ÜSTÜNLERİN HUKUKU

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

4 Aralık Cumartesi günü, başbakanın Dolmabahçe Sarayı’nda rektörlerle yaptığı toplantıyı protesto etmek isteyen öğrencilere karşı polisin uyguladığı şiddet, iktidarın gerçek yüzünü tüm açıklığıyla ortaya çıkarmıştır. İleri demokrasiye geçtiklerini söyleyen AKP’nin, demokrasinin d’sinden haberi olmadığı da apaçık ortada.

“Ben demokratım, demokrasiyi geliştiriyorum.” diyerek demokrat olunmaz, demokrasi de gelişmez. Demokrasi, demokratik kurumların yaşatılması ve kuvvetler ayrımı ilkesinin devlet yönetiminde uygulanmasıyla olur. Yine demokrasinin, farklılıklara tahammül etmek olduğunu da unutmamak gerek.

Öğrenciler neyi, neden protesto etmek istediler? Öğrenciler, YÖK’e ve uygulamalarına karşı çıkıyorlar. Üniversitelerin iktidarın güdümünde bir devlet dairesi olmasını istemiyorlar. Tüm gelişmiş, demokratik ülkelerde olduğu gibi üniversitelerin, bizde de düşünce özgürlüğünün sonuna kadar kullanıldığı alanlar olmalarının kime, ne zararı olabilir? Protestocu öğrencilerin ellerinde, dileklerini başbakana ve oradaki rektörlere sunmak için dosyaları var. İçinde birtakım görüş ve önerilerin olduğu dosyaya karşı cop, biber gazı, tekme, tazyikli su. Yerlerde sürüklenen, ağzı burnu kanayan, tekmelenen, gözü patlayan öğrenciler… Bu görünüm, AKP’nin ileri demokrasisi. Özellikle yerdeki kızların kasıklarına tekme atmak, üstünde durulması gereken önemli bir konu. Demek ki bizimkilerde düşman belledikleri İsrail’den bir şeyler öğrenmişler. Çok yazık!

Öğrenciler eylemden sonra yerdeki çöpleri topluyorlar. Çevreyi kirletmemek için özel gayretleri takdire değer. İstanbul dışından gelen arkadaşları için yol parası topluyorlar. Yoksulluk içinde okuyan bir öğrencinin cebindeki son kuruşu arkadaşına vermesi ne demektir bilen var mı? Bunu toplumsal sorumluluktan uzak, idealizmin ne olduğunu bilmeyen, insanlık erdemlerinden nasibini almayanların anlaması olanaksız. Hele ki bu durumu, yaşam amaçlarının orta yerine parayı koyanların anlaması ise düşünülemez bile. Bu gençler, ülkemizin aydınlık yüzleri, gelecekleri. Polisin olası şiddetini bile bile oraya gitmeleri ise tatlı su aydınlarının, liberal döneklerin, nabza göre şerbet vermeyi yaşam tarzı olarak benimseyen kimi kişilerin anlayamayacağı bir idealizm, sosyal sorumluluk.

Bu olayda polisin çifte standardı ibret vericidir. Holiganlar, bölücüler, irticacılar karşısında “demokrat(!)” olan polisimiz; işçiler, öğrenciler, memurlar, çevrecilere ise aslan kesiliyor. Kısacası yakıp yıkmak serbest, hak aramak yasak! Yine iktidar sözcülerinin olayla ilgili açıklamaları ise demokrasiden ne anladıklarını göstermesi açısından ibret vericidir.

Peki, iktidarın ve polisin sol görünümlü, hak aramaya yönelik toplumsal gösterilere karşı bu denli hoşgörüsüz olmalarının nedeni nedir? Bunun nedeni “Soğuk Savaş” döneminin düşünsel koşullanmalarıdır. Ülkemizdeki sağcı beyinler, öylesine antikomünizm propagandalarıyla dolduruldu ki bunu söküp atmaları olanaksız görünüyor. Şu anda iktidarda bulunanlar, gençliklerinde antikomünizm şarkılarıyla büyüdüler. Hele ki ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi”yle yetişen ve küresel güçlerin beyin yıkamasından geçirilenlerin sol düşmanlığından kurtulmaları olanaksız.

12 Eylülcüleri yargılayacaklarını söyleyenlerin, toplumsal olaylarda 12 Eylülcülerle tavır ve düşünce birlikteliğini göstermeleri ilginç. Çünkü her iki cenah da ABD koşullandırmalı bir propaganda ortamında boy atıp geliştiler. Bu nedenle de farklı olmaları beklenemez.

Anayasa değişikliğiyle ilgili halkoylamasında RTE ve arkadaşları sürekli olarak “Hukukun üstünlüğü mü, yoksa üstünlerin hukuku mu?” diye bağırıyordu. Sonunda da gerçek niyetleri ortaya çıktı. Anayasa değişikliğiyle hukukun üstünlüğü yerine, üstünlerin hukuku geldi.

Biat kültürüyle yetişen iktidar sahipleri, herkesin kendilerine itaat etmesini bekliyor. Bu da olmayınca bunu zorla sağlamaya çalışıyorlar.

RTE ve diğer AKP sözcüleri, öğrencilerin davet edilmedikleri bir yere, niye geldiklerini soruyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde protestocular, protesto yerine davet edilmezler. Mevcut duruma karşı çıktıkları için eylem yaparlar. İşte, bizim hükümetimizin ileri demokrasicilik oyunu böyle. Demokrasi sözlüğüne, “davetli eylemci” kavramını da sokmayı başardılar.

Burada halk arasında sıkça anlatılan bir olayı paylaşmak istiyorum. Bir Türk yurttaşı, Suudi Arabistan’a çalışmaya gider. Bir gün arabasını, yol kenarına park ederek biraz çevrede dolaşmak ister… Bir süre sonra bir Arap, bizimkinin arabasına arkadan çarpar ve mahkemelik olurlar. İşçi yurttaşımız haklılığından emin olarak mahkemenin yolunu tutar. Yargıcın kararı herkesi şaşkına çevirir, yargıç yurttaşımıza der ki: “Eğer sen bu ülkeye gelmeseydin ve arabanı buraya park etmeseydin, bu Arap senin arabana çarpmazdı. Bu nedenle suçlu sensin.” Evet, bu yargıcın düşünme biçimi acaba kimleri anımsatıyor?

Adil Hacıömeroğlu


Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.