YİTİK CENNET / ENDÜLÜS (II)

ABONE OL
18:52 - 01/10/2020 18:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Lâ gâlibe illallah=Galip olan Allah’tır”

Abbas Kasım İbn Firnas (810- 888):

İbn Firnas, Berberi, gökbilimci ve şair, Endülüs’ün yetiştirdiği İslâm bilginlerinden. Tarihî kaynaklar Endülüs’lü Firnas’ın uzun çalışmalar sonunda yeni bir keşifte bulunup bir cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuş kanatları taktığını ve bu âleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydederler. Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzülmüş daha sonra da yavaşça yere inmiş. İbn-i Firnas’ın bu başarısı, Batı’da uçak yapıp uçmayı başaran Wright Kardeşler’den 1023 yıl öncedir.

İbn-i Firnas kimya, fizik, astronomi okumuş. Astronomi tabloları hazırlamış, şiir yazmış, el-Makata adlı saati tasarlamış.

Kumdan cam imalatını icad etmiş ve ayrıca kaya kristallerini kesme yöntemini geliştirmiş. O zamana kadar sadece Mısırlılar kristal kesmeyi biliyormuş. Bundan sonra, İspanya Mısır’dan kuartz ihracını bırakmış.

Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium yapmış. Bu cihazla yıldızlarla birlikte bulutu ve şimşekleri incelemiş.

Ünlü bilgin ayrıca kendisine has metodlarla bir kısım taşlardan mükemmel cam imal etme usûlünü keşfetmiş, cam sanayiinin de öncüsü olmuş.

Ayrıca düzeltme kabiliyeti olan camı keşfederek gözlüğün mucidi olduğu kabul edilir. İbn-i Firnas aynı zamanda İslâm musıkîsinin İspanya’da topluma mal edilmesini sağlayan İslâm bilginidir. İbn-i Fırmas’ın gerçekleştirdiği o ilk uçuşu hayal ederek Medinetü’z-zehra’dan Kurtuba Cami’ine doğru yola çıkıyoruz.

rustu-kam-14-05-a.jpg
rustu-kam-14-05-b.jpg

Kurtuba Camii

Vad’il-Kebir nehri üzerinden geçerek Kurtuba Camii’ne ulaşıyoruz. Köprü ile cami arasına yapılan kemerli kapı oldukça hantal. Modern çağın modern mimarisiyle yapılmış. Bu hantal kapıdan içeri girince Ortaçağ’da olduğunuzu anlayabiliyorsunuz. Camiye bahçeden geçiliyor. Caminin yerini I.Abdurrahman tespit etmiş ve oldukça yüklü bir para ödemiş bu yere. Cami 996 sütuna sahipmiş rehberimizin dediğine göre. Sütunlar Kurtuba kemeri diye adlandırılan kemerlerle mükemmel bir şekilde birbirilerine bağlanmış.

Endülüs Emevilerinin başkenti Kurtuba’da 600 cami varmış. Şimdi ayakta kalan tek camii Kurtuba Camii. Vadil-Kebir nehri kenarındaki caminin temelini 785’de I. Abdurrahman atmış. Bir milyon nüfusa sahip olan Kurtuba’da aynı zamanda 17 Üniversite ve 600.000 adet kitabı olan bir de kütüphane varmış.

Kurtuba Camii, dünyanın en büyük ve en eski camilerinden biriymiş. Cami 205 senede tamamlanmış.

Zaman içinde yapılan eklemelerle 175 metre uzunlukta, 134 metre genişlikte muazzam bir yapıya dönüşmüş cami. Dünyadaki en fazla sütuna sahip olan mabed, Kurtuba Camisiymiş. Sütunların çoğu granitten, bazıları da çeşitli taşlardan yapılmış.

