YURDUM OLAN TOPRAKLARA YOLCULUK

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Atalarımın Yurt Edindiği Topraklardan, Yurdum olan Topraklara

Güveç kabında közde pişirilmiş kuru fasulye yiyorduk iştahla, birden bire “Allah ü Ekber, Allah ü Ekber” sesiyle irkildik. Öğle ezanı Türk usulü ile okunuyordu. Kaşıkları bıraktık, lokmalar boğazımızda düğümlendi. Hepimizin gözleri doldu. Avrupa‘da yaşıyoruz yıllardan beri. Ezan sesine hasret kalmışız. Burası da Avrupa, henüz Türkiye’ye varmadık. Türk çarşısındayız, ama Türkiye’de değiliz. Geleneksel Osmanlı çarşısındayız, döşeme taşları da o aynı taş. Her yerde Osmanlı izleri var. İshak Paşa Camii, Mustafa Paşa Camii… Burası Üsküp. Osmanlı’nın 600 sene can verdiği, hayat verdiği Üsküp. Türkiye Cumhuriyeti devleti sahip çıkmış dedelerinin eserlerine yüz sene sonra, restore ettiriyormuş camileri, hamamları, kervansarayları. Bunun için 30 kişilik uzman ekip vardı Üsküp’te. Masrafları Türkiye karşılıyormuş. Bu ne saadet.

Yemekten sonra çarşıyı dolaştık, alışveriş yaptık. Aksilik olacak ya, tam burada benim fotoğraf makinem bozuldu. Yapacak bir şey yok.

Öğle namazını bahçesinde şadırvanı olan Türk Camii’nde kıldık. Ahşap işçiliğinin o ince sanatını, ustalığını hayranlıkla seyrediyoruz. Minber, kürsü, direkler ve kadınlar mahfili, ince ince kanaviçe gibi işlenmiş, içimiz huzurla doluyor.

Makedonya Cumhuriyeti’nde en yaygın din, %64,7 ile Makedon Ortodoks mezhebi. %34.3 ile en yaygın ikinci din, İslam. Makedonya Cumhuriyeti oran açısından Türkiye, Kosova, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’ten sonra, Avrupa’daki en büyük Müslüman nüfusu barındırıyor. Ülkede Müslümanlar’ın büyük çoğunluğunu Arnavutlar oluşturmakta. Arnavutların yanı sıra Türkler, Boşnaklar ve 80.000 kadar nüfusa sahip oldukları tahmin edilen bir Müslüman Makedon topluluğu da varmış. Müslüman Makedonlar, Hristiyanlardan ayırt edilmek için kendilerine Torbeş derlermiş. Ülkede 1.200 kilise, 400 cami bulunuyormuş. Üsküp’te Ortodoks ve İslam dinine mensup insanlar için okullar da varmış. İnanç hürriyetine saygı bu olsa gerek.

Cem ederek kıldık öğle ve ikindi namazını. Namazdan sonra hemen yola çıktık, daha Yunanistan var önümüzde. Yol arkadaşım Hüseyin Bozkurt. Yolculuğumuz oldukça rahat ve keyifli. Türk pazarından şeftali almış Hüseyin. O kadar lezzetliydi ki şeftaliler, bir oturuşta bitiriverdik. Keşke bir kasa alsaydım diye hayıflandı Hüseyin ama nafile.

Berlin’den sabah namazından sonra hareket etmiştik. Akşam olunca Belgrad’da istirahate çekildik. Sabah namazını kılınca yine yollara düştük. Dinlenmiştik.

Yollar oldukça sakin. Dağlar, ovalar, ağaçlar akıp geçiyor yanımdan, sanki zaman tünelindeyim. Osmanlı dedelerimi hatırlıyorum, ta buralara kadar at sırtında gelmişler ve bu topraklarda 600 sene kalmışlar. Medeniyetin ne olduğunu öğretmişler Avrupalılara. Macaristan, Yugoslavya, Makedonya, Yunanistan… Hepsi Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı eyaletler. Sonra bizim gibi hayırsız evlatlar yüzünden kaybetmişler bu güzelim toprakları. Onlar çekilip gidince yine kan ve gözyaşı bu topraklardan eksik olmamış, Kazıklı Voyvadalar tekrar sahneye çıkmış, sadece 5.000 can Srebrenitsa’da katledilmiş, Sırp Voyvodaları tarafından…

Çocukluğumu, gençliğimi, köyümü hatırlıyorum. Rabia Teyze’yi hatırlıyorum, keçileri beraber güderdik onunla. Keçileri kaybettiğim zaman babamdan yediğim dayakları da hatırlıyorum ve gülümsüyorum. Birinde annemle birlikte bizi eve almamıştı da, biz samanlıkta samanları yorgan yaparak sabahlamıştık kış gününde.

