TÜRK EĞİTİM DERNEĞİNİN XII. EĞİTİM KAMPI (III)

ABONE OL
11:44 - 23/10/2020 11:44
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

PROF.DR.İSRAFİL BALCI İLE TÜRK EĞİTİM DERNEĞİNİN XII. EĞİTİM KAMPI (III)

Hemen hatırlatalım; ayın yarılması mümkün değildir. Evrende ve gök cisimlerinde bir denge söz konusudur. Bu dengenin bozulması bütün sistemin alt üst olması demektir. Ayrıca olayın gündüz olduğu söylenir, oysa ay gece gözükür.-

Peygamberimize isnat edilen mucizeler

Doğumundan itibaren Hz. Muhammed’e sayısız mucize isnatlarında bulunulmuştur; doğduğunda Kâbe’deki putların devrilmesi, Mekke’de üç gün deprem olması, Save gölünün kuruması, Semave vadisinin ise sulara boğulması, İran sarayındaki sütunların devrilmesi, sırtında nübüvvet mührü bulunması veya sünnetli doğması, bulutun onu gölgelemesi gibi sayısız iddia ortaya atılmıştır. Bunlara nübüvvetinden sonra miraca çıkması, göğsünün yarılması, ayı yarması, yiyecekleri bereketlendirmesi, parmaklarından sular akması gibi birçok içi boş anlatı da eklenmiştir.

Baştan belirtelim ki, bunların tamamının vahye göre hiçbir hükmü yoktur ve hepsi sonradan uydurmadır. Madem doğduğu zaman sözü edilen olağanüstülükler gerçekleşti, niçin  Resulüllah muhaliflerinin karşısına bu hadiselerle çıkmamış ve “Ben doğduğum zaman Kabe’deki putlar devrilmişti, neden bana inanmıyorsunuz.” gibi bir soru sormamış, veya sırtında mühür var idiyse niçin nübüvvetini yalanlayanlara sırtını açıp göstermemişti. Oysa Kur’an, okuduğu vahiyler dışında (Ankebut 29/50-51) ona  hiçbir mucizenin verilmediğini belirtmiştir (İsra 17/59). Bu yüzden vahye göre sözü edilen iddiaların hiçbirisinin ciddiye alınır taraf yoktur.

Şakku’s Sadr/Göğsünün Yarıldığı İddiası

Peygambere isnat edilen önemli olağanüstü hadiselerden birisi, göğsünün yarılıp kalbinin çıkarılması, ardından kalbinin şeytanî vesvese ve kirlerden temizlenmesi iddiasıdır. Hatta bu rivayeti İnşirah Suresi’yle ilişkilendirirler. Geleneksel yorumlarda iki kez Resulüllah’ın böyle bir operasyon geçirdiğinden bahsedilir. Ancak rivayetler incelendiğinde dört ayrı zamanda böyle bir hadisenin yaşandığına dair iddialar bulunmaktadır. Bunlardan en çok dillendirilen ve bilinen, süt annede bulunduğu sırada gerçekleştiği iddia edilendir.

Hikayeye göre, Peygamberimiz süt annesinin yanında 3 yaşlarındayken süt kardeşi Şeyma ile oynadığı sırada melek olduğu iddia edilen iki kişi onu almış ve kalbini yarıp temizlemiş. Resulüllah’ın götürülmesi üzerine korkuya kapılan Şeyma telaşla anne babasının yanına koşmuş ve iki adamın Muhammed’i götürdüklerini haber vermiştir. Ebeveyni henüz haberlerin şokunu üzerlerinden atamamışken, Muhammed rengi solmuş bir şekilde yanlarına gelmiş. Telaşla “Nedir bu halin? Kimdi o gelenler?” diye sorunca, çocuk iki meleğin gelip kendisini götürdüklerini ve kalbini çıkarıp temizlediklerini, hatta içinden siyah bir parça çıkarıp attıklarını ve ardından zemzem suyuyla yıkayıp eski haline getirdiklerini anlatmış ve çok korktuğunu ifade etmiş.

