VİVA ZAPATA FİLMİ SİZE NE HATIRLATIYOR?

ABONE OL
11:51 - 23/10/2020 11:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

VİVA ZAPATA FİLMİ SİZE NE HATIRLATIYOR?


“1900’lerin başında zalim Porfirio Diaz’ın yönettiği Meksika’dayız. Emiliano Zapata toprakları elinden alınan köylülere yardım etmek ister ve kanun kaçağı durumuna düşer. Kardeşi Eufemio ile birlikte başkaldırıp dağa kaçarlar ve devrimci Madero’nun isyancı güçlerine katılırlar.

Madero’nun ordusunda generalliğe kadar yükselen Zapata ve dava arkadaşları savaş alanında çok başarılı olurlar ve Diaz ülke dışına kaçmak zorunda kalır. Artık Madero ve arkadaşlarının yönetimine geçen ülke, devrimcilerin tüm iyi niyetlerine rağmen Diaz zamanından daha iyi yönetilemez. Madero, Zapata ve diğer ileri gelenler kazanan tarafta yer almanın sarhoşluğuyla hareket eden askeri güçlerine mukayyet olamazlar. Rakip Huerto’nun adamları Madero’yu öldürdüklerinde, Zapata’ya diğer bir rakip Pancho Villa ile işbirliği yapmaktan başka çare kalmaz.”

Filmin tanıtımı böyle…
Ancak filmi izlemeye başladığınız zaman çok farklı duygulara kapılıyorsunuz. İçinizdeki haksızlığa isyan etme talebinin yükseldiğini, ezilmiş veya haksızlığa uğramış köylülerin çaresizlik çığlığını, gelecek endişesi içindeki gurupların bir ideale inanarak ölüme gitme isteğini fark ediyorsunuz. 

Hani bizde sürekli olarak toplum mühendisliği, algı operasyonu falan diyorlar ya… Bütün bunların ne olduğunu anlamak istiyorsanız Viva Zapata filmini seyretmeniz gerekiyor. 
Elia Kazan’ın yönettiği bu filim Pulitzer ödüllü John Steinbeck’in senaryosu ile sinemaya uyarlanmış. Oysa asıl kahraman Edgecumb Pinchon… Onun 1940’lı yıllarda yazdığı biyografik özellikli eseri…
 Filmi ölümsüz kılan ve bugün bile izlenir olmasını sağlayan ise Marlon Brando, Jean Peters ve Anthony Quinn gibi oyuncular ve filmin başından sonuna kadar sizi kendine esir eden Alex North’un o yıllarda hiç duyulmamış ilk kez yapılan eşsiz müzikleri elbette… Bu arada Barbara McLean’ın kurgusununsa hakkını vermek lazım.  Daha sonra pek çok filme imza atacak görüntü yönetmeni Joseph Mac Donald’ı da unutmamak lazım. 

1952 yılında çevrilen, Türkiye’de 1953 te ve 1990’lı yıllarda gösterilen bu filim, içinde barındırdığı pek çok insanlık gerçeği ile bugün bile bir sanat abidesi olarak dimdik ayakta duruyor. Az gelişmiş toplumların ve bizim gibi giderek büyük bir kaosa sürüklenen, sonu belli olmayan maceralara atılan ülkelerin insanları için bir uyarıcı… Çünkü düşüş başladığı anda bu işin geri dönüşü yok. 

Topluma yerleşen rüşvet, adaletsizlik, hırsızlık, ahlaksızlık, sapıklık, kadın cinayetleri, insan emeğinin sömürülmesi, faiz ve ayrımcı dinsel motifler, politikal söylemler ne yazık ki bugün bile Meksika’da temizlenebilmiş hastalıklar değildir. Bugün bile kanunsuzların sığındığı ülkelerin başında gelmekte, parası olanların insan emeğinin ucuzluğu nedeni ile refah içinde yaşadığı bir cennet olarak adlandırılmaktadır. 

