YAPTIRIM

ABONE OL
17:59 - 01/10/2020 17:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

YAPTIRIM

FETÖ ve PKK terör örgütleri adına suç işlediği, casusluk yaptığı iddiasıyla hakkında 35 yıl hapis cezası istenen ABD vatandaşı olan, İzmir Protestan Diriliş Kilisesi pastörü (papaz – kilise topluluğunun önderi) görünümlü CİA ajanı Andrew Brunson, 2016 Ekim ayında İzmir’de tutuklanmıştı. 26 Temmuz 2018 tarihinde ülkemizdeki bağımsız mahkeme “sağlık sorunları” gerekçesiyle, ajan Andrew Brunson’un tutukluluğunun ev hapsine çevrilmesine karar verdi.

Bunun üzerine ABD yetkilileri, Andrew Brunson’un serbest bırakılmayıp, ülkesine dönememesinin kabul edilemez olduğunu bildirdi ve Türkiye’ye karşı bazı sert yaptırım kararlarının alınacağını açıkladı. ABD yetkilileri tarafından, Andrew Brunson’un tutuklanması olayında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün öncü rol üstlendikleri ve bu iki bakanın Türkiye’de ciddi şekilde insan hakları ihlallerinden sorumlu oldukları vurgusu yapıldı. Ardından bu iki bakanın başta ABD olmak üzere bazı ülkelere giriş ve çıkışlarının yasaklanacağı ve ABD içerisinde bulunan mal varlıklarına el koyulabileceği bildirildi.

Daha önce ABD ile 1964 Kıbrıs olayları, 1974 ambargo kararları, sözde Ermeni soykırımına destek, PKK terör örgütüne yardım, 4 Temmuz 2003 tarihinde askerlerimize çuval geçirme gibi birçok konuda tansiyon yükselmişti, ancak bakanları hedef alan böylesine siyasi bir hamle ilk kez görülmektedir. Kıbrıs’a Türk askeri çıkarma konusunda 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Lyndon Baines Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye ağır ve tehdit dolu bir mektup göndermişti. İnönü bu mektup üzerine, “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” demişti. Bugün ABD yetkililerinin, Türkiye’ye karşı kullandığı ifadeler, Johnson mektubunun da ötesindedir. Türkiye Cumhuriyeti bakanlarına karşı, ABD’nin ilan ettiği bu yaptırım kararları yeni bir küstahlık örneğidir. Emperyalizmin dayatması olan bu yaptırımlar bize üretimin ve güçlü ekonominin bağımsızlıktaki önemini tekrar tekrar anımsatmalıdır.
Bu olaylar yaşanırken, ülkemizde döviz alıp başını gitmekte ve devalüasyon (ulusal paramızın değerinin düşürülmesi) yapılmaktadır. 2018 yılı başından beri paramız yaklaşık %80 değer kaybetmiştir. Dış alıma (ithalata) dayalı bir ekonomimiz olduğu için, enflasyon yükselirken, fiyatlar da sürekli artmaktadır. Devalüasyon, enflasyonu tetikler, enflasyon faizleri tetikler. Bu ikisi birlikte hızla toplumu fakirleştirir. Aynı zamanda şirketlerin de değeri düşer ve yerli-yabancı kuruluşlar bu şirketleri ele geçirir.
Ekonomi bitmiş, üretim sıfırlanmışken bile enflasyon artmaktadır; durgunluk dönemine girilmiştir. Tasarruf yapmıyoruz, üretim yapmıyoruz, ulusal varlıklarımızı, fabrikalarımızı, tarım alanlarımızı, ormanlarımızı özelleştirme adı altında peşkeş çekiyoruz ve doların 7, euronun 8 liraya yaklaşması karşısında “bizim Allahımız var” demek, aslında ‘işimiz Allaha kaldı’ demektir.
2000’li yılların başında %4 olan cari açık oranı, bugün %10 seviyelerine çıkmıştır. Krizi çıkartanların başında borç gelmektedir. Bu kadar borçla yol ve inşaat yapıldı, ancak üretim yapılmadı. 2002 yılından beri uygulanan ekonomi politikaları sonucunda, ülkemizin bugünlere geleceği belliydi. Dövizdeki yükselişi sadece papaz görünümlü ajan Andrew Brunson’un tutuklanmasına bağlamak, yine toplumu kandırmaktır. ABD’ye bağırmak ya da sözel tepki vermek de, toplumun gazını almaktır. Gerçek tepki ülkemizdeki ABD üslerini kapatarak ve Suriye’de Beşar Esat ile anlaşarak verilir. 
Her koşulda denk bütçe yapılarak, ulusal ekonomi uygulamalarıyla, tam bağımsızlıktan taviz vermeden yapılacak yeni bir sisteme geçmeden, hem ekonomik, hem de siyasi krizler sürekli yaşanacaktır. AKP iktidarı ile ülkemiz her konuda uçurumun kenarına getirilmiştir. Muhalefetin bile sessiz kaldığı, sendikaların, ticaret ve sanayi odalarının, borsaların tepki vermediği böyle bir ortamda işimiz gerçekten Allaha mı kalmıştır?  

Suay Karaman

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.