Kurtuba Camii’nin en güzel kısmı mihrabı ve minberi. Mihrap at nalı şeklinde. Mihrap kemerinin dayandığı sütunlar eşsiz güzellikte. Mabedin bir diğer özelliği de kemerlerin iki katlı olması. Dünyada başka benzeri yokmuş bu kemerlerin, iki katlı olan bu kemerler yalnız bu camide bulunmaktaymış.

Ne yazık ki, bu muhteşem eserin, 1523’te kalbine bir hançer saplanmış. Tam ortada bir katedral. 140 tane sütun sökülerek yapılmış bu katedral. O günden beri acı içinde kıvranıyormuş zavallı Kurtuba Camii. O acıyı biraz da olsa hafifletebilir miyiz diye düşünen Yılmaz, ”Hocam burada iki rekat namaz kılabilseydik” dedi. Ben ”bir rekat için kefilim ikincisini bilemem” dedim. Daha birinci rekat biter birmez 5 tane polis mantar gibi başımızda bitiverdi. Hışımla geldiler yanımıza , ellerinde telsiz telefonlar, belli ki şefleriyle konuşuyorlardı. Burunlarından soluyorlardı. ”Burada namaz kılamazsınız, mabede saygılı olunuz…!”

Zülküf kameraya almış bizi meğer. Polisler bizden sonra onun üzerine yürüdüler, derhal çekilen resimleri silmesini istemşler Zülküf’ten. Uyanık davranan Zülküf bir değil birkaç resim çekmiş. Bu resimlerden iki tanesni kurtarabilmiş. Yapılan, namaza düşmanlık mıdır, İslam’a düşmanlık mıdır, yoksa mâbede saygı mıdır, varın siz karar verin?

rustu-kam-14-05-c.jpg
rustu-kam-14-05-f.jpg

Roger Garaudy

İslâm öncesinde Fransız komünist partisinin düşünür ve fikri üstâdı idi. Müslüman olduktan sonra yazmış olduğu “İsrail, Mitler ve Terör” adlı eserinden dolayı Fransa’dan yurt dışına çıkışı yasaklanan Garaudy, Kurtuba’da bir kahvehane açmış ve evini de müzeye çevirmiş. Adı Endülüs Müzesi. Bizi oraya yemek yediğimiz lokantanın sahibi olan Fas’lı bir müslüman götürdü.

Kurtuba’da Roger Garaudy’nin hanımı yaşıyor. Kahvesi Müslümanların buluşma yeri gibi çalışıyor. Hanımını ziyaret ettik. Bize 950 yılında Kurtuba’da imal edilen kağıttan bahsetti. Bu imalatla ilgili hazırlanmış olan dia gösterisi sundu. Kısa da olsa sohbet ettik, fotograf çektirdik. Çalışmalarının sağlıklı olduğundan bahsetti Selma Garaudy bize. Kurtuba’da müslümanların sayısının gittikçe çoğaldığını söyledi. Ancak müslümanların toplam sayısı hakkında bilgi veremedi. Dönüşte kahvesin- de, çay da içtik Roger Garaudy’nin.

Sonra da ver elini Kurtuba sokakları. Dolaştık o daracık daracık sokaklarda. Teneffüs ettik 1332 sene önceki Kurtuba’nın havasını. Bayram etti ciğerlerimiz. Alış veriş yaptık.

Sabah vedalaştık Kurtuba Camii ve Medinetü’z-zehra ile. Bırakmak istemediler bizi ve tenbih ettiler; tez zamanda yine gelin, diğer kardeşlerinizi de gönderin, yalnız bırakmayın bizi buralarda diye.

Gırnata

Malaga’dan kiradığımız araçları Hüseyin ve Ünal kullandılar yedi gün boyunca. Mihmandarımız Ünal, zaman zaman gittiği yoldan geriye dönmek zorunda kalıyordu. ”Tabelayı gördüğüm halde neden dönmüyorsun” deyince de, ”Ben navi’ye itimat ediyorum, o da yolu geçtikten sonra dönüş işaretini veriyor ben ne yapabilirim?” diyordu.