İlkokulumu hatırlıyorum, 80 kişi bir sınıfta okuyorduk, bütün sınıflar aynı mekânda idi ve bir öğretmenimiz vardı. Ekrem Çetinkaya. Ruhu şad olsun. Marshall yardımından payımıza düşen süt tozundan yapılan sütü içerdik her sabah, hem de büyük bir iştahla. Sıraya girer dakikalarca bir bardak süt için beklerdik.

O zamanlar ayakkabı falan yoktu, çarık giyerdik. Kalın keçi kılından örülmüş bir de çorap. Ama ayaklarımızın içine karın girmesine yine de mani olamazdık.

Ortaokul lise ve üniversite, elde yok avuçta yok, anada yok babada yok, ilkokuldan sonra hep çalıştım ve öyle okudum. Simit satarak okuyanların yolundan ben de geçtim. O zamanlar sırtı pek olan insan sayısı azdı. Ellili yıllar. II. Dünya Savaşı yeni bitmiş. 1299-1923, 700 yıllık koca imparatorluk yıkılmış ve yerine Cumhuriyet kurulmuş… Ve ben şimdi o güzelim cennet vatanıma doğru hızla ilerliyorum, anama- babama, arkadaşlarıma, sevdiklerime doğru. Özlemişim onları. Atalarımın yurt edindiği topraklardan, yurdum olan topraklara gidiyorum.

Hızla geçip gidiyorum o tünelden. Gözyaşlarımın akmasına mani olamadığım anlar da oluyor. 60 sene geçmiş aradan ben hâlâ yollardayım, tünelin ucu görünüyor elbet. “Neden saçların beyazlamış arkadaş, sana da benim gibi çektiren mi var…”Adnan Şenses’in bu anlamlı şarkısını 70 li yıllarda Marmaris’te dinlemiştim ilk defa, Mehmet Özzeybek ağabeyimin kasetçalarından. Bu kadar dertli bir şarkıyı niçin dinliyor olduğuna anlam da verememiştim. Şimdi ben dinliyorum o şarkıyı ve farklı bir anlam kazanıyor bu şarkı zaman tünelinde.

„Neden saçların beyazlamış arkadaş

Sana da benim gibi çektiren mi var

Görüyorum ki her gün meyhanedesin

Yaşamaya küstürüp içtiren mi var

Bir zamanlar bende deli gibi sevdim

O bana dert ben ona mutluluk verdim

Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime

Allah’ım bu dünyaya ben niye geldim

Katlanmayı bilmeyen aşkı çekemez

Aşka mahkûm edilen garip gülemez

Ben de yanmışım senin gibi arkadaş

Dünyanın derdi bitmez böyle arkadaş.”

Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Sırbistan, Makedonya derken Yunanistan da bitmiş ve şimdi İpsala’dayız. Dilruba sınır bekçiliği yapan askerlerin fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Her defasında oluyor bu enstantane. Demek ki biz memleketimizi çok özlüyoruz. Hızlıca biten gümrük işlemlerinden sonra Keşan’dayız. İstirahat çekilmenin zamanı geldi. Saat 24.00. Biz ancak bu saatte yemek yiyebiliyoruz. Önce sarmısaklı ve sirkeli bir işkembe, arkasından satır arası köfte. Bu saatte olacak şey mi bu. Osman Müftüoğlu’nun kulakları çınlasın.

Sabah namazından sonra hemen düştük yine yollara. Çanakkale Boğazı’nı feribotla geçtik. Ben feribotta güneşe karşı iyi bir uyku çekmişim. Karşıya geçince 7 düvele geçit vermeyen askerlerimizi hatırladık ve neden şehitlerimizi ziyaret etmedik diye hayıflandık, “Keşke” dedik. Ancak geriye dönemezdik, kendimize bir dahaki sefere mutlaka ziyaret etme sözü vererek ruhlarına Fatiha okumakla yetindik şehitlerimizin.