Bu olay Peygamberlik öncesi döneme ait bir mucize olarak anlatılır. Dikkat edilirse bu hikayede birçok çelişki bulunmaktadır: Mesela, üç yaşındaki çocuğun gelenlerin melek olduğunu nasıl anladığı, kalbini çıkarıp şeytani kir ve vesveselerden temizlerken, masum bir çocuğun hangi günahı işlediği, günahın maddi bir müdahaleyle giderilip giderilemeyeceği gibi bir çok soru sorulabilir. Bu soruların hiçbirisine makul bir izah getirilemez. Üç yaşındaki çocuğun kalbinin temizlenmesi iddiası, Hristiyanlıktaki asli günah doktrinini ve vaftiz şartını akla getirir. Oysa İslam inancına göre çocuklar masumdur. Diğer detaylara girmeyi gerekli bile görmüyorum.

Resulüllah’ın benzer bir olayı ikinci kez on yaşlarındayken yaşadığı, üçüncü kez de Hira’da vahiyle tanışmadan hemen önce yaşadığı iddia edilir.

Sonuç itibarıyla Risalet’ten önce Resulüllah’ın bu olayı üç kez yaşadığı iddia edilir. Dördüncüsünün ise Risalet’in onuncu yılında gerçekleştiği söylenir. Fazla ayrıntıya girmeden tekrar hatırlatalım ki, şayet Resulüllah’ın kalbi üç yaşındayken temizlenmişse ve bu nedenle maddi bir operasyona tabi tutulmuşsa, on yıllık nübüvvetten sonra aynı olayı yaşadığına göre, bu süre içinde Peygamberin birçok günah işlediğini kabul etmek gerekir.

Bu iddia, Zerdüştlükten alınarak Resulüllah’a uyarlanan bir hikayedir ve aslı esası yoktur. Aveta’nın Gatalar bölümünde aynı olay Zerdüşt’ün başından geçen bir tecrübe olarak anlatılmaktadır. Buradaki anlatıya göre Zerdüşt, 30 yaşlarındayken Azerbaycan’daki bir dağdan, melek eşliğinde göğe yükselmiş, ona felekler gezdirilmiş, Cennet-Cehennem gösterilmiş, ardından Ahura Mazda’nın/Allah’ın yanına götürülmüş, Allah onu sağ tarafına oturtmuş ve kendisine ezel-ebed bilgisini öğretip ruhundan üfleyip ilahi bilgiyle donatarak geriye göndermiştir. Dönüşte de feriştahlar/melekler onun göğsünü yarıp kalbini çıkarmışlar ve şeytani kirlerden/vesveselerden onu temizlemişlerdir. Yarasını bakırla kapatmışlardır. İslâm Peygamberi için anlatılan hikâyede sadece yaranın dikişle kapatıldığından bahsedilir.

En manidar çelişkilerden birisi ise sözü edilen iddianın İnşirah Suresi ile ilişkilendirilmesidir. Oysa bu sure Risalet’in üçüncü yılında nazil olmuştur. Risalet’ten sonra yaşandığı iddia edilen olay ise onuncu yıldadır. Dolayısıyla tarihsel olarak mezkûr sure ile bu hikayeyi yan yana getirmek de mümkün değildir.

Şakku’l Kamer/Ay Yarılması

Peygamberimize isnat edilen önemli iddialardan birisi de el işaretiyle ayı yarmasıdır. Anlatılana göre Peygamberimiz, Risalet’in 10. yılında Taif’e gidip döndükten sonra Mina’da bulunduğu sırada ay tutulmuş, o da yanında bulunanlara “Bu gördüğünüz, Allah’ın ayetlerinden birisidir.” diye bir açıklama yapmış. Bu rivayete dair anlatıların kapsamı genişletilmiş ve buradan bir mucize çıkarılarak Resulüllah’ın ayı ikiye böldüğüne dair iddialar ortaya atılmıştır. Bu iddia Kamer Suresi ile de ilişkilendirilmiştir. Oysa Kamer Suresi nüzul alimlerine göre Risalet’in 7. veya 8. yıllarında inzal edilmiştir. Resulüllah’ın Taif’e gidişi ise onuncu yıldadır. Diğer yandan Kamer Suresi’nde kıyamet saatine yakın zamanda vuku bulacak hadisata dair açıklamalar yapılmaktadır. Oysa surenin mezkûr iddiayla uzaktan yakından alakası yoktur.

