YARGININ GETİRİLDİĞİ KONUM

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

12 Eylül 2010 tarihinde halk oyuna sunularak, kabul edilen anayasa değişikliği ile yargıda yeni düzenlemeler yapılmıştı. Bu düzenlemelerin sonucunda ‘bağımsız yargı’ ilkesi, ‘siyasi iktidara bağımlı yargı’ ilkesi şekline dönüştü. Bu gerçeği önceden görenler, hem yazılarıyla, hem de söylemleriyle anlattılar ancak özellikle ‘yetmez ama evet’ diyen aymaz ve duyarsızların desteğiyle kabul edilen anayasa değişikliği ile, siyasi iktidarın emrinde bir yargı oluşturuldu.

Siyasi iktidar yeni düzenlemelerle, yargıyı istediği gibi şekillendirdi. 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri için aday başvuruları başladığında, Hatip Dicle’nin milletvekili başvurusunu almakta bir sakınca görmeyen Yüksek Seçim Kurulu (YSK), seçildikten sonra milletvekilliğini düşürme kararı aldı.

Anayasanın 76. maddesinde milletvekili seçilme koşulları şöyle düzenlenmiştir: ”Yirmi beş yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir. En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.”

Milletvekili seçilmeye engel haller, YSK kararlarında ”tam kanunsuzluk” olarak nitelendirilmektedir. Tam kanunsuzluk halleri ise, süreye ve başvuruya bağlı olmaksızın, her zaman ve resen incelenmektedir. Milletvekili seçilmeye engel hal, seçilmeden önce ortaya çıkmışsa, ister seçilmeden önce, ister seçildikten sonra her durumda bu konudaki kararı vermeye, YSK yetkilidir. Hatip Dicle olayında olduğu gibi, tam kanunsuzluk hali sabit olan durumlarda YSK’nin vereceği karar bellidir, nettir. Üstelik tam kanunsuzluk hali seçimden önce gerçekleştiği için, her durumda YSK iptal kararı verecektir.

YSK, Hatip Dicle’yi tam kanunsuzluk haline karşın seçime sokmakla, onda haklı bir beklenti yaratmıştır. YSK, seçimden önce vermesi gereken kararı, her nedense seçimden sonraya bırakmakla, Hatip Dicle’yi ve ona oy veren tabanı yanıltarak, temel insan hakkı ihlaline neden olmuştur. YSK’nin bu kararı neden seçimden önce, zamanında vermediğinin sorgulanması gerekmektedir.

YSK, seçim öncesi bazı BDP’li bağımsızların adaylığını iptal etmişti. Ancak gelen baskılar ve çıkan olaylar üzerine geri adım atmıştı. Bunun sonucunda hukuka değil, baskılara göre karar verdiği izlenimi doğmuştu. Baskılar sonucu saygınlığını zedeleyen bir kuruma, güven de kalmayacağı çok açıktır.

Seçimden önce Yargıtay’ın, bazı dosyaları incelediği, bazı dosyaları incelemediği konusu da gündeme gelmiştir. Yargıtay, Hatip Dicle’nin dosyasını seçimden önce incelemiş ve karar vermiştir. Ancak incelenmeyip beklettiği dosyalar, anılan kişilerin milletvekili seçilerek, dokunulmazlık kapsamında kalmıştır; CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, bu kapsama örnektir.

Anayasaya göre soruşturma ve yargılamaları devam eden kişilerin tutuklu olsalar bile, milletvekili seçilmeleri durumunda tahliye edilecekleri belirtilmiştir. Bunun örnekleri de bilinmektedir. En güncel örnek 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde milletvekili seçilen Sebahat Tuncel’dir. Yargılanması devam eden ancak tutulu bulunan Sebahat Tuncel, milletvekili seçildiği için, mahkemenin ”kaçmayacağı ve kanıt karartmayacağı” yolundaki gerekçeleri üzerine tahliye olmuştur.

Eğer çok somut bir biçimde kaçma veya kanıt karartma olgusu ortaya konulamıyor ise, tahliye kararı verilmelidir. Sebahat Tuncel için bu yapılmıştır ve uygulama hukuksaldır. Yasalar herkese eşit uygulanmalıdır. Bu nedenle Engin Alan, Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile ilgili durum, hukuktan uzaklaşıldığının kanıtıdır. Bu durumda ilgili mahkemelerin ”delillerin tamamının toplanamamış olması, sanıkların tümünün savunmalarının alınmamış olması” gibi ileri sürdüğü gerekçeler, hukuktan yoksun olmanın yanı sıra, inandırıcı değil ve komiktir. Ayrıca iki yılı aşkın süredir tutuklu bulunmaları da hukuksuzluktur.

