”WİR SİND ZUSAMMEN…”

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

TERÖR ÖRGÜTÜNE DESTEK SAĞLAYANLAR, ÖRGÜTÜN SIRTINI SIVAZLAYANLAR, ÖRGÜTE MADDİ, MANEVİ DESTEK SAĞLAYANLAR DA EN AZ TERÖR ÖRGÜTÜ KADAR SORUMLUDURLAR…

Göçün 50. Yılı münasebetiyle Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından düzenlenen “Almanya ve Göç: 50. Yılında Almanya’daki Türkler” konulu sempozyum çerçevesinde verilen Gala Yemeği’nde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan esti, gürledi geçti.

Erdoğan’ın konuşması ezber bozan bir konuşmaydı. Özgüven sahibiydi, vücut dilini de kullandı. Çok cesurdu. Hiç kimseden korkmuyordu. Tespitlerinde Avrupa’yı hedef aldığı besbelliydi. Önce göç münasebetiyle Almanya’ya gelmiş Türkiyelilere bir baba şafkatiyle yaklaştı. ”Arkanızdayız” dedi. ”Çok acı çektiniz biliyorum… Biz Türkiye´de, siz Almanya´da, umudu çoğaltmaya, barışı yeşertmeye, kardeşliği yüceltmeye devam edeceğiz.” dedi.

Ben burada sözü Erdoğan’a veriyor ve sizleri onunla başbaşa bırakıyorum.

”1961 yılında, Sirkeci Tren İstasyonu´ndan başlayan yolculuğunuz, bugün artık yarım asrı geride bıraktı. Çok acılar çektiğinizi biliyorum. Özlemin, hasretin, sıla ve gurbetin içinizde volkana dönüştüğünü biliyorum. Anneden, babadan, çocuklardan ayrı, vatanın, köyün, yuvanın kokusuna hasret, dile kolay, 50 yıl geçti. Gün artık, gurbet hikayeleri değil, başarı öykülerini paylaşma günü. Gün artık, geçmişe değil, geleceğe odaklanma günü. Umutla, heyecanla, coşkuyla, çocuklarımıza daha aydınlık bir gelecek bırakma mücadelesini hep birlikte sürdüreceğiz. Biz Türkiye´de, siz Almanya´da, umudu çoğaltmaya, barışı yeşertmeye, kardeşliği yüceltmeye devam edeceğiz. Özellikle Avrupa-Asya arasında dayanışmayı, birliği, beraberliği, sizler köprü olmak suretiyle başaracağız. Emeğiyle gurbette abideleşmiş tüm işçi, emekçi kardeşlerimi bir kez daha tebrik ediyorum…

Biz, 50 yıl sonra, sadece soyadlarıyla Türk olan, asimile olmuş bir toplum görmek değil; diliyle, kültürüyle, gelenekleriyle, inançlarıyla var olan ve ayakta duran ve yaşadığı ülkeye her yönden önemli katkılar yapan bir toplum görmek istiyoruz…

Biz, Almanya makamları nezdinde, her sorununuzun çözümü için girişimde bulunmaya devam edeceğiz. Sizlerin de hukuk, demokrasi, yasalar çerçevesinde Almanya´nın geleceğiyle birlikte kendi geleceğinizi de tasarlamanızı önemli buluyoruz. Bir kez daha söylüyorum; asla yalnız değilsiniz, asla kimsesiz, çaresiz değilsiniz.

Bir ay önce, Batman´da teröristler, sağa sola rastgele ateş açtılar. 4 yaşındaki Sultan, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu ve gözlerini hayata yumdu. Annesi aynı şekilde terörün hedefi oldu ve umutlarını geride bırakarak Hakk´a yürüdü. Anne karnındaki 8 aylık bebek de daha gözlerini dünyaya açmadan, daha ismi bile konulmadan, daha ağlayamadan ve gülemeden terörle tanıştı.

Bu insanlık dışı saldırının tek sorumlusu terör örgütü değildir! O tetiği çeken ve çektiren kanlı maşalar kadar, terör örgütüne destek sağlayanlar, örgütün sırtını sıvazlayanlar, örgüte maddi, manevi destek sağlayanlar da o doğmamış bebeğin katledilmesinden en az terör örgütü kadar sorumludurlar.