Yollar güzel, dağ, taş zeytin ağacı, alabildiğine düz ovalar. Barajlar yapmışlar nehirleri çevirerek. Verimli mi verimli araziler. Yol boyunca herkes Endülüs’e olan hayranlığını dile getirdi. ”800 sene buralarda kal ve birkaç tarihi eser kalsın geride. Güney Amerikadakiler bugün İspanyolca konuşuyorlar, biz burada Arapça konuşan bir İspanyol bulamıyoruz. Kabul edilebilir gibi değil…” Herkes dert küpü… Derken gelmişiz bile Gırnata’ya.

rustu-kam-14-05-d.jpg
rustu-kam-14-05-e.jpg

Alhamra

Alhamra Sarayı’nı karşıdan görünce yüreğimiz cız etti. Müslümanların en son terkettikleri bir şehir Gırnata. Geriye kalan sadece Alhamra Sarayı. Ne var ne yoksa hepsini yakmış yıkmış kirli İsabella. Sierra Nevada dağlarının eteğine yaslananıyor Gırnata. Başı dumanlı. Aslında eşini bekleyen bir geline benzermiş Sierra Nevada. Bize duvağını açmadı bu gelin, kırgınlığı her halinden belliydi. Sevgilisine kavuşamayışının hasretiyle yanar tutuşurmuş yıllardır. Duvağını açmayışı bundanmış.

Yeni Gırnata insanın içini karartıyor. Estetiği olmayan üstüste yığılmış binalar. Yeni olmasına rağmen daracık sokaklar. Ana caddesi hoş bir görünüme sahip. Elektrik direklerinin tepesinden, sarı ve mavi renklerde çiçekler sarkmışlar aşağıya doğru. Direklerin içinden yukarıya çıkan su hortumuyla sulanıyormuş bu çiçekler.

Albayzın

Albayzın mahallesi. Gırnata’nın olduğu gibi bırakılmış, tahrip edilmemiş bir mahallesi bu mahalle. Ortaçağ’dan kaldığı söylenen sokak taşları. Mozaik gibi. Küçük küçük. Bu taşlarla değişik çiçek motifleri yapılmış o daracık sokalara.

Abdulkadir es-Sufi bu mahallede bir cami yaptırmış. Alhamra’ya nazır. Cami Albayzın mahallesinin silüetine uygun olarak yapılmış. Öğle ve ikindi namazlarımızı orada kıldık. Namazdan sonra camiden ayrıldık. Biraz alış veriş yaptık. Fas lokantasında Tajin yedik. Kırmızı tüllerle süslenmiş bir lokanta burası, Fas geleneğini, restoran kültürünü aynen taşımışlar buraya. Yere yakın masalar ve sandalyeler. Yöresel giysiler içindeki garsonlar… Kültür elçisi gibi çalışıyorlar. Geleneklerini yaşatıyorlar, tebrik ediyoruz onları.

Berlin’de Osmanlı geleneğini yaşatan, bu özelliğiyle kültür elçiliği görevini yapan bir lokanta var mı diye düşündük ama bulamadık. Avrupalılaşacağız diye geçmişimize ait nemiz var nemiz yoksa hepsini inkar etmişiz veya ettirmişler. Yeni birşeyimiz de olmayınca, cıscıbıldak kalıvermişiz ortalıkta.

Sabah saat tam dokuzda Alhamra’nın önündeydik. Biletlerimiz önceden alındığı için fazla beklemeden içeriye girdik. Muhteşem bir Saray.Daha girişte büyüleniyorsunuz. Aslanlı bölüme gelince karşınıza gergef gergef işlenmiş bir sanat eseri çıkıveriyor. Duvarlarda ”Le hukme illellah” armaları var. Daha sonra havuzlu bölüm geliyor. Sonra bahçe. O kadar büyük bir bahçe ki, yürümekle bitiremiyorsunuz. Etrafta suların kemerler oluşturduğu bölümde sular dans ediyor adeta. İki tarafından sular akan yolda yürümek ayrı bir zevk. O insanlar cennette yaşamışlar da farkında değillermiş.