Hicretten sonra, Medine döneminde de ay tutulması olmuştur. Hatta bunlardan birisinin oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün gerçekleştiği söylenir. Hikayede Mina’da yaşanan hadiseye dair rivayetteki ifadelerin aynısı kullanılır. Ancak bu hadise için böyle bir mucize iddiasında bulunulmamıştır.

Hemen hatırlatalım; ayın yarılması mümkün değildir. Evrende ve gök cisimlerinde bir denge söz konusudur. Bu dengenin bozulması bütün sistemin alt üst olması demektir. Ayrıca olayın gündüz olduğu söylenir, oysa ay gece gözükür. Üstelik böyle bir olay yaşanmışsa dünyanın başka yerinde de tecrübe edilmiş olması gerekirdi. Dolayısıyla bu iddianın da hiçbir inandırıcılığı yoktur ve baştan aşağı düzmecedir.

Varaka bin Nevfel

Rivayete göre Peygamberimiz ilk vahyi aldıktan sonra eşi Hatice’ye durumu anlatmış, o da Peygamberimizi amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e götürmüş ve olup biteni anlatıp fikrine başvurmuş. Varaka bin Nevfel de Peygambere kendisine gelen varlığın vahiy meleği olduğunu söylemiş. Hristiyan olarak nitelenen Varaka bin Nevfel hikayeye göre Peygamberimizin peygamberliğini anlamış. Bu tür haberlerin arkasında, Hristiyanlar tarafından Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin kabul edildiğini ispatlama yatmaktadır. Varaka bin Nevfel’in Hristiyan olarak anılması da bu sebeptendir. Oysa onun gerçekten Hristiyan olduğunu gösteren bir veri yoktur. Kaldı ki o dönemde Mekke’de yaşayan bir Hristiyan’dan da bahsedilmez. Sadece Corc adında bir köle ismi zikredilir. Dolayısıyla Varaka Hristiyan değil, toplumda görüşüne başvurulan bilge bir kişidir. Ancak Hristiyanlara karşı Resulüllah’ın nübüvvetini savunabilmek için bu şahıs Hristiyan olarak tanıtılmış olmalıdır.

Bahira Kıssası

Bahira kıssasında da benzer bir gaye söz konusudur. İddiaya göre Peygamberimiz 12 yaşlarında iken bir ticaret kervanıyla birlikte Şam yolculuğuna çıkmış ve Busra’ya geldikleri sırada, burada bir Hristiyan papaz olan Bahira ile karşılaşmış. Papaz Muhammed’i gölgeleyen bulutu görünce onun beklenen peygamber olduğunu anlamış ve sırtındaki mührü merak etmiş. Sırtını açıp baktığında mührü görünce onun peygamber olduğunu haber vermiş. Bunun üzerine amcası Ebu Talib’i uyarmış ve Yahudiler ’in öldürebileceği endişesiyle bir an önce Şam bölgesinden uzaklaştırılmasını istemiş. Ebu Talib de çocuğu Hz. Ebu Bekir ve Bilal ile beraber göndermiş. Bu iddia Tirmizi’deki bir hadis kaydında geçmektedir. Mekke ile Busra arası yaklaşık 1700 km’den fazladır. Peygamberimiz 12 yaşlarında olduğu zaman Ebu Bekir’in 9 yaşlarında olması gerekir. Zira Peygamberimizden 3 yaş küçüktür. Bilal ise o tarihte henüz doğmamıştır. Sadece bu detaylar bile hikayenin ne derece düzmece olduğunu anlatmak için yeterlidir.

Sonuç itibarıyla Resulüllah’ın sırtında nübüvvet mührü diye bir mühür yoktu. Şayet olsaydı bunu en sıkı muhaliflerine gösterir ve kendisine inanmalarını sağlardı.

Parmaklardan su akıttığı iddiası

Kimi anlatılarda Resulüllah’ın parmaklarından sular akıttığı iddia edilir. Bu iddia ilk kez İbni Hişam’da geçmektedir. Bir iddiaya göre Tebük seferinden dönerken bir başka iddiaya göre ise değişik bir sefer surasında orduda ciddi bir su sıkıntısı yaşanmış. Ordu çaresiz kaldığı sırada Peygamberimiz elini açmış ve parmaklarından pınar gibi su akıtarak bütün ashabın su ihtiyacını karşılamış. Hatta ordudaki develer bile bu sudan faydalanmış, kimisi de duş almıştır. Oysa hikayenin aslında Peygamberimizin parmağından su akıttığından bahsedilmemektedir. Bulunan bir su kaynağını Resulüllah’ın eliyle düzelttiğinden ve elini suyun kaynağına koyup su aktığından bahsedilmektedir. Dolayısıyla böyle bir mucize yaşanmamıştır, olayın mucizevi bir tarafı da yoktur.

