TÜRKİYE’NİN EN GÜVENLİ KENTİ

ABONE OL
11:49 - 23/10/2020 11:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

TÜRKİYE’NİN EN GÜVENLİ KENTİ

Maalesef son yıllarda Türkiye’de herhangi bir kenti gezmek istediğimizde artık ne hava raporuna ne de uçak biletlerinin ucuz olup olmadığına bakıyoruz. Baktığımız şey o kentin güvenli olup olmadığı. Son aylarda artan terör tehlikesi bizi bu tür bir seçime zorlar oldu. 
Geçtiğimiz haftalarda Van’a gitmeyi planlıyorduk, ama kent merkezindeki bombalama olayları bizi programımızı değiştirmeye zorladı ve hiç hesapta olmadan kendimizi Şanlıurfa’da bulduk. 


Yaptığım kısa bir araştırmada bu kentte aylardır herhangi bir terör olayı olmamış. Kentte kaldığım üç gün boyunca hemen hemen hiç bir polis veya jandarma aracına rastlamadığım halde, kendimi oldukça güvende hissettim. Halk ta günün her saatinde hiç çekinmeden yollarda, restoranlarda, kahvelerde nargile keyfinde… Bu güven ortamının nasıl sağlandığını sorduğum yerli halktan insanlar bana şu yanıtı verdiler „burada herkes bir şekilde birbirini tanır. İçimizden herhangi biri teröre destek veri havasına girdiğinde hemen yakınları, komşuları onu uyarır, kulağını çeker ve doğru yola gelmesini sağlar. Onun için burada yerli halktan bir sorun çıkmaz. 

Dışarıdan birileri gelmişse de hemen göze çarpar ve gerekli yerlere gerekli önlemler için haber verilir“ dediler. Haritada Suriye sınırına yakınlığı nedeniyle tehlikeli olarak görülen bu kentte gezimi bir gün daha uzatarak, kendimi güvende hissetmediğim İstanbul’da sadece uçak aktarması için birkaç saat kalıp Münih’e geri döndüm. Şu anki görüşüm Şanlıurfa, Türkiye’nin en güvenli kenti… 

KÜLTÜRLERİN BULUŞMASI
Kentteki ilk gecemizi eski Ermeni mahallesindeki bir Ermeni manastırından restore edilmiş bir malikânede geçirdik. Kürtçe ve Arapçanın birbirine karıştığı bu semtte, kendimizi Türkiye dışında bir Arap ülkesinde hissettik. Ama kaldığımız manastırın üst avlusunda kentin görünüşü muhteşemdi. Sanki bir masal dünyasında yaşıyorduk. Dar ve karanlık sokaklardan pazar yerine doğru giderken, sanki beş yüz yıl öncesinde yaşarcasına, yüzleri kapalı ve anlayamadığımız dillerde konuşan kadınlar ve çocuklara rastladık. Pazar yeri ise buram buram baharat ve yanmış et kokan havasıyla bizi karşıladı. Zaten Urfa et sevenler için bir cennet, vejetaryenler için ise cehennem. Havada sürekli olarak kebap kokuyor ve etli sulu yemek bulmak adeta imkânsız. Her yerde baharatçı, ciğerci ve kebapçı, tabii bir de künefeci vardı. Burada baharat ve kuru yemiş fiyatları inanılmaz ucuzdu. İnsanları ise oldukça samimi ve sıcakkanlıydı ama bazen aksanlarını anlamada oldukça zorlandım. Pazar yerinde tıraş olduğum berber, Urfa halkını üçe ayırdı: Araplar, Kürtler ve Gerçek Urfalılar… Yani burada da „Gerçek İstanbullular“ sendromu yaşanıyor.      
 
