyor. Peki Din Hizmetleri Ataşeleri ve DİTİB’in camilerinde hizmet veren hoca efendiler 12 yıldan beri bu fetvayı halktan niçin sakladılar? Bu gizlilik garip değil mi? Üstelik Avrupa ülkelerinde Müslümanların böyle bir fetvaya fevkalade ihtiyaçları olduğu halde. Yazık değil mi bu Müslümanlara. Sırf bu yüzden Cuma namazı kılamayan veya kıldığı halde işine geç kalan ve şefinden azar işiten Müslümanlara yazık olmadı mı? Avrupa ülkelerine görevli olarak gönderilen din görevlileri maaşlarını aldılar, hem de çifte maaş olarak, döndüler eski görevlerine. Onların yerine yenileri gönderildi, onlar da sessiz kalmayı, sıkıntıya girmeden hizmetlerini tamamlayıp geri gitmenin hesabını yaptılar öncekiler gibi. Sonrakiler de böyle yapacaklar muhtemelen.

Bu durumda dinden olmadığı halde dine fatura edilen bu uydurmaları, bid’atları dindenmiş gibi gösteren din görevlileri için “dini para karşılığı satanlar” dediğimizde niçin kızılıyor, sitem ediliyor? Gerçekler, bir endişeden, bir korkudan dolayı gizlenir. Yoksa niçin gizlensin? Bu endişenin de çıkar endişesinden başka bir şey olduğunu düşünmek saflık olur. Hak’tan gelen gerçeği gizleyenler, Hak’tan gelmediği halde Hak’tan gelmiş gibi Hakk’a fatura edilen var. Bu durumda, din para karşılığı satılmış olmuyor mu?

Ben Berlinlilere müjdeyi veriyorum. Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Sayın Bilal Öztürk bana söz verdi. Hem yazdığı yorumda, hem de telefonda verdi bana bu sözü. “En kısa zamanda zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığını halkımıza anlatacağız” dedi. Sayın Öztürk Berlin’de daha yenidir. Samimi bir görev adamından beklenen duruş böyle bir duruştur. Bu konuda asıl suçlu olanlar 2002 yılından beri Berlin’de görev yapan din müşavirleri ve ataşeleridir.

Sayın Öztürk’ü aldığı bu cesurca kararından ötürü kutluyorum. Bekleyeceğiz ve hep birlikte sonucu göreceğiz.

Din İşleri Yüksek Kurulu, 26.03.2002 tarihinde Kurul Başkanı Doç. Dr. Şamil DAĞCI’nın başkanlığında toplandı.

Dinî Sorulara Cevap Komisyonunca “Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir” konusunda hazırlanan metin Kurula takdim edildi. Konu ile ilgili Kurul üyeleri görüşlerini belirttiler. Görüşmeler sonucunda;

II. ZUHR-İ AHİR (Son Öğle) NAMAZI

Son öğle namazı anlamına gelen Zuhr-i âhir namazı, bir kısım İslâm bilginleri tarafından, Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır.

Sıhhat şartlarındaki ihtilaf sebebiyle Cuma namazının geçerli olmaması ihtimalinden hareketle zuhr-i ahir namazının kılınmasının gerektiğini ileri sürenler olduğu gibi, buna karşı çıkanlar da olmuştur.

A. Zuhr-i Ahir Namazının Gerekliliğini İleri Sürenlerin Delilleri

Zuhr-i ahir namazının gerekliliğini ileri sürenlerin hareket noktası, bir yerleşim biriminde birden fazla camide Cuma namazının sahih olmaması ihtimalidir. Bunlara göre, bir zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır. İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir. Cuma namazını hangisinin önce kılındığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür. Bu görüşlerini de, Cuma namazının toplanmak ve hutbe irat etmek için meşru kılındığı gerekçesine ve Hz. Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma kılındığına dayandırmaktadırlar(Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

B. Zuhr-i Ahirin Kılınmaması Gerektiğini İleri Sürenlerin Delilleri

Zuhr-i ahir namazının kılınmasına karşı çıkanlar, şüpheyle yapılan ibadetin geçerli olmayacağı düşüncesinden hareketle, bu namazın kılınmaması gerektiğini söylemişlerdir. Bunlara göre, şüpheyle ibadet makbul değildir. Bu itibarla, “belki Cuma namazı sahih olmamıştır” diye zuhr-i ahir kılmak doğru olmaz. Ayrıca zuhr-i ahir kılınması gerektiğini ileri sürmek, halkın gözünde, Cuma namazının farz olmayıp, öğle namazının farz olduğu ya da bir vakitte ikisinin de farz olduğu zannını uyandırır. İbn Nüceym, Alaü’d-din Haskefî, Cemaleddin el-Kasimî, Mehmet Zihni Efendi gibi bilginler bu görüştedirler (İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II/154-155; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/536; Cemalettin el-Kasımî, Islahu’l-Mesâcid, s.50; Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, 439-440).

Bir kısım âlimler ise, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiîn döneminde böyle bir namaz bulunmadığından hareketle, zuhr-i ahir kılmayı bidat kabul etmişlerdir (Azim Abâdî, Avnü’l-Ma’bûd, III/397,406; Reşid Rıza, Fetâvâ, I/199-200,301-305; III/941; IV/1551, 1591; VI/2521).

C. Delillerin Değerlendirilmesi

Zuhr-i ahirle ilgili olarak tarafların ileri sürdükleri görüşlerin delilleri göz önünde bulundurulduğunda, bu namazı kılmanın gerekli olmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki, Hz. Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anlamına gelmez. Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi. Ayrıca yeni inen ayetleri Hz. Peygamber’in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir.

Bir yerleşim biriminde bir yerde Cuma namazı kılınmaması sebebiyle Cumanın sahih olmayacağını söyleyen müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini kabul etmişlerdir. Nitekim İmam Şafiî Bağdat’a gittiğinde birden fazla yerde Cuma namazı kılındığını gördüğü halde, buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, Mecmû, IV/452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/544).

Günümüzde ise, çoğunlukla bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur.

İbadetlerde aslolan, kabul edilmesidir. Hz. Peygamber Yüce Allâh’ın, “Ben kulumun benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim.” buyurduğunu bildirmektedir (Müslim, Zikir, 1; Tirmizî, Zühd, 51). Başka bir hadislerinde de, “Ameller niyetlere göredir.” buyurmuşlardır (Buharî, Bed’ü’l-vahy, 1). Bu itibarla Cuma namazının kabul olunacağına inanarak kılınması ve bunda şüpheye düşülmemesi gerekir.

Diğer taraftan zuhr-i ahir namazının ihtiyat sebebiyle kılındığını ileri sürmek, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Zira ihtiyat iki delilden kuvvetli olanı tercih etmektir. Hâlbuki Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda bir delil bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara 2/286); “Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac 22/78) buyrulmaktadır.

Diğer taraftan ihtiyat, bir faydaya dayalı olmalıdır. Oysa, zuhr-i ahirin kılınması gerektiğini söylemek, insanların Cuma’dan sonra kılınacak sünneti terk etmelerine sebep olmaktadır. Farzdan sonra sünnet namazdan başka bir namaz olmadığı anlatılır ve uygulama da buna göre olursa, bu sünneti yerine getirenlerin sayısı artacaktır. Asıl ihtiyat, Allâh ve Rasulü Müslümanları ne ile sorumlu kılmış ise onları yerine getirmek, buna bir şeyi ilave etmemektir.

III. SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında;

1. Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceğine, bu sebeple zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığına,

2. Zuhr-i ahir namazını kılmak isteyenlere ise mani olunmasının uygun olmayacağına,

Karar verildi.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.