Hendek Savaşı sırasındaki gerçekleşen mucizeler

Hendek Savaşı’yla ilgili haberler arasında birtakım mucizeler anlatılır. Bunlar arasında en çok öne çıkanlar, hendek kazıldığı sırada Resulüllah’ın açlıktan karnına taş bağlaması, aç haldeyken kimsenin parçalayamadığı kayayı parçalaması ve iki kişilik yemeği bereketlendirip bütün hendek ordusunu doyurması anlatılarıdır.

Hikayeye göre hendek kazımı sırasında sahabe dahil Hz. Peygamber çok fazla acıkmış, onun halini gören Enes bin Malik’in babası evinde iki kişilik yemek olduğu için sadece iki kişiyi davet edebilmiş. Ancak Resulüllah bütün hendek ashabını çağırınca Enes’in babası hayli telaşlanmış, nihayet iki kişilik bir oğlak pişirilip getirilince Resulüllah yemeği bereketlendirmiş ve bütün ashabı doyurmuş.

Bir taraftan bu iddialar dillendirilirken, diğer yandan açlıktan Resulüllah’ın karnına taş bağladığından bahsedilmiştir. Şu kadar söyleyelim ki, madem yiyecekleri bereketlendirebiliyorsa, neden kendisi ve ashabı savaş süresince şiddetli açlık çekmişlerdir?

Ne yazık ki, bu tür hikayeler siyerin yapı taşları olarak öne çıkarılırken, Peygamberimizin ‘mücadelesi, çalışkanlığı, gayreti, üretkenliği, fedakarlığı, planlı programlı çalışması’ gibi özellikleri gölgede bırakılmıştır. Oysa Peygamberimiz hiçbir zaman işini şansa bırakmamıştır. Bütün tedbirleri almış, ardından Allah’a yakarmış ve dua etmiştir. Diğer bir deyişle O, yattığı yerde dua eden ve elinde sihirli değneği olan olağanüstü maharetlerle donatılmış bir portre değildir. Ümmetine de bu yönleriyle örnek olmuştur.

Hicret

Resulüllah’ın hicreti Akabe biatları süresince planlanıp alt yapısı hazırlanan projenin hayata geçirilmesidir. Bütün Müslümanların hicret ettiğini gören Mekke müşrikleri Peygamberimizin de hicret edeceğini düşünerek ellerinden kaçırmamak için Darunnedve’de toplanarak Peygamberimizi öldürme kararı aldılar. Her kabileden birer kişi seçilecek ve ani bir baskınla Peygamberimiz yatağında öldürülecekti. Bunu haber alan Peygamberimizin halası Rukayka Peygamberimize olup biteni hemen ulaştırdı. Peygamberimiz de son hazırlıkları yaparak arkadaşı Ebubekir’le birlikte yola koyuldu.

Ebubekir daha önce Abdullah b. Uraykıt’la mihmandarlık için anlaşmıştı, oğlu Abdullah’ı istihbarat için görevlendirmişti. Üç gün kadar Sevr Mağarası’nda saklandılar. Bu süre içinde Ebubekir’in kızları yol hazırlığı yaptı. Çünkü Resulüllah müşriklerin kendisini öldüreceklerine dair planı halası vasıtasıyla öğrenmiş ve apar topar şehri terk etmek zorunda kalınca hiçbir hazırlık yapamamıştı. Dolayısıyla bu süre içinde hem izlerini kaybettirdiler hem de yol hazırlığı yapılarak üçüncü gününün gecesinde yola koyuldular.

