ZALİM KİME DENİR?

ABONE OL
19:02 - 01/10/2020 19:02
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

HAKSIZLIĞIN NE OLDUĞUNU ANLAMAK İÇİN ÖNCE HAK’KIN NE OLDUĞUNU ANLAMAK GEREKİR (I)

Avrupa’da kurulan işçi derneklerinin çoğu din eksenine oturmuş geçmişte. İnsanların ibadet ihtiyaçlarını karşılamak amacına hizmet etmek için kurulmuşlar. Zamanla Kur’an kursları açılmış. Bodrumlar veya binaların alt katları tercih edilmiş bu hizmet için. İbadet için bu camilere gelen insanlardan yardımlar talep edilmiş, talepler karşılanmış. Geriye dönüş kararından vazgeçilince mülkiyetler alınmaya başlanmış. Bu arada kurumlaşmaya doğru adımlar da atılmaya başlanmış.
Resmî okullarda İslam din dersleri, Kur’an kurslarına kalite kazandırmak için okul adı altında yaygın dini eğitimler veren süreli kurslar v.b. açılmış.

İnsanımızın dinî ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan bu yerlerin çoğu, zamanla simsarların eline geçmiş. Bu kez hizmetten ziyade işin mâlî boyutuyla ilgilenilmeye başlanmış.
Çalışmaların amaçlarına uygun bir şekilde sürekliliğinin olabilmesi için yönetici profilini hiç değiştirmemişler. Başlangıçta işçi kuruluşu olarak açılan bu yerler aynı özelliğini korumaya devam etmiş. Halen de böyledir. Halkımızın dini ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kurulan bu yerlerin yöneticilerinin, o günlerde ilkokul mezunu olmalarına ve hatta ilkokul mezunu bile olmamalarına şaşmamak gerekir, çünkü o gün o insanlar vardı. Alternatif yoktu.

50 sene sonra geldiğimiz yerden baktığımızda, dini derneklerin çoğunda yönetici olarak yine aynı özelliği taşıyan insanları görüyoruz. Oysa o insanların çocukları bugün üniversite mezunu. Değişik dallarda okumuş yüzlerce vasıflı insanımız var. Ancak bu vasıflı insanlara dîni dernekler teslim edilmiyor. İslâm… adıyla başlayan kurumların, derneklerin başında bilgi açısından İslam’la alakası olmayan insanlar getiriliyor.

Onlarca üniversite bitirmiş vasıflı hocası ve imamı olan bir dini kuruluşu yöneten kişiler, ilkokul mezunu bile olmayabiliyor. Bir kaporta işçisi, oduncu, taksi şoförü, kasap veya inşaat kalıpçısı olabiliyor. Maksadım bu meslek sahiplerini veya bu meslekleri küçümsemek, yargılamak değildir. O meslekler güzel meslekler o işi yapan insanlar da muhterem insanlardır. Benim anlatmak istediğim dernek yönetimi için ehliyetli insanlar varken bu derneklerin başına niçin hâlâ ehliyetsiz insanlar geçiriliyor? Neden 50 sene sonra gelinen noktada böyle bir fotoğrafla karşılaşıyoruz?
Dini bir kurumun başında neden bir din âlimi yoktur? Neden dini bir kurumun başına din âlimi getirilmez? Oduncunun, kaportacının, inşatçının, kasabın ne işi var dini kurumların başında!?

Ulema mı? Umera mı?
Zamanında bu kavramlar çok tartışılmış, ulema mı üstündür umera mı? Çok enteresandır, sonuçta üstün olan umera olmuş. Ve bazı umeraya! da geleceğin fatihi diye ünvanlar verilmiş. Kendi nefsinin bile fatihi olamayan o insanlar Fatih! olarak görmeye başlamışlar kendilerini.

Nice başlar alınmış ondan sonra. İlim sahibi olan insanlara “çorbacı” denilmeye başlanmış. Camilerin kantinlerinde çaycı olarak görevlendirilmiş çoğu hocalar. “Hey hoca yapsana bana bir çay…” Terbiye sınırlarının dışında olan bu şekildeki davranışlara maruz kalmış ilim adamları. Namaz vakti gelince de “Hoca geç önede bize namaz kıldır bakalım” denilmiş. Terbiyesizliğin, utanmazlığın, arlanmazlığın dibe vurduğu yerlerdir bu noktalar.

Behey arlanmaz, bire utanmaz, Bre gafil; Hz. Muhammed âlim miydi, âmir miydi? Âlim olunmadan âmir olunur mu? Kur’an’ın ilk emri oku diye inmiştir, boyun vur diye değil. O Kur’an âdil yönetici ister, zâlim yönetici değil… Zâlimlere de, zâlim yöneticiler de cehennemin yolunu gösterir, cennetin değil!