2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Yasası’nın 309. ve 310. maddelerinde, hükümlülerin ”cezasının infazının kaldırılması ya da azaltılması” konusunda, Adalet Bakanlığı’nın ya da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, tutuklulukla ilgili Yargıtay Ceza Dairesi’nden, bu yolda talepte bulunabilmesi söz konusudur. Özgürlükler lehine adım atılması esas ise, bu yol açıktır. Hukuksal olan bu yol, şimdiye kadar kullanılmamıştır.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından çıkartılan adli ve idari yargı yaz kararnamesinde, 2230 yargıç ve savcının yer değişikliği yoluyla ataması yapılmıştır. Kararnamede objektiflik, şeffaflık, adalet, tarafsızlık, doğruluk, dürüstlük, aile bütünlüğü, sağlık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri gözetilmemiştir. Ayrıca yargıda vesayet ve hiyerarşi yaratarak, istek dışı atamalar yapılmıştır. Siyasi iktidarın beklentileriyle örtüşmeyen iş ve işlemlere imza atan yargıçların da görev yerlerinin değiştirilmesi dikkat çekicidir.

HSYK yaz kararnamesinin ardından 17 Yargıtay Üyesinin görevli oldukları daireler, değiştirilmiştir. Bu işlemler yapılırken yüksek yargıçların istekleri alınmamış, gerekli ilke, kural ve özen gösterilmemiştir. Büyük çoğunluğu istek dışı yapılan bu yer değiştirmeler nedeniyle, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti büyük yara almıştır.

5 Haziran 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına ilişkin yapılan Anayasa değişikliğini, reddederek, yürürlükten kaldırdı. Bunun üzerine AKP’liler, bu kararın anayasaya aykırı olduğunu ve mahkemenin yetkilerini aştığını savunmuşlar ve ”bu bir cüppeli darbedir” demişlerdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı 14 Mart 2008 tarihinde, AKP’nin kapatılmasıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne dava açmıştı. AKP’liler kapatma davası sürecinde ”11 tane Anayasa Mahkemesi üyesi millet iradesine el koyamaz” demişlerdi. 26 Kasım 2009 tarihinde Danıştay Sekizinci Dairesi’nin oybirliği ile aldığı, YÖK’ün üniversite sınavında kat sayı uygulamasını kaldırmasıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararını da, AKP’liler seviyeden yoksun bir şekilde eleştirmişti.

İşlerine gelmediği kararlar için bağıranlar, şimdi milletvekili seçilenlerin tahliyesi için olumsuz görüş bildiren iki hakimin oylarıyla TBMM’ye girememesi karşısında sessizdirler. Zaten başbakan, seçim konuşmaları sırasında, ”seçilirseler de çıkamazlar” demişti. Bu söylemle, bağımsız olması gereken yargının siyasi iktidarla bütünleştiği çok açık şekilde görülmektedir.

Anayasanın 76. maddesinde yazılan milletvekili seçilme koşulları bir tarafa bırakılarak, haklarında ”görevi ihmal, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta ve kayıtlarında sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlamaları olanların, TBMM’de milletvekili olarak görev yapmasına karşılık, Engin Alan, Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın cezaevinde bulunmaları ise, Türkiye’nin en büyük çelişkilerindendir.

Hukuk düzeninin bu yaraları almasında ve yargının getirildiği bu konumda büyük rolü olanların, aniden sessizliklerini bozarak, ”sorunlar anayasadan kaynaklanıyor, yenisini yaparsak sorunlar çözümlenir” demeleri, ortada başka hesapların döndüğünün kanıtıdır. Tutuklu milletvekilleriyle ilgili kararların ve Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesinin ardında, muhalefet partilerini de yapılması düşünülen yeni anayasa için ”evet” demeye zorlamak yatmaktadır. Yeni anayasa ile Türkiye’nin bölünmeye doğru gideceği bir süreç başlatılacaktır. Yargıyı kendine bağlamakla yetinmeyen siyasi iktidar, yapacağı yeni anayasaya, ‘ileri demokrasi’ adını vererek, ‘ileri faşizm’ uygulamasına doğru yol alınmasını hedeflemektedir. Bu konuda CHP ve MHP’yi büyük ve tarihi sorumluluk beklemektedir.

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.