PEYGAMBERLER DİYARI
Kentte ilk girişte yüksek yüksek binaları görünce hayal kırıklığı yaşarken, kent merkezine indikçe o fotoğraflardan tanıdığımız hayallerimizdeki Urfa’yı görünce mutlu olduk. Hele Urfa kalesi eteğinde „Balıklı göl“ mevkinde „Peygamberler kenti“ ifadesinin bu kentte ne kadar yakıştığını anladık.  1984’den beri „Şanlı“ unvanıyla anılan Urfa 1,8 milyon nüfuslu, maneviyat dolu bir kentimizdir. Dinler tarihiyle ilgili olarak okuduğum her kitapta özellikle Harran bölgesinin ismi geçerken, bunun ne güzel kanıtı da Göbeklitepe Höyüğü’nün MÖ 11000 yıllarında kullanılan Dünya’nın bilinen en eski mabedinin bulunduğu yer olması bence.  Başta İbrahim Peygamber’in doğduğu yer olarak inanılan mağarası ve Eyüp Peygamber’in türbesi bu kentte bulunmaktadır.  


BALIKLIGÖL’ÜN ÖYKÜSÜ
Ünlü Balıklıgöl’e gelince… Aynzeliha ve Halil-Ür Rahman Göllerinden oluşan bu bölgede son derece modern ve bakımlı bir park inşa edilmiş. Günün her saatinde yoğun misafir akımına uğrayan bu alandaki gölün efsanesi ise kısaca şöyle: „İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Bu sırada Allah tarafından ateşe “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri verilir. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşür. İbrahim bir gül bahçesinin içerisine sağ olarak düşer. İbrahim’in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölüdür. Rivayete göre Nemrut’un kızı Zeliha da İbrahim’e inandığından kendisini onun peşinden ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yerde de Aynzeliha Gölü oluşmuştur. Her iki göldeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilerek yenilmemekte ve korunmaktadır. Kaldığımız „El Ruha Hotel“‘in karşısındaki Balıklıgöl civarındaki camiler gerçekten de muhteşem ve oldukça bakımlı. Zaten bu bölgedeki mistik hava insana pozitif enerji veriyor. 

HARRAN OVASI
Urfa’ya yaklaşık 44 kilometre mesafedeki Harran`da Mezopotamya’da yaşamış uygarlıkların hemen hepsinin izleri görülmektedir. Harran`daki en ilgi çekici eser İslam imparatorluğu döneminde kalan ve meteoroloji gözlemleri için kullanılan 40 metre yükseğindeki kuledir.  Harran’da dünyanın en eski üniversitesi olduğu anlaşılan yapılarda bulunmuştur. Harran kalesi ve diğer eserler günümüzdeki varlığını halen korumaktadır. Koni biçiminde ki Harran evleri ve arkeolojik kalıntılar Turistlerin ve özelikle dünya bilginlerinin büyük ilgisini çekmektedir. Harran’a daha girerken birçok turist rehberi bizi „Kültür evi“ diye adlandırdıkları kendi otantik Harran evlerini ziyarete çağırdı. Aylardan beri turiste hasret bu bölge insanı oldukça zor durumda. Konuştuğumuz bir turist rehberi, eskiden günde 30-40 otobüs yerli yabancı turist gelirken, bugün tek otobüse hasret kaldıklarını anlattı. Terörün yanı sıra Suriye savaşı da yöre ekonomisine büyük darbe vurmuş. Biz Harran evlerini ziyaret ettirme işini ticaret olarak yapanların yerine, böyle eski bir Harran evinde oturan Suriyeli bir mülteci aileyi ziyaret ettik. Üç çocuklarıyla oturan Suriyeli ailenin yaşadıkları yeri görünce içimiz burkuldu. En üzüldüğüm nokta da fotoğraflarını çekerken, Suriyeli annenin oğlu Ammar’ın eline oyuncak tabancasını vermesi oldu. Savaştan kaçanlar hala silaha sempati duyuyor… Pamuk tarlalarıyla dolu Harran ovasında, hava sıcaklığın 40 dereceye kadar çıktığı bu bölgede,   naylonlardan yapılmış eğreti çadırlarda yaşayan Suriyeli, mültecilerin durumları da çok acıklıydı. Hepsinin ağzında „İstanbul“ vardı… 