Behey utanmaz, arlanmaz, sana bir harf öğretenin hani kölesi olacaktın sen? Hiç utanmıyor musun kölesi olacağın o insanı köle yapmaya…Bu din nasıl gelişecek, nasıl canlanacak, nasıl çiçek açacak, bahar nasıl gelecek…? Behey ahmak, kimsin sen? Sen ayakkabının kaç numara olduğunu biliyor musun? Hayatında kaç tane tükenmez kalem bitirdin? En fazla kaç kelimeyle bir cümle kuruyorsun sen bre densiz? Kurduğun cümlenin öznesini yüklemini biliyor musun?

İslam’ın altıncı şartı haddini bilmektir. Ama siz simsarlar haddinizi de bilmezsiniz. Yaratıcı şöyle der sizin gibilere:
“Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir.” (Nisâ Suresi 148)

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez” (Şûrâ Suresi 40)

“… doğrusu O, zalimleri sevmez…”
Zulüm demek, haksızlık yapmak, eziyet etmek, işkence yapmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak, baskı altında tutmak demektir.

Yukarıda geçen anlamından da anlaşılacağı üzere haksız, adaletsiz ve merhametsiz davranışlar, emanete hıyanet, gasp, verdiği sözü yerine getirmemek, kötü söz ve fiillerde bulunmak gibi huy ve hasletler de zulmün tanımı içine girer.

Adalet; her işte ve her meselede hakkı gözetmek. Herkese müstehâkını vermek, hiç kimsenin hukukuna tecavüz etmemek demektir.

Zulüm ise, adaletin zıddıdır; İnsanların ve diğer canlıların hayatına ve hakkına tecavüz etmek, zorbalıkla veya şeytanlıkla, başkalarına hakaret ve hıyanete yönelmek, insafsız ve vicdansız davranışlara girişmek demektir.

Herhangi bir hakkın gasp edilmesine ve gecikmesine sebep olmak, görev ve yetkilerini kötüye kullanmak, hile ve hıyanetle hakkı olmayan makam ve menfaatlere konmak da, zulümdür. Zulme ve haksızlığa uğrayan kimseler ise mazlumdur. Peygamberimiz: “Mazlumların bedduasından sakının. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur” buyurmuştur.

Bir amirin memuruna karşı yaptığı bütün yanlış, kötü, zararlı söz ve fiiller zulmün kapsamı içerisine girer.

Bu zulüm çeşidi, kul hakkı içerdiğinden büyük günahlardandır ve Müslüman`ın mutlaka kaçınması gereken bir fiildir.

Bu zulüm çeşidine örnek olarak haksız ve adaletsiz davranışlarda bulunmak, baskıcı ve tahakkümcü davranmak, yalan söylemek, verdiği sözde durmamak, suçlular yerine suçsuzları cezalandırmak da girer.

Haksızlığın ne olduğunu anlamak için önce Hak’kın ne olduğunu anlamak gerekir
Batılın zıddı Hak’tır. Hak; doğru, gerçek, farz, her şartta sabit olan, adalet, herkesin meşru olan salâhiyeti, bir şey üzerindeki mâlikiyeti, hakikate uygunluk, emeği geçmek demektir.

İşte bu kadar geniş bir anlamı ihtiva eden Hak’kı bir kişinin elinden almak veya başkasına devretmek Hak gasbıdır ki, büyük bir zulümdür.

Bir kişinin düşüncelerinden dolayı eziyetler görmesi ve hak ettiğinin karşılığını alamaması veya inançları nedeniyle zorbalık, baskı ve tahakküme maruz kalması veya giyim kuşamı sebebiyle alaycı ve aşağılayıcı davranışlarla karşılaşması gibi söz ve fiiller, asla kabul edilmeyen ve kınanması gereken büyük bir zulümdür.

Bir idareci emri altındaki personeline eşit davranmaz, bir kısmını diğer bir kısmına tercih eder ve aralarında ayırım yaparsa bu davranış da, bir haksızlık içerdiğinden dolayı zulümdür.

Bir kişi gelecekte makam, mevki ve şöhret sahibi olma niyeti ile çevresindeki dost bildiği şahıslardan yararlanır ve ihtiyacı varken onlardan istifade eder de, istediği sonuca ulaştıktan ve ihtiyacı bittikten sonra bir çırpıda o dostlarını silip atar, onlara sırtını dönerse bu davranış haksızlık ve büyük bir vefasızlık içerdiğinden zulmün en büyüğüdür.

Bir amir, kendisine bağlı olarak çalışan bazı iş arkadaşlarına, sürekli yeni yeni vaatlerde bulunduğu ve bu konuda ümitler bahşettiği halde söz ve vaatlerini yerine getirmez, askıya alır ve yıllar boyunca ahitlerinde bir ilerleme kaydedilmezse bu durum da, vefasızlık, söz ve vaadinden dönme ve haksızlık içerdiğinden büyük bir zulümdür. Bu söz ve fiili işleyenlere de zalim denir.

