YENİ ANAYASA TARTIŞMALARI

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca ortak evlilikleriyle etle kemik haline gelmiş olan Türk ve Kürt halkını birbirinden ayrıştırma stratejileri yerine, tüm vatandaşlarına ülkenin ve toplumun her alanında eşit hak ve benzer yaşam koşulları sağlamak hedef alınmalıdır.

Türkiye’deki yeni anayasa ve diğer ulusal konulara ilişkin sorun, uzlaşma kültürünün henüz yerleşmemesinden kaynaklanmaktadır. Tüm yasaların dayanağı olan anayasanın ve değişikliğinin en geniş toplumsal katılıma ve toplumsal uzlaşmaya dayanması gerekir.

Uzun ömürlü ve geleceğin Türkiyesi’ne ışık tutması arzu edilen bir anayasa, evrensel insan temel hak ve özgürlüklerine dayanan ve bunların dokunulmazlığını içeren, gerçek anlamda ileri bir demokrasiyi, laik ve sosyal bir hukuk devletini güvence altına alan ve bunu yaşama geçirmek için, devleti ve hükümetleri yükümlü kılan bir anayasa olmak zorundadır. Böyle bir anayasa, ancak en geniş toplumsal katılımla, TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin, üniversitelerin, barolar birliğinin, sendikaların ve sivil toplum kuruluşlarının uzman temsilcilerinin katılımlarıyla oluşacak bir ortak ön çalışma komisyonunun ürünü olabilir. Ancak bu ürün, uzlaşma kültürü şemsiyesi altında, uzun bir çalışma ve tartışma sonucu elde edilebilir. Aynı ya da benzer görüşte olan birkaç profesöre para karşılığı ısmarlanan bir taslak, Türkiye’ye yakışan, toplumun farklı kesimleri tarafından benimsenen ve geleceği olan yeni bir anayasa olamaz. Eğer AKP’nin amacı Türkiye’nin ve Türk halkının çıkarlarını ön planda tutmak ise TBMM’de istediği çoğunluğa sahip olsa bile, durumun hassasiyetini artık anlaması ve benimsemesi gerekir…

Değişmez maddeler çoğu demokratik ülke anayasalarında yer alır!

Anlaşılıyor ki TÜSİAD’a anayasa taslağını hazırlayanlar, siparişi verenlerin isteklerine göre ve her türlü bilim adamı kişiliğini bir tarafa bırakarak bu çalışmayı yapmışlardır. Bu anayasa taslağını hazırlayanlar çok iyi bilirler ki, her çağdaş demokratik ülke anayasasında, evrensel insan hakları ve demokratik hukuk devleti ilkeleri “değiştirilemez” kaydıyla güvence altındadırlar.

Somut bir örnek vereyim: Almanya anayasasının 79. maddesinin 3. fıkrasında, “Devlet şeklini belirleyen esaslara ilişkin bir anayasa değişikliği yapılamaz” kaydı vardır. Anayasanın değiştirilmesi mümkün olmayan 20/1 maddesinde, “Federal Almanya Cumhuriyeti, demokratik ve sosyal bir federal devlettir” denilmektedir. Ve hatta 20. maddenin 4. fıkrasında da “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir olanağın bulunmaması halinde, bütün Almanların direniş hakkı vardır” vurgusu -anayasal bir hak olarak- yer almaktadır. Yine anayasanın 1. maddesinden 19. maddesine kadar olan ve insan hak ve özgürlüklerini içeren maddelere ilişkin olarak da 19/1 maddede “Bir temel hakkın özüne hiçbir şekilde dokunulamaz” vurgusu yapılmaktadır.

Almanya anayasası

23 Mayıs 1949’da toplumun en geniş kesimlerinin katılımıyla ve uzun bir zaman sürecinde hazırlanmış olan Almanya anayasası, Alman toplumunun tüm kesimleri tarafından onay görmektedir. Irkçı ve faşist Nazi Almanyası’nın neden olduğu İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra hazırlanan bu anayasada, “Alman” kelimesine çekinilmeden vurgu yapılmaktadır. “Almanya”, “Alman halkı” ve hatta birçok maddesinde olduğu gibi, “Her Alman”, “Bütün Almanlar” kavramları kullanılmaktadır. Hem de bu anayasa, dünyada 60 milyon insanın yaşamını yitirmesine neden olan bir savaşın hemen sonrasında ve henüz işgal altında bulunan bir Almanya’da hazırlanmıştır.

Ben bünyesinde birçok farklı etnisiteleri barındırdıkları halde, kendi ulusal kimliğine vurgu yapmayan bir anayasa tanımıyorum ve olacağını da düşünemiyorum. Hiçbir devlet, Fransa, Çin, Rusya, Amerika, İtalya ve de akla gelebilecek herhangi bir diğer ülke, kendi anayasasında ulusal kimliğine vurgu yapmaktan kaçınmaz, kaçınmamaktadır.

TÜSİAD’ın taslağı

TÜSİAD’ın anayasa taslağını hazırlayan ve kendilerine profesör olmayı layık görenlerin, bu gerçeği çok iyi bilmelerine karşın, Türk, Türk halkı ve Türk milleti kavramlarını anayasa taslaklarında kullanmaktan neden kaçındıklarını anlamak mümkün değildir.

Öte yandan, hazırlanan taslak, etnik ayrışmaya adeta davetiye çıkarmaktadır. Etnik farklılıklara dayanan “Federal veya eyalet sistemlerinin” bir bir nasıl çöktüğünü Sovyetler Birliği ve Yugoslavya örneklerinde hep birlikte gördük, yaşadık. Hatta AB’nin başkenti Brüksel’in bulunduğu Belçika’da bile 8 aydır hükümet, etnik sürtüşmeler nedeniyle kurulamamaktadır. Bu ülkenin etnisiteye dayanan istemler ve bölgesel yapı sonucu bölünme aşamasına geldiğine uzunca bir süredir tanık olmaktayız. Günümüzde yaşanan bu gerçekleri görmezlikten gelerek etnik farklılıklara ve isteklere dayalı bir bölgecilik sistemini Türkiye için önermek, nesnel olarak Türkiye’nin giderek yakın bir gelecekte ayrışmasına kapıları açmak demektir.

Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca ortak evlilikleriyle etle kemik haline gelmiş olan Türk ve Kürt halkını birbirinden ayrıştırma stratejileri yerine, tüm vatandaşlarına ülkenin ve toplumun her alanında eşit hak ve benzer yaşam koşulları sağlamak hedef alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı şemsiyesi altında, farklı etnisitelere dayanan kültürlerin bir zenginlik olarak benimsenerek Kürt kökenli vatandaşlarımızın kimliğinin tanınması, kültürel haklarının sağlanması, bölgeler arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıkların giderilmesi ve böylece de terörün ana kaynaklarının kurutulması, Türkiye’de tüm siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının öncelikli amacı olmalıdır. Ana görev, ayrışmaya yönelik istemlerin yanlışlığını, gerekçelerle ve real uygulamalarla ortaya koyarak bin yıla varan birlikteliğimizi kalıcılığa doğru pekiştirmektir.

Prof. Dr. Hakkı Keskin

Siyasal Bilimci

2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.