Bir güney Amerika ülkesi olan Şili’ye gittiğimizde, başkent Santiago’nun merkezindeki lüks ve modern yaşama şahit olmuş, şehrin kenarlarına yerleşmiş varoşlardaki yoksul yaşama hayret etmiştik. İnsanların çoğunun yoksulluk sınırında yaşamasının ne demek olduğunu görüp bir kez daha halimize şükretmiştik.  
2000 dolar bozdurmaya kalktığımızda polis sorgusuna maruz kaldığınız, aylık maaşların 25-50 dolar olduğu bir ülkeydi. Bugün ne olduğunu bilemem ama bir daha gitmek istemediğim yerlerden biri oldu Şili… Halkının Nazım hayranı olduğu, Pablo Neruda şiirlerinin şarkılaştığı, dünyanın belki de en güzel kızlarının en çirkin erkeklerle evlenmek zorunda kaldığı bir ülkeydi…

Bunların bizimle ne alakası var demeyin. 
Biz henüz Orhan Kemallerin yazdığı, okurken inanmadığımız romanların ülkesiyiz. Gücü elde etmiş olanların bir kenti nasıl harabeye çevirebileceğinin görüldüğü, terör belasının kol gezdiği “gündüz külahlı, gece silahlı” grupların askere, polise acımasızca arkasından kurşun sıktığı, dar sokaklarda bombalı tuzaklar kurabildiği,  bütün dünyada ders olarak işlendiği bir kötü örnek olduk. Savaştan kaçarak bize sığınanları, ucuz iş gücü olarak gören, yarın öbür gün vatandaş yaparak oy potansiyelimi arttırabilir miyim diye düşünen politikacıların var olduğu bir aymazlık içindeyiz. En acısı, görmemezlikten gelmeyin diyerek sokak başlarında dilenen Suriyelilere reklam filmi yapacak kadar adlandıramadığım bir anlayışa sahibiz. 

Sokaklarda yatan, dilenen, çöpleri karıştıran, yanınıza yaklaşan üç-beş kişilik gurup ile sizi tehdit edercesine ablukaya alan ve para isteyen, şikâyet söz konusu olduğunda adaletin kapısını aşındıran polisin yakaladığını mahkemenin salıverdiği ülkeler bir zamanlar orta Amerika ve Afrika da görülürdü. 

Toton şövalyelerinin yardım vaatlerine kanacak kadar saf, denizden çıkan cesetlere televizyon başında ağlayacak kadar duygusal bir millet olmamıza rağmen çocuklarımızın huzur içinde yaşayacağı modern bir ülke yaratmak yerine biat kültürünün egemen olduğu, din unsurunun ve cezalandırıcı gibi gösterilen Kral ve Allah korkusunun her an ön plana çıkarıldığı bir arap ülkesi gibi algılanmaya başladık. 

Bazen üç beş aydın dışında hiç kimsenin bunları gerçek anlamda sorgulamadığı zannına kapılıyorum. Geçmişte yaşadıklarımızdan ders almıyoruz. Bize kötülük etmiş olanları çok çabuk affediyoruz. Oysa onlar kötülüklerini sürdürmekten geri durmuyorlar. Televizyonlarda ders alacağımız gerçekler yerine, Abaza kalmış erkekleri evlendirme programları, belgesel adı altında yurt dışında kalmış din ve Osmanlı odaklı eserler, eti bayramdan bayrama görenlerin ağızlarının sulanarak izlediği yemek programları, polisiye ve şiddet filmleri gırla gidiyor. Ayni stüdyoda hazırlandığı ve dağıtımının yapıldığı hissinin hakim olduğu tıpatıp haber programlarından başka bir şey seyredemiyoruz. 

Bir yanda fen, edebiyat ve sanatla ilgili liseler ve bölümler azaltılırken, öte yandan her okula bir imam hatip sınıfı açılması, üniversitelere rektör olarak imam hatip mezunlarının atanması bizzat birinci elden gündeme geliyor. Sporun futbol olarak kabul edildiği ülkede, stadyumlar giderek roma dönemi gladyatörlerin dövüştürüldüğü arenalara benziyor.  Müslümanlık kul ile Allah arasına ruhban sınıfı sokmayan tek din olmasına rağmen diyanetinden tekke, zaviye ve dergâhlara kadar pek çok görevli üstün vasıflı zat,  cinsel ilişkimize kadar yatak odasına girmiş durumda.  
Ve işin en acısı bütün bunlara dur diyen yok…
Büyük kurtarıcı Atatürk’e sövmek, heykellerini kırmak, ismini kaldırmak, resmini indirmek cezasız kalırken, mevcut yöneticilere en halisane halk söylevi ile sövmek ise adli takibe takılıyor.

Benden söylemesi… Viva Zapata’yı internetten indirin ve bir kez daha izleyin… 
Bakalım o zaman neler düşünecek ve hissedeceksiniz? 
Çünkü bazı mesajlar aradan 100 yılda geçse değişmiyor. Tıpkı Atatürk’ün söylevleri gibi…

Taner Tümerdirim

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.