TRABZON VENİ VİDİ SCRİPSİ (Vl)

ABONE OL
18:14 - 01/10/2020 18:14
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

TRABZON


VENİ VİDİ SCRİPSİ (Vl)
“Geldim, gördüm, yazdım” 2015

Avrupa ile Asya’nın İpek yolu üzerindeki en önemli irtibat noktasında bulunan Trabzon, bu öneminden dolayı tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Tarihin en eski çağlarından beri insanoğlunu barındırmış olan bu güzel kent, öykülerle, türkülerle dolu zengin bir kültürel mirasa sahip.
Tarihsel süreçte kentin; Miletler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Komnenos’ların egemenliği altına girdiği bilinmektedir. 13.yüzyılın başlarında kurulup 250 yılı aşkın bir süre hüküm süren Trabzon Komnenos Prensliği 26 Ekim 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’ in Trabzon’u fethiyle sona ermiştir.
Müzeler, manastırlar, camiler, türbeler, hanlar, hamamlar, bedesten ve kenti çevreleyen surlar, sivil mimari örnekleri ve çarşılar kentin tarihi dokusuna bir nakış gibi işlenmiş.
Batılıların “muhteşem” diye adlandırdıkları Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın doğup büyüdüğü ve 15 yaşına kadar yaşadığı kentte, Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden günümüze ulaşan pek çok tarihsel anıt var.
Gümüş ve altının Trabzonlu zanaatkârların elinde nakışa dönüştüğü kazazlık(tel gümüş sarma) ve hasır bilezik ürünleriyle, horonu, kemençesi ile diğer folklorik unsurlar Trabzon’un dünya tanıtımında başlıca simgeleri.
Trabzon kuymağıyla da meşhur. Tereyağı, peynir ve mısır unu karışımı ile yapılan kuymak yöre mutfağındaki özgün yerini hâlâ korumakta.




Akçaabat
Akçaabat’tayız. Saray Restoran’a demir attık. Akçaabat köftesi yiyeceğiz. Masa donatılmış.  Mısır ekmeği ve yoğurt da var. Bekleyemedim köfteyi, başladım yoğurda mısır ekmeği doğrayarak yemeye.  Çocukluğumda yediğim en mükemmel yemekti bu. Evet Akçaabat köfteleri de geldi.  Denildiği kadar var, müthiş bir lezzet. .Akçaabat Köftesi 1930 yıllarında Akçaabat’lı lokantacıların ortaklaşa yaptıkları bir köfteymiş. Sığır ve dana kıyması karıştırılarak yapılırmış. Harcına ekmek ve sarmısak da ilave edilirmiş. 
Arkasından Laz Böreği, börek denildiğine bakmayınız, o bir tatlı. Adı laz Böreği. Eee burası Karadeniz…
Namazlarımızı burada cem ederek kıldık. Saray Restoran’da küçücük bir mescid var, burada namazınızı kılabilirsiniz dediler. Restoranın o ihtişamı mescide yansımamış, çok pis ve daracık bir yer. Namazdan sonra restoran sahibine, ‘Dünyalıklar konusunda hassas davranmışsınız ama, iş Allah’ın rızasına gelince unutmuşsunuz.‘ dedim. Yerlerinin darlığından dem vurmaya başlayınca hafifçe tebessüm ederek ayrıldık oradan.

 


Atatürk Köşkü
Soğuksu Tepesi, merkezden 8 km uzakta çam ağaçlarıyla çevrili bir bahçe. Trabzon ayağınızın altında. Bahçenin içinde çok güzel bir köşk var, bembeyaz, gelin gibi. Atatürk Köşkü: Bu köşk 1903 yılında işadamı Konstantin Kapogiannidis için yapılmış . Sahibi ailesiyle birlikte mübadele zamanı (1923) Yunanistan’a zorunlu göç etmiş. Atatürk Trabzon’a geldiğinde bu köşkte bir süre dinlenmiş (1924). İkinci kez geldiğinde (1931), bu köşk Trabzonlular tarafından kendisine hediye edilmiş. Bugün köşk müze olarak kullanılmakta .
Köşkün hemen karşısında Telkari mağazası var, gümüş takılar satan bir mağaza. Hanımlar yağmuru da fırsat bilerek hemen o mağazaya sığındılar. Arayıp da bulamadıkları fırsat. Bir taşla iki kuş.