Açık söylüyorum, terörle mücadele bir ülkenin veya bir milletin meselesi değildir; insani değerlere inanan herkesin sorumluluğudur. Terör örgütlerine göz yumanlar, terörün kanlı yüzüne ortak olurlar. Türkiye´ye terörle mücadelede gereken desteği vermeyen ama insan hakları nutku atanlara soruyorum; vahşice katledilen 4 yaşındaki Sultan´dan haberiniz var mı? Bize güya demokrasi dersi verenlere soruyorum; umutlarıyla vefat eden Anne Mizgin Doru´dan haberiniz var mı? Terör örgütünün faaliyetlerine, yayınlarına, derneklerine, para toplamasına göz yumanlara, suçluların elini kolunu sallayarak dolaşmasına göz yumanlara sesleniyorum; anne karnında öldürülen 8 aylık bebeden haberiniz var mı? Avrupa’lı dostlarımızın önüne dosyaları koyduğumuzda, tek tek isimleri, dernekleri, yayın kuruluşlarını, aktarılan para miktarlarını koyduğumuzda, bize bahaneler üretiyorlar. Siz o bahaneleri artık bize değil, artık Batman´da öldürülen masum yavrulara değil, eğer izah edebiliyorsanız, önce kendi vicdanınıza izah edin.

Nifak tohumları ekmeye, aziz milletimizin evlatlarını birbirine düşürmeye, aramıza ayrımcılık sokmaya çalışan şer odakları, Van depremiyle birlikte nasıl beyhûde bir çaba içinde olduklarını bir kez daha gördüler. Deprem sonrası ortaya koyduğumuz yardımlaşma ve dayanışma gösterdi ki milletimiz tek yürektir, tek nefestir. Terör saldırısı sonrasında ortaya çıkan toplumsal tepki gösterdi ki milletimiz birdir, bütündür, sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiştir…

Çok açık söylüyorum; bu milletin birliğini, dirliğini, beraberliğini ve kardeşliğini hafife alanlar, bugüne kadar hep kaybettiler, bundan sonra da kaybetmeye mahkumlar. Hiçbir örgüt, hiçbir çaba, hiçbir saldırı bu milletin kardeşliğini sarsmayacak, sarsamayacaktır…”

Sempozyumdan özetler

600 senelik bir imparatorluk geleneği olan insanımız. İmparatorluğun çöküşünden sonra kendisini yeni bir sistemin içinde buldu. Dünya düzeni değişmişti. İmparatorluklar, krallıklar dönemi bitmiş cumhuriyetler devri başlamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı’nın devamı olarak sahnede yerini almıştı. Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış İkinci Dünya Savaşı’nı görmüş ve üstüna üstlük bir de kurtuluş savaşı yaşamış olan Türk halkı oldukça yorgundu, bitkindi. Halk işssizdi. Kıt kanaat geçiniyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üstünde yeni bir devlet kurulmuştu:Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Dünya devletleri sanayisini kurarak kalkınırken, bu genç cumhuriyet sanayileşerek kalkınmayı tercih etmedi. Tarım ve hayvancılığı seçti. Türk halkının efendiliğinin devam etmesine bunlar yeterli olmadı.

31 Ekim 1961 tarihine gelindiğinde Türk halkı ”efendilerin” hizmetine verildi. Bilinmeyen ülkelere doğru kara trenlerin kara vagonlarında ellerindeki tahta bavullarla yola çıkarıldılar. Bu insanlar kara talihlerinin farkına varmamaları için olacak herhalde, hem de davul ve zurna eşliğinde yola çıkarıldılar. Hüzün yaşlarıydı yolcu edenlerin ve yolcu olanların gözlerinden siğim siğim akan yaşlar. Karı kocadan, baba çocuklardan koparılıyordu. Bir lokma ekmek uğruna oluyordu bütün bunlar.

Anlaşmalar bir yıllıktı. Bir yılın sonunda ne Türkiye geri çağırdı bu insanları, ne de gittiği ülkeler geriye gönderdi. Devletler memnundu bu alışverişten. Ancak sevgililerinden ayrı düşen insanlar memnun değildi, onlar acı çekiyorlardı.
Zamanla bu kara talihli insanlar, talihlerine de küsmeye başladılar. Bir tarafta kendileriyle Alamancı diye alay edlirken öbür tarafta yabancı diye küçük görülmeye başlandılar. Ne İsa’ya yaranabildiler ne de Musa’ya… Kalakaldılar ortada tek başlarına.

Zaman geçtikçe sorunlar fazlalaşmaya başladı. Çifte vatandaşlık yolları kapandı, aile birleşiminde sıkıntı çekilir hale gelindi, seçme ve seçilme hakları ellerinden alındı, kendi gelecekleriyle ilgili kararları kendileri veremez hale geldiler. Derken belleri büküldü, gözleri görmez oldu. Yatırımları yetkililer tarafından yönlendirilmeden yapıldığı için boşa gitti. Çürüdü.

