ÜÇ HİKÂYE TEK SONUÇ…

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Birinci hikâye: Öküzlük

Ormanın birinde Aslanlar toplanmış.
“Yahu” demişler, “hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birader…
Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; Fillere saldırsak, fazla büyük…
Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor,
Ee balık yakalayacak halimiz de yok… N’aapsak? ”
Bir tanesi “en iyisi, öküzlere saldıralım” demiş,
“iri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var, ne dişleri diş…
Tam dişimize göre!” Olur mu? Olur.
Hücum! Ama evdeki hesap çarşıya uymamış;
Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer…
Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.
Aslanlar aç bi aç. N’aapsak, n’aapsak?
“Tilkiye danışalım” demişler. Tilki “kolay” demiş,
“Beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim…”
Kabul etmişler.
Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş, “saygıdeğer öküzler” demiş.
“Aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar…
Ama; Şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o…
Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü, kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın! ” Öküz heyeti düşünmüş taşınmış, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla, verivermişler sarı öküzü…
Aslanlar da afiyetle yemiş.
Bir gün, iki gün…
Tilki gene gelmiş.
“Bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz” demiş
Ve eklemiş: “ama şu var ya benekli öküz, benekli öküz, o burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş, canları çekiyor, verin, kurtulun!”
Öküz heyeti düşünmüş, “otlağın selameti için” teslim etmiş benekli öküzü…
Üç gün, dört gün…
Tilki gene gelmiş.
Kuyruğu uzun olanı…
Burnu beyaz olanı…
Tombul olanı…
Tek tek alıp, gitmiş.
Otlak seyrelmiş.
Semirmiş aslanlar.
Günlerden bir gün… Artık tilki gelmemiş!
Gerek kalmamış çünkü.
Doğrudan aslan gelmiş.
“Hanginizi istiyorsam, canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz, adamı
hasta etmeyin” demiş.
Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler,
“keşke sarı öküzü vermeseydik” demiş ama iş işten geçmiş.
* * * *

İkinci hikâye: Bencillik

Dünyaca ünlü Alman şair ve tiyatro yazarı Bertolt Brecht bir şiirinde aynen şunları yazmış:
“Naziler önce komünistleri tutukladılar;
Komünist değilim diye ses çıkarmadım.
Sonra Yahudileri tutukladılar,
Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım.
Sosyal demokratları tutukladılar,
Savunmak bana mı kaldı dedim, sesimi çıkarmadım.
Sıra bana geldiğinde;
Etrafta tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı!”
***
Her ne kadar bu ikincisi hikâye değil gerçek olsa da biz, selametimiz için „hikâyedir” deyip geçelim. Geçelim ki çevremizde olup bitenleri „nasıl olsa hikâyedir” diyerek içimizi rahatlatalım ve sorumluluğumuzdan kurtulalım.
* * * *

Üçüncü hikâye: Nemelazımlık

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder. Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı? diye derin derin düşünmeye başlar. Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendiye gönderdiği mektubunda:

„Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?”

Kanuni Sultan Süleyman dan güzel bir hatla yazılmış olan mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma da içinden çıkılmaz bir hal alır:

„Nemelazım be Sultanım!”

Topkapı Sarayında bu cevabı hayretle okuyan Kanuni Sultan Süleyman bir mana veremez. Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:

„Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”

Nihayet kalkar, Yahya Efendi”nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar: „Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” Yahya Efendi duraklar ve şu cevabı verir:
„Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
Kanuni: „İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece nemelazım be sultanım demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu akıl almaz açıklamasını yapar:
„Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de nemelazım deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.”

Yahya efendiyi dinlerken ağlamaya başlayan muhteşem Sultan Süleyman, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allaha şükreder, bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak oradan ayrılır.
* * * *

Ve işte gerçek:
Profesörler içerde,
Rektörler içerde,
Öğrenciler içerde,
Atatürkçüler içerde,
Vatanseverler içerde,
Ulusalcılar içerde,
Laikler içerde,
Sendikacılar içerde,
Gazeteciler içerde,
Generaller içerde,
Teğmenler içerde,
Yani: Tüm direnebilecek ve örgütlenebilecek olanlar;
Kısacası milletini ve vatanını sevenler içerdeler…

Eeee pekâlâ kim kaldı dışarıda?
Yirmi bin kişinin ölümünden sorumlu PKK’cılar,
Onlarca masum insanı domuz bağıyla öldüren Hizbullahçılar,
Şeriatı savunan tarikatçılar,
Emniyette ki işbirlikçiler,
Soyguncular,
Her gelen iktidarla gerdeğe girmiş olan…
Gazeteciler ve liberaller.
Yani: Direnci kırılmış tüm öküz, bencil ve nemelazımcı olanlar;
Kısacası milletini bir kadın memesine satanlar dışarıdalar…

Dr. Ali Sak

Not: hikâyeler kaynağı meçhul alıntılardır.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.