Hicretle ilgili anlatıların çoğu mitolojik ve ezoterik anlatılarla süslenmiştir. Örneğin izlerini kaybettirmek amacıyla, Ebubekir’in çobanının koyunları peşlerinden sürmesi, müşriklerin mağaranın ağzına kadar geldiği halde, gördükleri örümcek ağı nedeniyle dönmeleri, mağara ağzında bir kuşu yuva yapması, mağaranın içindeki delikleri Ebubekir’in elbisesinden parçalar yırtıp tıkaması ve son bir deliğe parça yetmeyince ayağını dayaması, bu delikten bir yılanın onu ısırması ve ardından Resulüllah’ın bir tükürükle yarasını iyileştirmesi gibi anlatılar bunlardan bir kaçıdır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, yolculuk bu tür asılsız hikayelerle süslenirken gerçek hicretin anlamı buharlaştırılmış ve hicret yolculuğu olağanüstü rivayetlerin anlatıldığı hikayelere dönüştürülmüştür.

Olağanüstülükler yol boyunca da devam etmiştir. Sürâk b. Cu’şûm’un kafileyi takip edip öldürmek istemesi, Reulüllah’ın yolda rastladığı Ümmü Ma’bed adlı bir kadına ait olan ve zayıflıktan ayakta duramayacak kadar çelimsiz bir keçiden bol miktarda süt çıkarması gibi iddialar bunlardan bazılarıdır. Oysa Süraka Müdlic kabilesindendir. Bu kabile Mekke’ye değil Medine’ye daha yakındır. Kadının keçisiyle ilgili anlatılar da yine olayı gizemli hale getirmek için ortaya atılmış içi boş hikayelerdir. Oysa Resulüllah kadından yiyecek istemiş, o da yiyecek olmadığını söylemiş ve keçisinden süt sağmalarını önermiştir.

Dolayısıyla hicret sırasında anlatılan mucize iddialarının hiçbirisi gerçekte yaşanmış tecrübeler değil, sonradan uydurulmuş içi boş hikayelerdir.

Mucizeler bizim gündemimizde nereye oturur

Şunu hatırlatalım ki, Resulüllan’ın sireti (hayatı) ve onun bize örnekliği göz önüne alındığı zaman mucizeler dinî yaşantı bakımından hiçbir temele oturmaz. Vahye inanan bir Müslüman zaten onun peygamberliğine de iman etmiş olur. Zira baştan da belirttiğimiz gibi, klasik tanımına göre mucizeler, nübüvveti ispat için gösterilir. Dolayısıyla inanan bir kimse için ayrıca mucize ile Peygamberimizin nübüvvetine delil oluşturmasına gerek yoktur.

Peygamberimize bu tür iddialarla bazı olağanüstü payeler verilince, bunun bir adım ötesinde, kendilerini peygamber varisi gibi gören/gösterilen kişiler bazı özel yeteneklere sahip oldukları iddiası üzerinden güç devşirmektedirler. Tıpkı peygamberlerin gaybı bilmesi veya bazı olağanüstülüklere sahip olması gibi belli otoritelere de bu payeler tanınınca istismara kapı aralanmaktadır. Nitekim yakın geçmişte yaşanan FETÖ yapılanması bunun tipik bir örneğidir. Rüyayla, kerametle insanlar kandırılarak umutlar çalınmıştır. Böylece işin ucu Cennet parsellemeye kadar varmıştır. Mucizeler üzerinden sürüklendiğimiz yer işte tam da burasıdır.

Bir siyer uzmanı olarak tavsiyem şu ki, Resulüllah bizim gibi bir beşerdi. Bizden farkı vahiyle olan ilişkisiydi. Onun haricinde bize normal bir beşer olarak örnek oldu. Güzel ahlakı, sevgiyi, merhameti, nezaketi, samimiyeti, doğruluğu, adaleti, hakkaniyeti, çalışkanlığı, özgürlüğü ve her şeyden öte sadece Allah’a kul olmayı miras bıraktı. Ayrıca şu da bilinmeli ki, Allah evrende her şeyi belli bir nizama göre yaratmıştır. Zaten buna da kader diyoruz. Bu yüzden hiçbir bireyin bir başkasından gizli güç anlamında zerrece farklı bir yeteneği olamaz. Çocuklarımıza insanlara değil, sadece Allah’a kul olmayı öretelim ki özgür yetiştirelim, onları vahiyle donatalım ki bu şarlatanların peşine takılmasınlar. Böylece geleceğimizi emin bir şekilde inşa edebilelim. 

Devam edecek

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.