SIRA GECESİ
Hep filmlerde görüp çok özendiği „Sıra gecesi“ hayalimi de Urfa’da gerçekleştirmiş oldum. Çok sevdiğim „Nemrudun kızı“ türküsünü sesinden zevkle dinlediğim rahmetli Urfalı sanatçı Kazancı Bedih bana sıra gecelerini sevdiren insandır. Sıra geceleri Urfa’nın tarihinde de büyük rol oynamıştır. İngilizler 24 Mart 1919’de Urfa’yı işgale başladıklarında ufak grupları bulmak ve dağıtmak için ajanlar kullanıyorlardı. Halkın bir arada bulunmasını istemiyorlardı. Fakat 5 Eylül 1919’da 12 kişi Binbaşı Ali Rıza beyin önderliğinde gözlerden uzak bir yerde düzenlenen sıra gecesinde bir araya gelmişlerdi. Gece yarısı Binbaşı Ali Rıza bey ve arkadaşları Müdafa-i Hukuk Urfa şubesini işte bu sıra gecesi esnasında kurmuşlardır. Ve on iki arkadaş Urfa’yı düşman işgalinden kurtarmak için kuran-ı kerime el basarak yemin etmesiyle birlikte, Urfa için kurtuluş savaşı başlamıştır. 

Urfa’ya gidip te mutlaka yaşanması gereken bu etkinliği Balıklıgöl karşısındaki „Çardakçı köşk“ te yaşadım. Yerel sanatçılardan oluşan müzisyenler duygulu duygulu söylerken, yemeğimiz buğday ve yoğurtta yapılan „Lebeni çorbası“ ile „Bostana“ salatasıyla başladı. Tabii ardından kebaplar… Tabii gözümüzün önünde müzik eşliğinde yapılan çiğ köftede… Burada bir de „Mırra“ kültürünü öğrendik. Özellikle Urfa’ya özgü bu acı kahve, yörede günlük yaşamın önemli bir parçasıdır. Sokaklarda adım başı semaveriyle dolaşan kahvecilere rastlarsınız. Bir kaç yudumluk olan kahve içerken, fincanı elinizden bırakırsanız, o mekanı veya ev sahibini beğenmedim anlamına geliyormuş ve cezası varmış. Ben de sıra gecesinde fotoğraf çekeceğim derken fincanı bırakınca, cezalandırıldım: Garsona 20 lira bahşiş…  Sıra gecesinde kafamdan geçen kendimle ilgili düşünceleri de mutlaka sizlerle paylaşmak istiyorum. Yıllarca önce Münih’e yerleşmiş biri olarak bu gece bir kez daha bu ülkeye,  Türkiye’ye ait olduğumu anladım. Bu benim müziğim, bu insanlar benim insanlarımdı… İyi ki buralara gelmişim, bu anları yaşıyorum diye düşündüm. 


SAKLI CENNET: HALFETİ
Bence mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi Urfa’nın Fırat nehri kenarında kurulu şirin ilçesi Halfeti’deki saklı cennet veya diğer adıyla kayıp kent. Dünya’da siyah gülün yetiştiği nadir yerlerden biri olan Halfeti’de, tekne turu yaparak, 2000 yılında Birecik barajının sular altında bıraktığı yerleşim yerlerini mutlaka görmenizi öneririm. Taş mimarisiyle yapılmış evlerin ve camilerin su altında kaldığı ilçe, tüm büyüleyici doğal güzelliğiyle dikkat çekiyor. Nefis göl manzarasına “Rumkale” muhteşem duruşuyla ayrı bir güzellik katıyor.  Bu yörede Fırat’ın bir tarafı Gaziantep, diğer tarafı da Urfa oluyor ve bölgedeki tüm yerleşim yerleri restore çalışmaları nedeniyle halkın oturmasına kapalı. Eski yerinden yaklaşık 15 kilometre ötede kurulan Halfeti yeni Halfeti olarak anılırken, Eski Halfeti’de kalan muhteşem taş evli manzarayı ise tepede kurulan ve yerleşimin doğal yapısına ters olarak sözüm ona moderni inşa edilmiş yeni bir otelin iğrenç görünüşü dikkatlerimizden kaçmadı. Bu doğa katliamı abidesi binaya nasıl izin verilmiş anlayamadık. 

Ahmet İNCEL 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.