 


Trabzon Çarşısı
Trabzon Çarşısı’na geldiğimizde akşam olmak üzereydi. 3 saat serbest zaman verildi. Kimimiz valiz alacak, kimimiz Trabzon hurması, kimimiz altın takı.  Dağıldık çarşıya. Trabzon hurması denilen meyve; cennet elmasının kurutulmuşu. Hanımın öğrencilerinden Fatma Keski’nin siparişiymiş. Birkaç dükkan gezdik. Kimsede yok. Bulmadan dönmek de olmaz. İnanmazlar bulamadığımıza. Hanım telaşlandı. Tam ümidimizi kestiğimiz anda tezgahtar seslendi. 1kg. Kadar buldum… 

Ayasofya Kilisesi
Otobüsün yanındayız. Ancak sözleşilen saatte eksiksiz toplanamadık, Kemal ile Davut yoklar. 45 dakika kadar bekledik, gelmediler. Onlara telefonda Ayasofya Camii‘ne gideceğimizi söyledik ve ayrıldık çarşıdan. Akşam namazını yatsı ile birlikte Ayasofya Camii’nde kıldık:  Kemal ve Davut oraya taksi ile gelmişler. 

Ayasofya Kilisesi, Rehber Yasin’in anlattığına göre; 1204 yılında Trabzon İmparatorluğu‘nu kuran Komnenos Ailesinden Kral I.Manuel (1238-1263) tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılmış. Ayasofya adı “Kutsal Bilgelik” anlamına geliyormuş. Bizans Kiliselerinin en güzel örneklerinden birisi olan yapı, tepede inşa edilmiş. Denize nazır. Kubbeli. 

Binanın en görkemli cephesi güneyi. Burada Adem’le Havva’nın yaratılışı kabartma olarak bir friz halinde anlatılmış. Güney cephesindeki kemerin kilittaşı üzerinde Trabzon’da 257 yıl hüküm süren Komnenos Hanedanı’nın sembolü olan tekbaşlı kartal motifi bulunmakta. Kubbede ana tasvir İsa‘ymış, bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunurmuş. Pencere aralarında oniki havari tasvir edilmiş. 

Pandantiflerde değişik kompozisyonlar yer almakta. İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiş, harika bir işçilik. Ancak biz bunların çoğunu göremedik, çünkü, kiliseyi camiye çevireceğiz diye üzerleri suntayla ve sıvalarla kapatılmış o güzelim motiflerin.

 


Kilisenin serüveni
Kilise, Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u fethini takiben camiye çevrilmiş ve vakıf eser olmuş. 1868 yılında harap durumda olan cami Bursalı Rıza Efendi tarafından yeni baştan onarım görmüş. I. Dünya Savaşı yıllarında sırası ile depo, hastane daha sonraları yine cami olarak kullanılmış. 1958-1962 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg Üniversitesi’nin işbirliği ile restore edilerek 1964 yılından sonra müze olarak ziyarete açılmış. 2013 yılında yeniden camiye çevrilmiş. 
Biz bu durumu yadırgadık. Binanın estetiği bozulmuş. Aslına uygun olarak onarılmadığı belli. Yazık etmişler Ayasofya Kilisesi‘ne. Camiye çevrilişinin siyasi bir sebebi var mıdır bilemiyorum ama, yapılar, ister kilise olsun, ister cami olsun, yapılış amacına uygun olarak onarılmalı, kuıllanılmalı ve ziyarete açılmalıdır. Balkanlardaki cami katliamı gibi Türkiye’de de kilise katliamı yapılmamalıdır. 
Arkadaşlar arasında bir tartışma başladı ziyaretten hemen sonra; müslümanların yaşadığı bölgelerdeki kiliseler camiye çevrilmeli midir, yoksa amacına uygun olarak muhafaza edilmeli midir? Çoğunluğun görüşü ikinci şık; amacına uygun olarak muhafaza edilmelidir çıktı.