Ayrıca, insanları putlaştıran, bazı liderleri tabulaştıran, şeyh, hoca gibi din adamlarını sevgide ve övgüde ilahlaştıranlar da zalimlerdir.

“İnsanlardan kimisi de Allah’tan başkasını eşler tutarlar. Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler… (İnsanları putlaştırmak ve mabutlaştırmak suretiyle) zulmedenler, azabı gördükleri zaman yegâne kuvvet ve kudret sahibi Allah olduğunu ve Allah’ın azabının çok çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi…” (Bakara Suresi 165) ayeti bu durumda olanları haber vermektedir.

Elindeki imkân ve iktidarı insanların acı çekmesi için kullananlar da zalimlerdir.

Hangi dinden ve hangi kavimden olursa olsun ve hangi yolla yapılırsa yapılsın, insanların canına, malına ve namusuna hakaret ve hıyanet edenler, dininden ve düşüncesinden dolayı insanlara zahmet ve eziyet edenler de zalimlerdir.

“Kendisine Rabbinin ayetleri okunduktan sonra, bunlardan yüz çevirip uzaklaşandan daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz mücrimlerden intikamımızı alırız.” (Secde Suresi 22) ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir.

İslâm’ı bozmaya, yozlaştırmaya, Kur’an’ın dışında düşünmeye ve Müslümanları Kuran’a rağmen yaşamaya itenler de zalimlerdir.

“İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. O zalimler ki, Allah’ın yoluna (Kuran’ın hükümlerin yaşanmasına ve uygulanmasına) mani olurlar ve O’nu (İslâm’ı) eğriltmek ve dejenere etmek isterler.” (Hud suresi 19)

Her türlü zulmü ortadan kaldırmak için mücadele etmek ve adaleti hâkim kılmak için yapılan hizmeti terk edenler, farz olan cihadı bırakıp nafile işler ve ibadetlerle vakit geçirenler, hakkın ve hayrın hizmetine girmesi için gayret göstermeyenler ve bu etkili ve yetkili araçları haksızlık ve ahlaksızlık yolunda kullananlar ve onlara destek verenler de zalimlerdir.

“Ve Allah zalimler topluluğuna asla hidayet vermeyecektir.”

Kısaca;
Zorbalık ve baskının,
Haksızlık, adaletsizlik ve merhametsizliğin,
İnsanları kullanıp atmanın,
Sözünde durmamanın ve vefasızlığın her türlüsü zulümdür.

Bu ve benzeri zulümleri yapanlar da zalimdirler.

Bütün zulümler ve zalimler kötüdür, fenadır, çirkindir, lanetlenmiştir.
Herhangi bir zulme uğramış, zulüm görmüş ve zulme maruz kalmış kişi ise mazlumdur.
Yüce Allah bir insanın diğer bir insana yapmış olduğu zulmü kesinlikle yasaklamıştır.

Efendimiz de Hadis-i Şeriflerinde konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Zulümden sakınınız. Zira zulüm, kıyamet günü sahibini saran karanlıklar olacaktır.”
“Allah zalime bir müddet süre verir. Onu bir defa yakaladığı vakit de, felah vermez.”
“Mazlumun duasından (bedduasından) sakınınız. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.”

Efendimizin veda hutbesindeki şu sözleri de oldukça önemlidir:

“Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Nefsinize de zulmetmeyin.”

Müslüman, her çeşit zulümden kaçınan ve başkalarının kendisinden emin olduğu kimsedir.
Müslüman, ne kendisine ve ne de başkalarına karşı zulüm eden ve zalim vasfını bünyesinde taşıyan kimsedir.

Müslüman zulmetmediği gibi herhangi bir insana yapılan zulme de seyirci kalmamalıdır. Bu seyirciler bir gün sıranın kendilerine geleceğini düşünmelidir. Çantacılığın ve yalakalığın sonunun geleceğini bilmelidirler. Bu yalakaların içerisinde hoca vasıflı insanların bulunması Müslüman toplum için üzücü bir durumdur. Yaratan’a değil de para atana hizmet eden, rızkı Allah’tan başkasından bekleyen bu hoca bozuntuları İslâm’ın önünde duran en büyük engellerdir. Allah bu hoca bozuntularının şerrinden insanlarımızı korusun. Amin!

Şu iyi bilinsin; iyi niyetli, çalışkan, pazarlıksız, duruşu belli olan tevhid erleri hocalara saygım sonsuzdur. Ben onların ellerinden değil, ayaklarının altından öperim. Selam olsun o Hak erlerine…

Son söz;
İnançlı ve akıllı insanlara yaraşan ve yakışan, hangi çeşit olursa olsun, zulüm içeren ve zulüm kokan hiçbir söz ve fiile bulaşmaması ve zalimlerden olmamasıdır.
Daha önce zulmettiğimiz kişiler varsa onlarla mutlaka helalleşmenin yolunu bulalım. Aksi halde öbür tarafta işimiz çok zor olacaktır.

“Zulüm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur.”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.