rustu-kam-14-05-g.jpg
rustu-kam-14-05-h.jpg

Girişte önceleri cami varmış, hemen önünde de kocaman bir bahçe. Caminin bahçasine fevkalade kötü görünümlü ve itici bir saray yaptırmış Kral Carlos. Arenaya benziyor içi, yusyuvarlak. Her odasında bir görevli var. Saklanılan birşey de yok görünürde, üç beş resim o kadar. Fotoğraf çekmek yasak. Ne var ki, neyi çekeceksiniz. Camiyi çevirmişler kiliseye onda da bir estetik yok. Caminin hemen üstünde hamamlar var, yeni yeni restore ediliyor. Kilisenin içinde konuşmanız yasak. Görevli hemen uyarıyor.”Lutfen sessiz olun.”

Bu çirkinliklerden sonra Alhamra sizi karşılıyor bütün ihtişamıyla. Lâ gâlibe İllallah=Galip olan Allahtır. Boyun eğiyorsunuz. Böyle muhteşem bir söze ne denebilir ki. 9:30 da girdiğimiz Alhamra’dan hiç durmadan yürüdüğümüz halde 1:30 da çıkabildik.

Cum’a namazını Albayzın’da kıldık 500 civarında cemaat vardı. Kadınlar da Cuma namazında hazır bulundular. Namazdan önce Arapça bir hutbe okundu. Namazdan sonra da İspalyol bir genç tarafından İspanyolca bir hutbe okundu. Camiinin hocasından edindiğimiz bilgiye göre Gırnata’da 1.000 civarında müslüman İspanyol varmış. Fas’lı müslümanlarla birlikte bu sayı tüm Endülüs’te 3.000 civarında imiş.

Namazdan sonra dışarda Fas’lı bir eşin sattıkları katmerden yedik. Değişiklik yok, aynı damak tadı. Akşam yemeğinde de arkadaşlarımızdan bazılarının itirazlarına rağmen, yine Fas’lı bir lokanta seçildi. Sebahattin ile Yunus İspalyol yemekleri yemek için Ayrıldılar ekipten. Lokanta ararken o kadar yorulduk ki, adım atacak halimiz kalmadı.

Hem lokanta hemde nargile salonu olarak kullanılan restorana zor attık kendimizi. Nargile sevmiyorsanız boğulacak gibi olyorsunuz. Yemekler de o kadar lezzetli değildi. Yemekten sonra doğru otele. Hemen istirahata çekildik. 6 günden beri yürüyoruz. Ayaklarımıza kara sular indi. Recai, sabah dokuzda yola çıkmamız gerektiğinin anonsunu yaptı. Sabah sekizde kahvaltı salonundaydık.

Sabah kahvaltısı Sevilla’daki kadar mükemmel değildi. Sonra garsonlar da soğuk nevale. Yüzlerinden düşen bin parça.

Saat 9:00’da yola koyulduk. Hedefte Mortil var. Ünal’ın navi’si yine sonradan göstermiş yola dönüleceğini. Bu yanlışlık bize 50 kilometreye maloldu. Recai çocuklar yüzsün diye acele ediyor. Gezinin son günü. Bir yağmur bir fırtına, ne yüzme kaldı ne de güneşleme hayali, hepsini fırtına aldı götürdü. Sebahattin, Yunus, Recai kapalı havuzda yüzme ihtiyaçlarını gidermişler, saunaya da girmişler. Bize sabah kahvaltıda söylüyorlar…

Mortil

Burada bir mağara var. Bu güne kadar gördüklerimin en büyüğü . Görülmeye değer…

rustu-kam-14-05-i.jpg
rustu-kam-14-05-j.jpg

Malaga-Berlin

Gezi ile ilgili değerlendirmeyi yaptık akşam yemeğinden sonra. Herkes oldukça memnundu. Organizasyonu yapan Ayhan Bey’e teşekkür edildi. Bir dahaki gezinin ne zaman olduğu soruldu… Hedefte Budapeşte var.