 


Sümela Manastırı
Sabah 8.00de Sümela yolundayız. Belirli bir yere kadar otobüsle gittik. Ondan sonra Minibüslerle yola devam ettik. Minibüsün de gidemediği yerler var. Ondan sonrasını yaya yürüdük. Ormanın içinde patika yolda yürüyoruz yokuş yukarı. Ayağınızın kayması durumunda aşağıya yuvarlanırsanız, parçalarınız bile bulunmaz. Manzara harika. Oksijen bol. Dağların tepeleri karlı. bu karlı dağların başı dumanlı. Bulutlarla sarmaş dolaş olmuşlar kucak kucağa yatıyorlar sanki. Bazen de güneş eşlik ediyor bu seremoniye. Rüya alemindeyiz. 
Sümela Manastırı‘na geldik sonunda. Allah’ı bulmak ve O na yakın olmak, O’nun nefesini ensede hissetmek için olmalı herhalde; kilise mümmkün olduğunca yükseğe yapılmış. Dar ve uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşıyoruz. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmakta. Buradan bir merdivenle iç avluya iniliyor. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmakta. Sağ tarafta kütüphane yer almakta. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm, keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılıyormuş.
Yasin devam ediyor anlatmaya, herkes can kulağıyla dinliyor: „Sümela Manastırı, Trabzon’un Maçka ilçesindedir. Bu manastır tarihin en eski yapılarından biridir. Zigana Dağı‘nın eteklerine kurulmuştur. Yapı gördüğünüz gibi oldukça sarp olan dağın zirvesine yapılmıştır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı dünyanın en eski ve en önemli tarihi manastırlarından biri olma özelliğini taşır. Aşağıda gördüğünüz dere Meryemana (Panagia) deresidir.
Manastır hakkında çok fazla efsaneler mevcuttur. Anlatılanlara göre, burayı Atinalı Barnabas ile Sophronios adlı iki rahip yaptırmış. Bu iki rahip aynı gece rüyalarında Hz. isa ve Hz.Meryem’i görmüşler. Gördükleri yer Sümela’nın bulunduğu bu yermiş. Birbirinden habersiz olarak yola çıkmışlar ve burada buluşmuşlar. Birbirlerine gördükleri rüyayı anlatmışlar. Hayretler içinde birbirlerini dinleyen rahipler bu rüyanın bir işaret olabileceğini düşünerek, vurmuşlar kazmayı dağların sarp yamacına. Ve Manastırın temelini atmışlar. Asıl adı Meryem Ana Manastırı’dır. Sümela “Sou-mela” Manastırın Rumca adıdır. Manastır M.S 395 yıllarında Trabzon Rum İmparatoru III. Alexios döneminde yapılmıştır. 
Sümela’yı Hristyanlar tarafından değerli kılan en önemli nokta Hz. Meryem resmidir. İnanışa göre bu manastırda Hz. İsa’nın havarilerinden olan Aziz Lukas’ın çizdiği Hz. Meryem portresi manastırın temelini atan rahipler tarafından buraya getirilmiştir. Ancak bugüne kadar o resim hiç görülmemiştir.  
Dağın zirvesinde kurulmuş olan bu muhteşem manastırı önemli kılan;  mucizeler gösterdiğine inanılan ve Hıristiyanlar için son derece önemli ve kutsal sayılan bu portredir. Yaygın bir inanışa ve birçok kaynağa göre, Aziz Luka bu portreyi her gittiği yere beraberinde götürmüş ve Kutsal Meryem onu bu nedenle mutlu kılıp, Aziz Luka’nın yaptığı her işi kutsamıştır.
Maalesef bu güzelim Manastır, define avcıları tarafından sık sık kazılmış ve gördüğünüz gibi harabeye dönüşmüştür. Birkaç defa da yanmıştır. Bu yangınlar sırasında  Manastırın ahşap çatısı tamamen kül olmuştur, ve birçok tarihi değer de kaybolmuştur.
Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u aldıktan sonra manastırın haklarına dokunmayacağına dair bir ferman yayınlamıştır. Yavuz Sultan Selim de buraya iki büyük şamdan hediye etmiştir. Diğer zamanlardaki padişahlar da buraya dokunmamışlar ve çeşitli onarımlarla gelişmesini sağlamışlardır.
Trabzon için büyük turistik önem taşıyan Sümela her yıl binlerece kişi tarafından ziyaret edilmektedir. 2010 yılında özel bir izinle Meryem Ana’nın göğe yükselişi sebebiyle burada bir ayin yapılmıştır. Bu ayin 88 yıl aradan sonra yapılan ilk ayindir. „




Maçka
Dönüşte Maçka’da soluklandık. Türküde olduğu gibi gerçekten taşlı. Yapılaşma çok kötü. O güzelim doğa çarpık yapılaşmaya baka baka, çarpıklaşmış. Doğanın o güzelliğine paralel bir yapılaşma ne de güzel olurdu. Yunus İnci tavsiye etti ve Trabzon ekmeği aldık oradan, kapış kapış herkes bir parça aldı ekmekten, katıksız yedik, lezzetli. 
Karadeniz insanı sert mizaçlı, kayalara, sarp yokuşlara baka baka sertleşmiş olmalılar. Hemen parlayıveriyorlar. Kötü niyetli olduklarını sanmıyorum.

