Yola Çıkanlar (1)

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Her ne kadar zaman zaman artık bir yerde kalmak istiyorum, bu göçmen hayatından bıktım diye düşünsem de, alıştık iki dilli, iki vatanlı yaşamaya.

Güzel güneşli bir Mayıs sabahında anahtarımızı güveneceğimiz evimize, postamıza bakacak iyi komşuluk ilişkilerinin verdiği rahatlıkla Berlin’den ayrılıyoruz, yine bavul doluyor araba yükleniyor. Öyle ya evde iki şeyin varsa neden atalım.
Düzenli Almanya otoyollarında geçmişe dalabiliyorum, sürücüyle birlikte dikkat etmem gerekmiyor.
Ne idi o doksan yılları, araba bavul yerine benzin bidonları ile doluydu araba, zira her yerde benzin bulunmuyordu. Bilhassa Romanya’da seviniyor iyi ki almışız diyorduk, sonu gelmeyen kuyrukları, benzin istasyonlarında bekliyenleri görünce. Yollarda atılmış lastik parçaları, at arabaları ile birlikte karayollarını paylaşıyorduk. Sollamanın hemen hemen imkânsız olduğu dar yollar, bir kamyonu geçemeyince şoförün sinirlendiğini yaşamak oldukça zordu.
Bulgaristan’da makinalı tüfeklerle ceza kesiliyordu, bir trafik hatası yapmadığımız halde. Bir bana bakıyorlardı, bir de eşime, onun sarışın alman olduğunu görünce çorba parasından vazgeçiyorlardı memur veya gümrük polisleri.
Bazen da arabamız sıkıntı veriyordu, Almanya’daki yollara alışıp araba bakımı iyi yapılmadığından arıza oluyordu.
Bilhassa komünist ülkelerde yol sorsak cevap alamıyorduk, insanlarda bir ürkeklik vardı. Kahvaltı yapmadan, yemek yemeden yola devam ettiğimiz de oluyordu. Dil sorunu olduğu gibi, restoran bulmak oldukça zor oluyordu.
Slovakya ile Çek Cumhuriyeti sınırında eldivenle gümrük memuru el çantama kadar aramıştı.
Macaristan sınırında bana ve eşime bakışlar çok farklıydı. Ay’dan gelmişim gibi bana bakıyorlardı, ay yıldızlı pasaportumu ellerine alınca ne yapacaklarını şaşırıyorlardı.
Bir kere de Silistra’da arabamızın sökülecek her yerini, sökerek, radyomuzu bozacak kadar ileri gittiler.
Türkiye ve Bulgaristan Büyük Elçiliklerine ve Almanya Dış İşleri Bakanına protest mektupları yazdıktan sonra, aynı hatayı yapmadılar.
Sonraki yıllarda Türkiye’ye gidiyoruz veya geliyoruz demektense bir sonraki veya önceki ülkenin adını söyleyince rahatlıyorduk, Bulgaristan Türkiye sınırı hariç.
İki defa da trafik kazası geçirdik. Macaristan’da zorunlu kalıp, araba tamirini bekledik.
İyi ki Osman Engin’in, Aziz Nesin’in kitaplarından almıştım, yanıma. Böylece ağlayacak halimize gülebildik, ne demişti Kemal Kurt: “Kitaplarımın olduğu yer anavatanımdır.”
 
Eğri şehrinde osmanlı askerlerinin yerde yaralı heykellerini görünce acaip bir duygu geldi içime. Hani biz onları hep at üzerinde şahlandıklarını okumuştuk. Bir de türk kızartması var, Macar kadınları türk askerlerine Eğri Kalesi’nden kaynamış sıcak yağ dökerek yenmişler, o kızartmanın adı oradan geliyor.
Eğri’nin Yıldızları romanını okuyunca bugünki Batı Avrupa’da hortlayan türk düşmanlığını daha iyi anlıyor insan.
Hünkâr beğendi pilavını o şirin şehirde ilk defa yedim. Öyle güzel osmanlı kahve cezvesini Türkiye’de ancak müzelerde görüyoruz. Osmanlı hamamlarının köpek ve diğer hayvanların yıkama bölümlerini, yine Osmanlı’ların Müziği terapi aracı yaptıklarını aynı şehirde öğreniyordum.
Macar dili ile türkçenin akraba dilleri olduğunu yazı türünde bir daha görerek, okumada zorluk çekmeden deniyordum.
Bir yandan geçmişi düşünerek, bir yandan güzel yemyeşil, tertemiz manzarayı seyrederek ilk konaklama, yerimiz  Çek Cumhuriyeti Buçeviçe şehrine bildiğimiz motelimize  ulaşıyoruz.
motel.jpg
Önce arabada oturmaktan yorulmuş ayaklarımızı harekete geçirip şehri dolaşıyoruz. Her sene yeni bir bina restora ediliyor, betonlaşma olmadan şehir şirinliğini kaybetmiyor.
Gençlerin iş bulmak için artık duvarların açıldığı ilk yıllar gibi çok sayıda komşu şehirlere gitmediğini öğreniyoruz.
Hemen hemen herkes ingilizce biliyor, almanca bilenler de var. Restoranda yemek listesi iki dilli, almanca olduğunu geçen yıllardan biliyoruz.
Bir şehre gidipte tren istasyonuna uğramadan olmaz, istasyonda biraz kalıyoruz. Boşuna şarkılar söylenmemiş, ayrılık ve kavuşma yeridir, tren istasyonları.
          “Kara tren gelmez mi ola …”
          “Tren gelir, hoş gelir…”
Tarkan’ın müziği eşliğinde akşam yemeğimizi yiyip, iyi bir uyku çekiyoruz, bu temiz ve rahat motelde. Almanca bilen garson erken gitmişti. Tarkan’ı nasıl keşfettiklerini soramıyoruz, motelimizin restoranında.
 
Gelecek yazımda Romanya’dan devam edeceğim, şimdilik hoşça kalın sevgili okurlarım.
 
İlter Gözkaya-Holzhey
Emekli Öğretmen
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.