Bir de baktılar ki elli yıl geride kalmış

50 yıl önce davul zurna ile uğurlayanlar elli yıl sonra geldiler ve elli yılın muhasebesini yaptılar. Hem de efendilerin ülkesinde yaptılar. Bilanço ağırdı. Yapılanlarla yapılmayanlar yanyana gelince davul zurna ile uğurlananlar kaybadenler hanesinde yer alıyorlardı.

Kazanımlar; efendileri tarafından yetiştirilen sinema adamları, sporcular, siyasetçiler, sinema oyuncuları, avukat olan ve doktor olan ikinci kuşak insanımızdı.

Verilmesi gereken haklar; seçme ve seçilme hakkı, çifte vatandaşlık hakkı, mavi karttan doğan hakların genişletilmesi, vize almak konusunda yapılması gereken kolaylıklar olarak belirlendi v.b.

Bu hesaplaşmada, ben burada yaşamayı tercih eden insanları asimile edeceğim diye çırpınan Almanya’ya insan hakları hatırlatılırken, ben de insanımı asimile ettirmem diye çırpınan Türkiye’ye de nesajlar gitti… Karşılıklı restleşmeler oldu. Arada kalan halk yine çaresiz, boyun eğdi…

Almanya’dan beklentileri olan sivil toplum örgütleri de sahnedeydi

Sempozyumlarda onlar da konuştular. Tartışmalar Almanya’nın Türklere ve müslümanlara karşı önyargılı davarandığı konusu etrafında yoğunlaştı. Konuşmacılara göre, suçlu olan taraf genel olarak Almanya idi. İnsaf ölçüleri terkedilmiş gibiydi. Hırsıza suç yükleyen fazla olmadı. Bu sempozyumda yapılan konuşmaları birkaç cümleyle özetleyecek olursak şunları ön plana çıkarabiliriz:

”Almanya;
-integrasyonu değil asimilasyonu düşünüyor ama bu düşüncesini kendisi açık açık dillendiremiyor. Bazen sahneye Sarrazin’i çıkarıyor bazen, sağcıları,
-Eğitimde fırsat eşitliği tanınmıyor, yabancılar her zaman sahaya iki sıfır yenik çıkıyor,
-Ana dil düşmanlığı yapıyor, ana dilin öğrenilmesi konusunda adım atmıyor,
-İslâmofobi konusunda taraf oluyor, insanları provoke edenlere ses çıkarmıyor,
-İslâm konferanslarında samimi denecek bir adım atılmıyor, sanki İslâm güvenlik zirvesi gibi bir toplantı yapılıyor, bu toplantıya çağrılanların İslâm’la olan münasebetleri ne kadardır araştırılmıyor,
-İslâmofobi okul kitaplarına kadar girmiş durumda.
İslâmofobi: İslâm’dan ve müslümanlardan korkmak demektir. Müslümanlar bu korkuları besleyecek hiçbirşey yapmadılar. Müslümanlar ve Türkler konusunda bir kitap yazılıyor ve bu kitap da 2 milyon satıyorsa bu toplumda bir problem var demektir. İslâmofobi halkın merkezine kadar giriyorsa orada bir problem var demektir.
-Almanya yeni Alman olan çocuklarına karşı baba şefkatiyle yaklaşmıyor, üvey evlat muamelesi yapıyor,
-Buradaki Türkler için vize değil vize ötesi haklar vardır,
-Avrupa adalet Divanı’nın kararları tartışılamaz olduğu halde, nedense Türkler söz konusu olunca tartışılıyor,
-Berlin’de uluslararası bir üniversite niçin kurulmuyor?
-Avrupalı Türklere Avrupa vatandaşlarının hakları aynen verilmelidir,
-Devlet herhangi bir dini cemaata taraf olamaz,
-Vatan insanın kendini evinde gibi hissettiği yerdir, Almanya bizim için ne zaman vatan olacaktır,
-Geçmişe takılmak yerine geleceğe odaklanmak gerekiyor. Bundan sonrası için Almanya hangi konularda yabancıların önünü açacaktır, çocuklarımızın geleceğini Almanya’da göremiyoruz. Burada yetişen gençler neden Türkiye’yi çalışma yeri olarak seçiyorlar?
-Bu kadar çeşitli geleneklerden gelen yabancılara nasıl olur da tek bir integrasyon politikası uygulanır?
-Berlin’de okullarda ayırım yapılıyor, Alman öğretmenler bizim çocuklara, siz Alman öğrencilerinin şansını azaltıyorsunuz diyorlar,
-Türkler integre olmak için uğraşıyorlar, oluyorlar da. Ama Almanlar bu konuda bir adım bile atmıyorlar, integrasyon tek taraflı olmaz,
-Türk toplumu heterojendir, aynı integrasyon politikası uygulanamaz,
-Alman politikacıları İslâm’ı Almanya’nın bir parçası olarak kabul etmiyorlar, dahası Alman vatandaşı olmuş olan Türk bile Alman olarak kabul edilmiyor, büyük annesi ve büyük babası Türk olan çocuğa halen Türk kökenli Alman deniliyor,
-Başörtüsü bu toplumda tercih olarak görülmüyor hâlâ. Kimliklerin görünür olması Almanya için ne ifade ediyor?
-Müslümanlar terörist olarak gösteriliyor, oysa terörün dini yoktur,
-Almanya’nın imarına katkıda bulunan birinci kuşak Türkler, bugün neden işsizdir? Bu Almanya’nın ayıbıdır.”

