TOPLUMSAL NORMLARDAN KOPUŞ VE KÖKE DÖNÜŞ

ABONE OL
11:45 - 23/10/2020 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Toplumsal normlardan kopuş ve kökene dönüş, öznenin beklenti ufku ve nebevi vizyon (I)

Türk Eğitim Derneği’nin 2018-2019 çalışma yılında seminerler ve konferanslar düzenliyor. Konunun uzmanı ilim adamları tarafından verilen bu seminerler 3 gün devam ediyor. Bu yılın dördüncü semineri Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün tarafından verildi. Bu seminerden çıkardığımız özeti sizlerle paylaşmak istedim. 

Çağımızda insanların büyük bir kısmı kök değerlerden uzaklaşmış ve toplumsal kodları değişmiştir. Bu uzaklaşma toplumsal çatışmayı meydana getirmiştir. Dinler de aynı şekilde kendi kökünde kopartılarak (Kur’an) hayattan çekilip alınmıştır, yozlaştırılmıştır. Ve bu din bugün mensubunu kurtaramamaktadır. Bu seminerde insanın ve dinin kökenlerine dönüş yöntemlerini ele alacağız.   

Ümmi: Kökene Dönüş
Ümmi; ana, kök demektir, köken demektir. 
Köken kelimesinin Kur’ani bir karşılığı vardır. Ümm, anne demektir. Ümmi, annesinden doğduğu gibi saf olan anlamına gelir. Aynı zamanda ümmi, herhangi bir sistematik eğitim almamış kimse anlamına da gelir. Hz. Peygamberin içinden çıktığı Arap toplumuna da ümmi diyor Kur’an ve ümmiyi ataları uyarılmamış, yani peygamber gönderilmemiş toplum olarak tanımlıyor (Yâ-Sîn 36/11; Bakara 2/78). Ümmî toplumun bir ferdi olduğu için Hz. Peygamber de  ümmi olarak tanımlanıyor Kur’an’da. Ümmi demek bir tür fabrika ayarlarına dönüş demektir. Bu ‘fıtrat’ ayarıdır. Ümmî aynı zamanda, bütün hayırlara, esenliklere kaynaklık eden ‘ana’ demektir. Aynı kökten, ümmühâtu’l-fezâil ifadesi vardır ahlakta: Adalet, şecaat, iffet ve hikmet’ten oluşan. Bunlar diğer bütün erdemlerin anası sayılmıştır.

Halaka, fe-hedâ 
İlham ya da sezgi; herhangi bir öğreten olmadan, kişinin doğuştan getirdiği, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırma yetisidir. Bu yeti doğuştan verilmiştir insana.  Allah insanı yarattı (halaka), ama kendi haline bırakmadı, içine ‘hedâ’yı yerleştirdi. (A’la 87/2, 3) Hidayet dediğimiz şey işte budur: insanın içindeki iç ışık. Allah deniz kaplumbağalarını yarattı, denize gidecek ‘heda’yı da onların içlerine koydu; koymasaydı bulundukları yerde hareketsiz kalır ölürlerdi. Allah bir bebek yarattı, eğer o bebeğin içine anneyi emme güdüsünü koymasaydı o bebek ölürdü, bu hidayettir. 
Bir adamın Müslüman olmasına hidayete erdi anlamı verilmiştir. Bu, hidayet kelimesine verilen ikinci anlamdır, sonradan verilmiştir. Hidayet kelimesinin ilk anlamı doğal iç ışıktır. Bir insanın önünü görmesini sağlayacak ışıktır bu. Aynen bir cep telefonuna entegre kameranın takılması gibi. Allah insanı yaratıyor ve önünü görecek yetenekleri de içerisine koyuyor. Ve bu hidayet onun hayatta kendi başının çaresine bakacak onurlu bir insan olarak yaşamını sürdürmesini sağlıyor. 
Kur’anda kerem ve kerim kelimeleri o kadar sık kullanılır ki. Kerim ve kerem; hayatta kalmak, hayatı en iyi şekilde götürecek bir gayreti, bir sebatı içinde barındırmak demektir. Bir insanın hayatta kalma (buna sebat, metanet diyoruz) ve hayatı en iyi şekilde götürme gayreti insanın fıtratında vardır. Spinoza’nın conatus kavramı buna çok yakındır. 

