Yola Çıkanlar (2)

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Bundan önceki yazımda Çek Cumhuriyet’inde kalmıştık. Bir günde hiç arabamızdan inmek zorunda olmadan, pasaport göstermeden Romanya’ya geldik. Sınırlarda gümrük memurları görünmü-yorlardı.  Slovakya ve Macaristan’da hemen hemen kayda değer birşey yoktu, her taraf tertemiz, yemyeşil güzel bahar çiçekleri, düzenli park ve dinlenme yerleri var. Elektrik direklerinde salkım gibi sardunyalar saksıların içinde güzel ve bakımlı manzara teşkil ediyor.

Bazı karayollarında gidiş geliş aynı yoldan olduğu halde sollama zor olmuyordu, trafik Temmuz, Ağustos ayları gibi yoğun değil.
Bilhassa kamyon sürücüleri çok yardımcı oluyorlar, polis kontrolü olduğu yerde uyarılıyoruz, sürücüler arasında çok olumlu bir dayanışma vardı. Zira bazı trafik hatalarında ehliyet alınabiliyor. Örneğin geçme yasağından sonra geçme yasağı kalkmadan sollama yaparsan.
İkinci konaklama moteli Oradea’dan sonra, şehir dışında bir tek motel var. Arabamızı emin olarak park ediyoruz. Bu motelde geçen sene kahvaltı yapmıştık, yine biraz almanca bilen bir garson olduğunu biliyorduk. Tuzluğun daha iyi kullanılması için, içine birkaç pirinç koymaları gerektiğini sözlükle anlatıyoruz.
Romanya’da bir gün yolda geçirip, erken saatlerde hava kararmadan üçüncü konaklama Europa 2000 Kokeltal motelimize geliyoruz. Shigisoara’ya yakın, burada çok sayıda alman kökenli rumenler var. Motelin sahibi alman, çalışanların hepsi iki dil biliyor. Resepsiyonda çalışanı görünce içimden geçiriyorum, neden almanca kitap getirmeyi unuttum, diye. İnsanlar çok candan davranıyorlar, en güzel odayı bize veriyorlar. Balkondan vadiye bakarken şair olsaydım, veya ressam olsaydım, diye düşünüyorum. Bu güzellikleri görmek ve bunu anlatabilmek çok zor, mavi ve yeşilin çeşitli tonları, mavi ile yeşilin bu kadar güzel uyum sağlaması nasıl anlatılır.
İnsanoğlunun icatlarını doğayı kirletmeden kullansaydık çok iyi olurdu. Gökyüzünden uçak geçiyor, biraz ileride tren yolu, aşağıda daha yakından karayolu geçiyor. Arasıra cankurtaran, ambulanslar geçse de, fazla gürültü yamaca çıkmıyor.
Dil sorunu olmadan, akşam yemeğimizi yedikten sonra yorgun olduğumuz halde bu şahane manzarayı, güneşin batışını izlemeden, balkondan ayrılamıyoruz.
Sabah rahat ve güzel bir kahvaltıdan sonra yola çıkıyoruz. Tuna nehrindeki tek köprüden Ruse’den gitmek istiyoruz. Zira feribotlar çok kötü olduğu gibi, alman arabaları alçak ve otoyollar için yapıldığından mutlaka köprüden geçmek, amacımız.
  ilterzotel.jpg        
Bükreş’te merkezden geçirmemek için çevre yoluna yönlendiriliyoruz. İyi ki daha önce doğal ihtiyaçlarımızı görüp, yanımıza su almışız. Birbuçuk  saat süren çok kötü yolu yarım daireyi geçiriyoruz. Kötü diesel kokusuna dayanmak zorunda kalarak yirmi dakikalık yolu birbuçuk saatte bitiriyoruz, ve derin bir nefes alıyoruz.
Karlı karpat dağları, aşağıda yemyeşil vadiler, pırıl pırıl akan derelere veda ederek Bulgaristan’a geçiyoruz. Pasaportları elimizde görüyorlar ve geç diyorlar, gümrük memurları sadece sembol olarak bulunuyorlar.
Tuna nehri durmam demeden akıyor, geçen yıllardan daha temiz olduğu farkediliyor. Çok sayıda piknik yapanlardan balıkların tekrar sağlıklarına kavuştukları anlaşılıyor.
Bulgaristan’da anayollardan ziyade küçük ilçe ve köyleri bağlayan karayollarını tercih ediyoruz, adeta kendimizi Trakya’da gibi hissediyoruz. Arazilerde türkçe satılıktır, levhaları okuyoruz.
Bu sene Varna’ya uğramadan geçiyoruz. Ama Nazım’ın “Şu Varna deli ediyor beni.” Sözünü düşünmeden, oğlu Mehmed’e Karadeniz sularından özlem dolu gönderdiği selamı duyar gibi olmadan geçmiyoruz. Cennet anavatanı cehenneme çevrilenlerin, anavatana hasret gidenlerin ruhlarını adeta içime alarak, yola devam ediyoruz.
Hedefimiz Razgrad şehri, türklerin çok olduğu küçük bir şehir. Taksi şoförü Almanya’da on sene kalan Halil’in götürdüğü otele ulaşmaktır. Taksi şoförü gittikten sonra sokağın adının Lüleburgaz olduğunu farkediyoruz, otelde türkçe bilen olmadığından şikayet ediyorum, neden ingilizce, biz komşuyuz diyorum. Restorandaki garson hanım çareyi buluyor, iyi ki cep telefonu var, iyi türkçe bilen kardeşi aracılığı ile restoranda anlaşıyoruz.
Sabah çok güzel bir kahvaltının yanında, bize ayrıca yol azığı veriyorlar. Alıştığımız odamızdan, otelimizden bir kere daha ayrılıyoruz.
Hem Romanya’nın hem de Bulgaristan’ın kısa zamanda ne kadar çabuk geliştiğine sevinirken, bazı mekanlarda Türkiye’den önce Avrupa Birliği’ne nasıl üye olurlar, diye hayret ediyorum.
Anavatana doğru yol alıyoruz.
 
Hoşça kalın! Bir dahaki yazımda “eve gelişi” anlatmak üzere…
İlter Gözkaya-Holzhey
Emekli Öğretmen

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.