Sivil toplum örgütleri neler yaptılar ?

Almanya’da hizmet veren sivil toplum örgütleri neler yapıyorlar, bilhassa şikayet edilen yukarıdaki konularda hangi çalışmalar yapıldı? Bu konularda siyasilerle münasebetler kuruldu mu? Kurulduysa hangi aşamaya gelindi? Hukuk bazında hangi çalışmalar yapıldı? İnsan haklarıyla ilgili konularda açılmış kaç tane dava vardır?

Konuşmak güzeldir ama meseleler sadece konuşulursa, konuşulduğu yerde kalır. 50 yıl sonra meselelerimizi hâlâ konuşuyorsak bir 50 yıl daha bekleyeceğiz demektir. Belki o zaman da yine konuşuyor olacağız….

Organizasyon

Organizasyon genel olarak iyiydi. Başta Kemal Yurttaç olmak üzere çalışma arkadaşlarını tebrik ediyorum. Yolunuz açık olsun. Ancak göze çarpan bazı eksiklikleri dile getirmeden de geçemeyeceğim.
1-Sempozyumlar gerçekten güzeldi. Konuşmacılar hazırlıklı olarak gelmişti (Bazıları hariç). Eş zamanlı oluşu tercih yapamamamıza sebep oldu. Oysa ben konuşmacıların hepsini dinlemek isterdim. Konu seçimleri güzeldi.
2-Katılımcılara soru sorma fısatı fazla tanınmadı, üç soru ile sınırlandırıldı. Konuya katkıda bulunmak istyenlere ise hiç fırsat verilmedi.
3-Birinci kuşaktan insanlar sempozyumlarda konuşturulmalıydı. Konu onların üzerinden işleniyordu. Birinci kuşaktan davet edilen insanlar çok azdı. Var olanlar da belirli dünya görüşüne sahip olan insanlardı. Yelpaze geniş tutulmalıydı.
4-Birinci kuşakla birlikte yaşayan Almanlardan temsilciler yoktu.
5-Alman basınından çok az temsilci vardı.
6-Gala yemeğine davet edilenler konu mankeni gibi sadece masalara oturtuldular, yemeklerini yediler, başbakanı dinlediler ve gittiler. En azından birinci kuşaktan bir Alman’ın ve bir de Türk’ün hatıraları dinlenmeliydi.
7-Gala yemeğine girerken alınan güvenlik tedbirleri fazla abartılıydı.
8-50 yıl sonra yine kendimiz çaldık kendimiz oynadık.

Önemli bir ayrıntı

Bazı şeyler vardır ki, insanları rencide eder. Tayyip Erdoğan Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonra, onun imanını yargılayanlar, ona ağza alınmayacak kadar galiz sözler sarfedenler, AK Parti’ye yakın duranları görevden alanlar, camilerin kantinlerindeki televizyonlardan haber dinlemeyi yasaklayanlar bu sempozyumda en öndelerdi.

Eğer bu insanlar geçmişte yaptıkları şeylerin yanlış olduğunu düşünerek oraya geldilerse, bir anlamda günah çıkarıyorlarsa, camilerine döndükten sonra yanlış yaptıklarını cemaatlarına da söyleyeceklerse ve görevlerine son verdikleri insanları davet ederek helalleşeceklerse, hepsinin alnından öpüyorum. Geç de olsa gerçeği anladıkları için alınlarından öpeceğim onları alınlarından ve hakkımı helal edeceğim onlara.

Yok eğer takiyye yapıyorlarsa, toplantılarda AK Partili olup da camilerde cemaata karşı SAADET Partisi’ni savunmaya devam edeceklerse, cemaatın huzurunda yine AK Parti’ye atıp tutmaya devam edeceklerse hepsini şiddetle kınıyorum.
İki yüzlü insanların müslümanların temsilcisi olmaya hakları yoktur. Bu şekilde davranan insanlara Allah münafık der.

Allah münafıkların şerrinden gerçek müslümanları korusun… Amin.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.