UMRE İZLENİMLERİ (I)

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

…Peygamberimiz bizi kapıda karşıladı; kucaklaştık, hasret giderdik. Avrupa’daki Müslümanların durumunu sordu bizden, anlattık, usanmadan sıkılmadan can kulağıyla dinledi bizi. Biraz da dertliydi, içini döktü bize…

Berlin Türk Eğitim Derneği’nin düzenlediği rutin seyahatlerden biri olan Umre gezisi için 15 Nisan 2011 de Tegel Hava Limanı’ndan Medine’ye müteveccihen yola çıktık. Oldukça heyecanlıydık, sevinçliydik, yüzler gülüyordu: Umre’ye gidiyorduk. Allah’ın”Benim evimdir” dediği Kâbe’yi ziyaret edecektik, Peygamberimiz’in Tevhid mücadelesini yaptığı toprakları görecek ve birebir yaşamaya çalışacaktık o mücadeleleri, hicret edecektik, Uhud’da savaşacak, Hudeybiye’de diplomatik bir atak yaparak yapacağımız antlaşma ile varlığımızı tescil ettirecektik. Sonra bütün gücümüzle haykıracaktık dünyaya ve gezegenlere: „Hak gelince Bâtıl zâil olur!…”

Altı kişi, sallama çayları 90 TL’ye içtik
İstanbul’da bir gün konakladık. Akşam deniz kenarında çay içmek istedik. Taksici bizi öyle bir yere götürdü ki, orada deniz de yoktu, kenarı da. Denizi olmayan bir kenarda 90 TL ‘ye birer sallama Türk çayı(!) içtik altı kişi, ilave olarak bir künefe ve iki de ayva tatlısı vardı. İstanbul’un turfanda ayvasını böylece yemiş olduk.

Bu hava alanı Medine’ye yakışmıyor
Hostesin „İniş için kemerlerinizi bağlayın, koltuklarınızı dik konuma getirin” anonsuyla Medine Havaalanı’na iniş yapmak için alçalmaya başladığımızı anladık. Tarih 16 Nisan. Medine Havaalanı’ndayız. Havaalanı mı yoksa hangar mı? Ne olduğunu tam olarak anlayamadığımız bir terminal vardı önümüzde. Uçağın merdiveninden terminale kadar olan mesafe 50 metre kadar olmasına rağmen otobüse bindirildik. Çok komik bir olaydı bu. Hep birlikte gülüştük.
Pasaport kuyruğuna önce karışık olarak durduk, uzunca bir zaman sonra görevli polisler kadın ve erkek olarak ayrı ayrı sıraya girmemizi istediler. On parmağımızın onunun da izlerini aldılar, üstüne üstlük bir de fotoğrafımızı çektiler ve pasaportlarımızı scan yaptılar. Yaklaşık üç saat sonra çıktık Medine Havaalanı’ndan. Dışarısı oldukça sıcaktı. Alevler yüzümüzü dağlıyordu.

Krallıkla yönetilen bir ülkedeyiz
Engellilere bir ayrıcalık tanımadan onları da normal sıraya sokmaları oldukça canımızı sıktı, ama yapılacak bir şey yoktu. Tuvaletleri oldukça mide bulandırıcıydı. Durmadan bağıran, nezaketten uzak alan görevlilerinden bir an önce uzaklaşmak istiyorduk… Çünkü ne zaman ne yapacakları belli olmayan tavırlar sergiliyorlardı… Krallıkla yönetilen bir ülkedeydik… O insanların iki dudağının arasından çıkan cümle kanun sayılıyordu.
UMRE İZLENİMLERİ

Halk fakir, gecekonduda yaşıyor
Şirketin bizler için tahsisi ettiği otobüslere binerek Medine’ye hareket ettik. Yol boyunca uzanan gece kondular boyunları bükük vaziyette bizleri selamlıyorlardı. Gecekonduların utanmalarına gerek yoktu. Bunca zenginliğe rağmen onları o hale getirenlerdi elbette suçlu olanlar.
Arada bir de Avrupai lüks binalar vardı. Onlar da, bizleri görünce sevinmiş olmalılar ki bizleri ayakta selamlıyorlardı, ne de olsa bizler de Avrupalıydık. Samimiyetleri her hallerinden belliydi. Oldukça gururluydular.
Petrol zengini bu ülkenin insanları oldukça eğitimsiz ve fakir görünüyor. Halk gecekondularda yaşıyor belli ki. İlk izlenimlerimiz can sıkıcıydı.

