0

BEĞENDİM

ABONE OL

News

0

GİZLİ İTTİFAK

Bu ırkçı söylem Avrupa’da yabancılara, özellikle Türklere karşı ırkçılar tarafından kullanılırdı.

1999 Hessen Eyalet seçimleri için yapılan kamuoyu araştırmalarında Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), CDU’nun (Hıristiyan Birlik Partisi) yüzde sekiz önünde gözüküyordu.

CDU’nun Başbakan adayı Roland Koch, seçimleri kaybedeceğini anlayınca, ırkçıların bu söylemini   
”Çifte vatandaşlığa hayır!” Söyleminde imza kampanyası olarak başlatarak, seçimleri kazanmıştı.

Nazi yanlılarınca Türklerin katledildikleri ortaya çıkmasından sonra NSU adıyla başlatılan davada yargı sürecinde ortaya çıkan bazı gerçekler karşısında devlet bu gerçekleri saklama yoluna gittiği yazılmaya başlandı.

NSU Davasının Meclis Araştırma Komisyonu üyesi Wolfgang Wieland; ”Şimdiye kadar işini iyi yapmış, gerçekten hatasız çalışmış dediğimiz bir görevliye rastlamadık. Bu, emniyet teşkilatının başarısızlık örneği.” Demişti. 
Yargı süreci bittiğinde NSU üyeleri hapis cezaları aldılar. Bazı gizli belgelere yüz yirmi yıl yayın yasağı kondu. Devletin içerisinde bazı yetkili kişilerin bu davalarda katkıları olduğu gerçeğini saklama amacı olduğu yazıldı.

Avrupa toplumunda bile savunmasız yabancılar hedef gösterilerek, seçim kazanılması;
”Irkçılık, sağcıların beyninde hazır bekleyen silahtır’‘gerçeğinin acı bir örneği olmuştur.
Ama bunlar gerek medyada gerekse siyasetçiler arasında sorgulanmaya ve eleştirilmeye devam ediyor.
 Ama en azından bu eleştirilerde gazeteciler, politikacılar, göçmenler tehdit edilmiyor, savcılara emir eri olmuş siyasal yargıya ”Enselerini patlatın”  emri verilemiyor. 
Karikatürcüler, cezalandırılamıyor, sanatçılar yaşına -başına bakılmadan sabah vakti polislerce derdest edilemiyor.

Bu söylem bir zamanlar Türkiye’de; ‘’Ya sev- ya terk et!” şeklinde söylenmişti.
Hatta Türkiye’de yüzlerce faili meçhul cinayetler işlenmiş, kimi silahla, kimi zehirlenerek, kimi sorgu odalarında, kimi trafik kazası gibi gösterilerek insanlar öldürülmüştü. 
Bu cinayetlerin araştırılması şöyle dursun dönemin başbakanınca;
”Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir.” Diye desteklenmişti.

Bugün o söylemi söyleyenlerin, tam bağımsız, çağdaş Laik Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarıyla;
”Türkiye Cumhuriyeti Dışarı!”  Başlangıcını   devlet kurumlarından ‘’TC” amblemini kaldırarak yaptılar. Yeri geldi ayrılıkçı terörle uluslararası düzeyde, ülke genelinde, Kuzey Irak’ta işbirliği yaptılar.

Anadolu İhtilalinin rövanşını almak için iktidara getirilen AKP, 7 Haziran Seçimlerinde iktidarı kaybetme   tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında; Erdoğan’ın her açmaza düştüğünde yardımına koşan Devlet Bahçeli yine imdada yetişti.  
Erdoğan’la karşılıklı, siyaset tarihinde görülmemiş düzeyde birbirine en ağır hakaretleri yapmaları bile önceden belirlenmiş ittifakı gizlemek için, kamuoyunu kandırmak için oynanan senaryo gereği idi.

 Bahçeli, kendi partisi içerisindeki muhalefetin oyunun farkına varmaları sonucunda artık asıl görevini saklama gereği duymadan; Atatürk Cumhuriyetine karşı rövanş alma projesinin en önemli destekçisi olduğunu saklamadı.
Erdoğan’da emrindeki parti yargısı ile Bahçeli’nin koltuğunu korudu.

Şimdi 1923’ün rövanşına YSK’nın ve yüksek yargının, yandaşların katkısıyla yapılan şaibeli referandum ve meşru olmayan bir seçimle Parlamenter demokrasi yerine tek adam diktatörlüğü kuruluşunda epey yol alındı.

Artık ülke yönetimi, liyakat sahibi yerine yeteneksiz, diplomasız yandaşlara ve dini bir partinin çıkarlarına göre eğip büken kindarlara teslim edildi.

Sıfırlamada, rol alan küçük oğul, eğitimi tarikatlarla yürütme, kerime ile kadınları tesettüre bürütme, büyük mahdum ile İsrail ile ticari ve mali birliktelikte, dünürle, enişteyle beş dolarlık sermaye ile milyonlarca getiri becerisinde, damatla sadece devletin değil ülkenin bütün mal ve para varlığını yürütme, görev bölümü de tamamlanınca, halka düşen sadece;

”Padişahım çok yaşa!”  Diye bağırmak bırakıldı…

Yıldız AKALIN