Sonuç

Sene 711, sonradan adı verilecek olan Cebelitarık Boğazı’ndan, 8.000 kişilik ordusuyla İber Yarımadası’na geçer Tarık bin Ziyad. Sonra da gemileri yakar, artık geriye dönüş yoktur. 800 yıl kalır Araplar İber Yarımadası’nda.

1492 yılı hem Arapların, hem Yahudilerin sonu olur. Nihayet bütün adaya hakim olan Aragon kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi İsabelle’nin 1469 yılında evlenerek bir hükümdarlık altında toplanması ile “Reconquista” hareketinin son adımı da atılır. İki ay süren bir kuşatmadan sonra son Gırnata Emiri Ebu Abdullah (İspanyolca Boabdil) 2 Ocak 1492’de bir törenle şehrin anahtarlarını kral ve kraliçeye teslim eder. Kendisi de eşini ve aile fertlerini alarak el-Hamra’nın üst tarafında ve Sierra Nevada dağlarının eteğindeki kayalık tepeye çekilir ve bugün İspanyolların “El-Ultimo Suspiro del Moro” (Mağrib’linin son iç çekiş yeri) dedikleri yerden teslim ettiği hazineyi göz yaşlarıyla seyreyler.

Kraliçe İsabel ile Kral Ferdinand, paralarına ve mallarına el koydukları Yahudileri ülkeden atarken, bir tek II. Bayezid sahip çıkıp büyük bir kısmını Osmanlı topraklarına getirir. Araplara da Avrupa kıtasına veda etmak düşer.

Sekiz vilayetten oluşan bölgenin başkenti Sevilla. Yüzyıllarca emir, halife ve sultanlar tarafından yönetilen Endülüs, Akdeniz ve Atlantik arasındaki konumuyla üç bin yıl boyunca İber Yarımadası’nın kültürel ve ekonomik merkezi olmuş.

rustu-kam-14-05-k.jpg
rustu-kam-14-05-l.jpg
Endülüs Müslümanları sayı azlığından veya fakirlik ve yoksulluktan, âlet-edevat eksikliğinden, hattâ acizlik ve korkaklıklarından mağlup olmuş değillerdir. Onları dinlerine bağlılıktaki kusur ve zaafları yıkmıştır. Ne zaman dinlerine sarılmış, birlikte haraket etmişlerse zafer kazanmışlar, aksine kısır çekişmelerle parçalandıkları zaman hezimete uğramışlardır. Onları düşmanlar değil, kendi ahlâk zaafları, affedilmez idarî ve siyasî basiretsizlikleri mahvetmiştir.

Durum bu asırda da, daha farklı değildir. Acaba Müslümanlar, tarihte başlarına gelen felaketlerden hiç olmazsa günümüzde ibret alamazlar mı? Tarihi:”Tekerrür” diye târif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!?

Geçmişin zenginliğini bugünün şıklığıyla harmanlamış zarif bir şehir olan Sevilla’yı, Arap medeniyetinin doruk noktasına ulaştığı Kurtuba’yı ve 1492’ye kadar sanatçıların, tüccarların ve bilim insanlarının merkezi olmuş Gırnata’yı görmeden ölmemek gerekiyor.

rustu-kam-14-05-m.jpg
rustu-kam-14-05-n.jpg

M.Akif’in mısralarıyla bitirelim yazımızı

”Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara,
Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara,
Tırmanır bir kayanın sırtına etrafa bakar;
Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar,
Başlar ağlatmaya biçareyi hüngür hüngür!
Karşıdan valide sultan bunu pek haklı görür,
Der ki : “Çarpışmadın erkekler gibi düşmanlarla;
Şimdi hiç yoksa kadınlar gibi olsun ağla !”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.