O’nunla hasret giderdik
Otelimize yerleştik. Biraz soluklandıktan sonra Mescid-i Nebev’î’ye gittik. Beş dakikalık bir mesafedeydi Mescid-i Nebevî. Peygamberimizi ziyaret ettik. Kapıda karşıladı bizi; kucaklaştık O’nunla, hasret giderdik. Avrupa’daki Müslümanların durumunu sordu bizden, anlattık, usanmadan sıkılmadan can kulağıyla dinledi bizi. Sonra da, Ehl-i Kitap’la yapacağımız mücadelede de nasıl davranmamız gerektiğiyle ilgili ipuçları verdi bize. Kendi hayatından, deneyimlerinden örnekler sundu. Biraz da dertliydi, Kur’an’a rağmen kendi sözü olmayan hadislerin O’na mal edilmesinden oldukça rahatsızdı. Kabir ziyaretlerindeki taşkınlıklardan, mezarlara ellerini yüzlerini sürenlerden, ölmüş insanlardan medet umanlardan oldukça bizar olduğunu söyledi.
Vedalaştık ve tekrar buluşmak üzere sözleştik.
UMRE İZLENİMLERİ

Cebrail’in vahiy getirdiği delik
Ertesi gün saat 14.00′ te şirket yetkilileriyle ancak temas kurabildik. Pırıl pırıl üç delikanlı geldi otelimize, içlerinden birisi kartlarımızda da ismi yazılı olan bizim grubumuzun rehber hocası imiş.
Rehberimiz o günden sonra bize eşlik etti Medine’de. Mescid-i Nebeviyi tanıttı(!)…”Bu sütun Hz. Aişe validemizin namaz kıldığı sütundur, burada iki rekât namaz kılmanın 1.000 derece sevabı vardır. Şu sütun savaşa katılamadığı için üzüntüsünden kahrolan ve peygamberimiz kendisini affedinceye kadar direkte bağlı kalan sahabenin sütunudur, burada kılınan namaza şu kadar sevap yazılır. Minber ile Peygamberimizin evi arasındaki yeşil halının üstünde kılınan namaz cennette kılınan namaz gibidir. -Cibril kapısının çıkışında, tavanı göstererek- „şu tavandaki delik Cebrail’in vahiy getirdiği deliktir, şu Peygamberimizin kabridir, şu Hz. Ebu Bekir’in, şu da Hz. Ömer’in…”
Mescid’in tanıtımı bu kadarla bitti… Arkasından çok sevap kazanmak açısından vakit namazlarımızı orada kılmamız tenbih edildi… O gösterilen yerlerde namaz kılmak için Müslümanlar kaos ortamı yaratıyorlardı. O, onu itiyor, şu ötekini. Aman Allah’ım bu ne rezalet… Müslümanlar orada secdeye varmak için itişip kakışıyorlardı. Namaz kılmak mı? Hak getire… Namaz kılmayı yatıp kalkmak olarak görenler için belki…

Osmanlı’nın yaptırdığı tren istasyonu
Sabah namazını müteakip Cennet’ül-Baki’deydik. Buraya kadınlar alınmıyor. Kimin mezarının hangisi olduğu belli değil. Fotoğraflarımızı çektik ve birer Fatiha okuyarak ayrıldık mezarlıktan. Mezarlıkta olup bitenleri gördükten sonra, Suud Krallığı belki de doğru yapmış diye düşündük. Mezarlar belli olsaydı, orayı da Telli Baba’ya çevirirlerdi Müslümanlar herhalde… Mezarlıktan toprak alarak çantalarına koyanlar ve mezar topraklarından üzerlerine sürenler vardı orada. Ziyaretimiz kısa sürdü.
Sırada Hz. Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın ve Ali’nin Mescidleri vardı ve bir de Mescid-i Gamame. Sonra da Abdulhamid’in yaptırdığı tren istasyonuna ve Anberiye Mescidi’ne gittik. Mescitler adlarını aldıkları şahısların bayram namazı kıldırdıkları yerler olarak tanıtıldı. Mescid’ül Gamame’nin olduğu yerde de peygamberimizin bayram namazı kıldırmış. Namaz süresince bulut onu gölgelendirmiş, bunun için bu mescid yapıldıktan sonra bulut mescidi ismiyle isimlendirilmiş.
UMRE İZLENİMLERİ

Bulut ikinci kez karşımızda
Bulut burada ikinci kez karşımıza çıkıyordu. İlki Şam ticaret yolunda Busra mevkiindeydi. Bedir’de, Uhud’da Hendek’te kendisine en fazla ihtiyaç duyulan mekân ve zamanlarda ortalıkta görünmeyen bulut, nedense bayram namazı kılınırken burada görünmüş.
Bazı kaynaklarda bu mescidlerin eğitim merkezleri olduğu yazılıyor. Özel eğitime tabi tutulacak Müslümanlar veya İslam’a yeni girenler o zaman buralarda eğitiliyorlarmış. Bu mescidleri günümüzdeki eğitim mekânları gibi düşünmek lazım. Bu yaklaşım daha mantıklı gibi geliyor bana.