Keremnâ beni adem
Kur’an’da: “Ve keremnâ benî âdem/Biz insanoğlunu onurlu kıldık.””(İsra 17/70) buyuruluyor. Dolayısıyla biz kerameti; “bütün insanlara verilmiş onur” olarak alıyoruz. Ayrıcalık yoktur, herkese verilmiştir. Çünkü Allah kerimdir, cömerttir. Hayatta kalma bir tür vericilikle özdeşleştiriliyor. Farsçada buna diğergamlık deniyor, yani başkasını düşünen, hemhâl olan, demektir. Vericilik bir tür ilahi sıfattır. Allah insanları yaratıyor, hidayet ediyor, her şeyi veriyor ve karşılığında sadece “söz/misak” alıyor: Doğuştan kendisine bahşedilen bu onuru yaşamı boyunca koruma sözü. ‘İnsan onurlu, şahsiyetli, izzetinefis sahibi’ bir varlık olarak yaratıldı bu onuru koruyacak bir hitaba muhatap oldu. Bu onuru incitecek ilahî bir hitap olmadığı gibi insanî bir hitap da olmamalıdır.    
Vericilikle ilgili Rıfat Ilgaz’ın çok güzel bir dizesi var; Ölüm döşeğinde dile getiriyor: “Elim eline değsin ısıtayım üşüdünse, boşa gitmesin son sıcaklığım.’’ Kalan son sıcaklığımı sana vereyim diyor… Ölmekte olan insanın vücudu yavaş yavaş soğumaya başlar.
 
İnsan değişmedi
Kuran ayetleri 1440 yıl önce inmiştir, 1400 sene önceki insanın onuru, şerefi, haysiyeti vardı, onu incittiğin zaman üzülüyordu, bugünkü insanın da onuru, şerefi ve haysiyeti vardır, incittiğin zaman o da üzülür. İnsan değişmedi. İnsan dediğimiz öz 20 bin yıl önce de aynı özdü. İnsanın özü, vicdanı, aklı hepsi Kur’an’dan önce vardı. Kur’an inmeye başlamadan önce de insan vardı. Kur’an insana bir ayar yapıyor, bu ayarı insanın saygınlığını, onurunu dikkate alarak yapıyor. Kur’an’ın indiği dönemde Ebû Lebeb’den, Zeyd’den yani tarihsel kimliklerden bahsetmesi onu salt tarihsel bir metin yapmaz. Bu kimliklerin kişilikleridir Kur’an’ı ebedî ve evrensel kılan. Bu kimlikler ölmüş gitmiştir. Ama onların kişiliklerine benzer kişilikler her dönemde görülecektir. Bu yönüyle Kur’an tarihîdir. Tarihsellik kronolojiyle, zamanla ilgilidir; tarihîlik, tarihi kıran, akışını değiştiren olaylar ve kavramlarla ilgilidir. Almanca’da history ile gesicht arasındaki farktır bu. Yunanca’daki kronos ve kairos, farkı gibi.

Kur’an’ın tehdit dili
Kur’an’da tehdit eden ayetler de vardır. Bu tehditleri gerekli kılan maalesef insanın doğasıdır. Türkiye’de de Almanya’da da başka ülkelerde de kanunlar temel ahlak ilkeleri üzerine kuruludur. Diyelim ki, etrafa çöp atmamak bir ahlak işidir. Atmamamız gerekir. Oysa atma ihtimali her zaman vardır, bu durumda ne yapılacaktır? İşte kanun bu ihtimal göz önünde bulundurularak yapılır. Kanun, ahlaki kanunu çiğneyen ahlaksızlara karşı yapılır, zorunlu olarak yapılır. 
Bizim din hizmetlilerimiz ahlak prensipleri üzerine sadece konuşuyorlar. Sadece konuşmaktan bir şey çıkar mı? Çıkmaz. Çünkü ahlak ilkelerini, kanuni bir statüye bağlamadığınız sürece bu ilkeler etkisiz kalır. Ahlak ilkeleri insanların insafına bırakılamaz. Örneğin rüşveti ele alalım. Allah “… Bilip durduğunuz halde insanların mallarından bir kısmını günaha saparak yemek için onları yargıçlara aktarmayın.“ der. (Bakara 2/188) Peygamberimiz, “Rüşveti alan da veren de ateştedir.” demiştir. (Taberani, el-Mu‘cemu‘l-Evsat, No: 2047, 3/29; Deylemi, Firdevs, No: 3314, 2/284) Bu bir ahlak ilkesidir. Peki, sürekli biz insanlara sürekli rüşvet günahtır mı diyeceğiz, yoksa rüşveti önleyecek kanunlar mı yapacağız? Elbette kanun yapacağız. Amerika’da, Almanya’da insanlar daha mı ahlaklı? Hayır, oralarda kanunlar daha iyi ve uygulayıcılar daha duyarlı, ahlakın gücünden değil kanunun gücünden korkuyor insanlar. Amerika’da insanlar Allah’tan daha çok FBI’dan bir de IRS (maliyeden) korkarlar. Kur’an’ın yasaklama dili, tehdit dili bunun içindir. 

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.