Edremit’e nazır bir tepede çamların arasında doya doya ayran içtik. Yemeğimizi de orada yedik ve Hüseyin Bozkurt‘la vedalaştık, onlar Didim‘e ben Denizli’ye. Denizli’ye saat kaçta varabileceğimizin hesabını yaparken, polis sağa yaklaşmamı söyledi. Aliağa ile İzmir arasında bir mevki. 110′ la gitmem gerekiyormuş 10 tolerans varmış 120. Ben 122 ile radara yakalanmışım. Ceza 313,00 TL. Yabancı plakalı iki araba arka arkaya radara girmişiz. Kural kraldır, uyacağız, ancak 313 TL. Çok fazladır dedik, dinleyen olmadı bizi, ısrarlarımızın anlamı da olmadı. Sıcak 40 derece, o anda polis bir şişe su uzattı “Buyurun ikramımız olsun” dedi. Belki iyi niyetli bir yaklaşımdı ama ben “Al bu suyu üzerine bir soğuk su iç” der gibi anladım ve çok susadığım halde o suyu içmedim. Böylece 313 ile Macaristan’da girdiğim zaman tünelinden Aliağa’da çıktım.

Ne özlem kaldı, ne moral. Bir anda o duygu seli kayboluverdi 313 süratle. Türkiye’de sürat yapana yüksek ceza var, ancak cezaya sebep olana bir müeyyide yok. Yollar bölünmüş yol. Otoyol değil. Bir anda önünüze traktör çıkabiliyor, inek çıkabiliyor, eşek, koyun çıkabiliyor. Hatta önünüzde ışığı olmayan ve içinde 10 kişi bulunan bir Renault marka taksi seyredebiliyor, daha ilginç olanı aynı yolda karşınızdan bir araba, bir traktör uzunları yakarak gelebiliyor, bunlara ceza yok. Sürat yapana orantısız ceza var.

Ceza caydırıcı olsun düşüncesiyle bu kadar yüksek tespit edilmiş olmalı, ancak bunun nefret doğurabileceği de düşünülmeli ve aynı oranda ceza, kazaya sebep olması muhtemel olan zikrettiğim araçlara da verilmelidir.

Sadece ceza vermekle trafik problemi halledilemez. Eksik olan eğitimdir. Bu eksik, trafik eğitimine ilkokuldan itibaren başlanırsa giderilebilir. Uzun soluklu bir yoldur bu. Çocukluktan itibaren trafik bilincinin geliştirilmesi gerekir. Hem okulda hem ailede ve hem de tüm ülkede trafik seferberliği acilen ilan edilmelidir. Sonuç alınabilmesi için en az 30 sene ister.

Denizli’ye vasıl olduğumuzda saat 24.00 ‘ü gösteriyordu. Caddeler bir Avrupa şehri gibi tertemiz, kaldırımların yüksekliği 5 cm’ye düşmüş, yollar Denizli mermeriyle döşenmiş. Enverpaşa cad. trafiğe kapatılmış, sadece toplu taşıma araçlarına açık. Yayalar rahatlamış. Tebrik ediyorum belediyede emeği geçenleri.

Bir iş için Çınar’a indim. Aracımı park ettiğim yerde “Engelliler ücretsizdir” diye yazıyordu. İşimiz bitti ve aracımıza bindik, tam hareket edeceğiz park sorumlusu olduğunu söyleyen bir delikanlı camı tıklattı. “8 lira borcunuz var” dedi ve bir makbuz uzattı. “Şu yazıyı niçin yazdınız buraya?” dedim. “O Türk engellileri için geçerli, Almanya engellileri için geçerli değil.” dedi. Yapacak bir şey yok. Onu da ödedik.

Türkiye’de yabancı plakalı bir araç kullanıyorsanız polisinden, şoförüne kadar sizin nasıl canınızı yakacaklar, sizi nasıl aşağılayacaklar onun hesabını yapıyorlar. Çok bariz bir şekilde bunu yaşıyorsunuz, görüyorsunuz.

Hükümetler hizmet götürüyor ama, o hizmetin kıymetini bilen yok. Mantalite menfaat üzerine kurgulanmış. Çıkar üzerine kurulu bir sistem var Denizli’de. Bu mantalite Türkiye genelinde de böyleyse vay memleketin geleceğine…

Devam edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.