Tarihe saygısızlık
Tren istasyonunun restore edilmesinde Türkiye’nin önemli rolü olmuş. Ancak ziyarete kapalı. Anberiye mescidi yolcuların geliş ve gidişlerinde namaz kılmaları için inşa edilmiş. Fazla bakımlı sayılmaz… Hatta iki penceresinin demirleri kesilerek oraya trafo monte edilmiş…
Fahrettin Paşa’nın Medine savunması sırasında kullandığı askeri karargâhın yerine de, belediye binası yapılmış… Tarihe ve tarihi eserlere olan saygısızlığın açık örneklerini görüp hayıflanmamanız mümkün değil…
UMRE İZLENİMLERİ

Müslümanların ayıbı
Bizim kızgınlığımıza şahit olan rehberimiz, „Ben Arabım Arap da bendendir” uydurma hadisini okuyarak Araba saygılı olmamızı bize öğütlemekte gecikmedi. Oysa tamamen ırkçı bir mantıkla söylenen bu sözün hadis olması mümkün değildir. Öte yandan hata yapan, yanlış yapan kim olursa olsun hatası yanlışı söylenmelidir. Aksi davranış zulme davetiye çıkarmak olur. Arkasından „Burada çalışan insanların çoğu Arap değildir onları Arap zannedip Araplara öfkelenmeye gerek yoktur „ diye de konuyu yumuşatmaya çalıştı rehberimiz… Fark eder mi Arap olması veya olmaması o yanlışı yapan insanların… O insanlar Müslüman, ister Arap olsun isterse de Pakistanlı veya Afrikalı olsun… Bu ayıp Müslümancın ayıbı değil midir?

Sıcak savaşın bizzat içine girdik
Kahvaltıdan sonra yönümüzü Uhud’a çevirdik. Burada, Uhud savaşının önemini, orada çekilen sıkıntıları, Ayneyn Geçidi’nin bu savaştaki stratejik önemini, Peygamberimiz’in yaralanmasını, sahabenin ganimet sevdasıyla orduyu ve Peygamberimizi ne hale getirdiğini, Peygamber buyduğunu dinlemeyen okçuların, emre muhalefet etmelerinin faturasının ağırlığını, kadınların bu savaştaki rolünü anlamaya çalıştık. Anladık da. Sıcak savaşın bizzat içine girdik ve böylece Ayneyn Geçidi’nin önemini kavradık. Hissedilen sıcaklık neredeyse 60 derece civarındaydı.

Her mekânda anlatılan uydurma hikâyeler burada da anlatıldı bize. Rehberimiz, yaralanan Peygamberimizi kurtarmak için, Uhud dağının savaş alanına kadar geldiğini ve peygamberimizi alıp götürdüğünü, üzüntüsünden ağlayan Uhud dağına, Peygamberimizin ayağının topuğuyla vurarak ağlamaması gerektiğini söyleyerek onu teselli ettiğini anlattı.
Bu hikâyeyi dinleyince, O Uhud Dağı savaş sırasında neden müşriklerin üzerine yıkılmadı da, savaş sonrasını bekleyerek Peygamberimizi alıp götürdü diye sormadan edemiyor insan?..
UMRE İZLENİMLERİ

Mağaradaki taşlara kimisi elini, kimisi yüzünü sürüyor
Peygamberimiz’in yaralandıktan sonra saklandığı mağarayı görmek için gittik. Yaklaşık 2 km. kadar uzaklıktaydı savaş alanından. Yukarıya çıktık çıkmasına da, mağaranın içine girmek mümkün olmadı. Mahmut Ustaoğlu ve müridleri de oradaydı biz Umre’deyken. Mağaranın önüne kamp kurmuşlar sanki. Onları geçip mağarayı görmek ne mümkün. Kimisi yüzünü kimisi elini sürüyor taşlara, kimisi gözyaşı döküyor, kimisi de epeyce sıkılmış olacak ki beklemekten, sıranın kendisine gelmesi için diğerlerinin acele etmesini istiyordu… Sesini duyurmak için de olanca gücüyle bağırıyordu arkadaşlarına. Aman Allah’ım tam bir tiyatro. Anlattıklarına göre o mağarada Peygamberimizin kokusu hâlâ duruyormuş. İnsanların ısrarlı bekleyişleri o kokuyu koklamak içinmiş…
Bütün bu anlatılanlardan ve gördüklerimden sonra, grubumdaki arkadaşlarıma dedim ki; „Buraya Müslüman olarak geldiniz, dikkat edin de müşrik olarak geriye dönmeyin.”

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.