Maçka yolları taşlı
Geliyor sarı saçlı
Ne oldu sana yavrum
Böyle gözlerin yaşlı

Dereler akar akar
Karışır denizlere
Kurban olayım yavrum
O sevdalı yüzlere

Yukarı gel yukarı
Irmağın gözündeyim
Eller ne derse desin
Ben gene sözümdeyim

Sis dağının başları
Duman değil kar idi
Sevdiğim senin ile
Ne günlerim var idi




Yomra
Yomra’dayız,  Yomra, Trabzon’a 14 km. uzaklıkta bir ilçe. Nufusu 30.000 civarındaymış. Buraların yerli halkı Turanî ırktanmış. Orta Asyalı Türklerden. 
Yomra‘da, çay fabrikası var. İkiçay çay fabrikası. Sorumlu mühendis fabrikayı, gezdirdi ve tanıttı. Çay, bahçeden sofraya gelinceye kadar hangi aşamalardan geçiyor, üretim nasıl yapılıyor, çay nasıl demleniyor? Bu konularda bilgiler aldık. Bizim için özel demlenmiş çayından da içtik mühendisin. Tabii ki hediyelik çaylarımızı da buradan almayı ihmal etmedik. Bir de tavsiye aldık mühendis beyden, „Demlediğiniz çayı, 45 dakikada mutlaka bitirin.“ 




Sürmene
Yol üzerinde Sürmene var. Sürmene‘nin de bıçağı meşhurmuş. Almadan geçmek olmazdı. Tek tek de satılıyor, takım olarak da. Sürmene’den Of’a oradan Çaykara’ya, sonra da Uzun Göl‘e geçtik. Uzungöl’de balık yiyeceğiz. Ta Berlin’den beri Uzungöl’deki balığa odaklandık. Uzungöl‘de balık yemek bir başkadır diye reklamını yapmıştı Tur Şirketi. Yanaştı otobüs restoranın önüne, heyacanla indik aşağıya. Ancak, mekan sahiplerinde bir telaş yok. Kim gelmiş niye gelmiş, buyrun efendim, şöyle oturun, çocuğum koş oradan sandalye kap da gel… Biz böyle şeyler bekliyoruz. 6 ay önceden rezerve edilmiş yerimiz var diye seviniyoruz. Üstüne üstlük bir de garson demesin mi?:„Mekânın önünden çekin arabanızı, 2 saat sonra gelin, doluyuz“… Birbirimize bakıştık. Emin’e ve Yasin’e dödük; “Ne oluyor arkadaşlar bu ne rezalettir böyle?“

 


Mekân Arap turistlerle dolu. Yer yok. Bizden önce onlar gelmişler. ‘Sanki Arabistan uzun Göl‘e taşınmış gibi. Adım attığın yerde Arap var. Para bol tabi. Bizi saf dışı bıraktılar. Yani Uzungöl bizi paraya değişti. En mütedeyyin bildiğimiz Karadenizli bizi sattıysa Arap’a. Başka ne denebilir ki…
Karşılıklı sertleşmelerden ve restleşmelerden sonra çiğ balıkları getirdiler önümüze, yesen bir türlü yemesen bir türlü. Balık ziyafeti Seyfi Bozdağ ve İsmail Yılmaz tarafından verildi. Gölün etrafını turladık yemekten sonra. Göl ile toprak içiçe geçmiş durumda. Yeşili bol bir yer Uzungöl. Doğa harikası bir yer. Elveda Uzungöl.
Bu güzelim yer maalesef pislik içinde. Çarpık yapılaşma burada da dikkatimizi çekiyor. Ağacın, ahşabın içinde beton evler. Tedbir alınmazsa 10 sene sonra Uzungöl’ün unutulması gerekir. Dünyanın en küçük camisi de burada yapılmış. 3 kişilik bir cami. Cami ile mütenasip olmayan kocaman bir minaresi var. 

Devam edecek.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.