TOPLUMSAL NORMLARDAN KOPUŞ VE KÖKE DÖNÜŞ (V)

ABONE OL
11:45 - 23/10/2020 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Toplumsal normlardan kopuş ve kökene dönüş, öznenin beklenti ufku ve nebevi vizyon (V)
  
“Bugün de İslâm’ın yayıldığı topraklarda bir çapraz döllenme imkânı yaratılmalıdır, sizler Avrupa’da bunun için varsınız. Ancak gemileri yakmanız gerek. İster dinden gelsin ister insanlığın kendi kazanımı olsun, insanı ayağa kaldıran her değer saygındır. Bu saygınlığı büyütecek her çaba ve o çabayı gösterecek her insan da saygındır. Hem Allah’ın hem de insanların nazarında.”
  
Tanrının sessizliği
Yahudiler soykırıma uğradığında, Yahudi düşünürler arasında şöyle bir tartışma başladı. “Biz gerçekten Tanrının has kulları mıyız?
-Evet.
Peki, bir babanın önünde çocuğuna işkence edilse, öldürülse, bu baba da çocuğunu kurtarma gücündeyse sessiz kalır mı?
-Kalmaz.
Demek ki, biz Tanrının has kulları değiliz, Tanrının bizi umursadığı yok.”  Soruya verilen cevap olumsuz. Soykırımın oluşturduğu travma, Yahudilerin hızlı bir şekilde ateizme kaymasına sebep oldu.
Yaşanan acıların arkasından bu acıya ilişkin geliştirilen yorumlar, doğru cevabı bulamazsa çok farklı eğilimlere sevk ediyor insanları. “Madem Tanrı var, insanlar bu kadar acı çekerken O nerededir?” Sorusu sorulabiliyor ve istenmeyen cevaplar da alınabiliyor.
Mesela depremler var, tsunamiler var; bu felaketleri birebir yaşayan insanlar var. Çocuğunu kaybeden, eşini kaybeden, ana-babasını kaybeden, işini-aşını kaybeden insanlar var. Bu durumda yavaş yavaş sorgulamalar başlıyor. “Ben bu kadar acı çekerken tanrı nerededir?” Tanrı neden sessizdir? Beş yaşında bir çocuğa tecavüz ediliyor, başı ezilerek öldürülüyor, Tanrı sessiz!
 
Tanrının sessizliği (!) bugün en büyük teolojik sorunlardan biridir. Mutlak iyi, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Allah’ın varlığına rağmen, bu olanlar nedir? Bu sorunun cevabını ben şu şekilde veriyorum: Bir insan depremde enkazın altında kaldığında Tanrı bunu niye kurtarmadı duygusu içimizde depreşiyor ya, işte içimizde kurtarma duygusunun depreştiği o an aslında Tanrı’nın harekete geçtiği andır. Tanrı bize yerleştirdiği hisler ve duygular üzerinden harekete geçiyor. Allah’ın kulu Allah’ın koludur. İçimizdeki bütün duygular tanrısaldır. Hepimizde ortaktır bu duygu. Eksik yok. Kızgınlık hepimizde var, merhamet hepimizde var. Üzerini örtmüş olabiliriz ama hepimizde bu ortak duygular var. Bu ortaklık aslında bütün enerjilerin tek bir enerji kaynağına bağlı olduğunu gösterir. Ana trafo. İşte O Tanrı’dır.
Abraham Joshua Heschel, Tanrıyı Arayan Adam adlı bir kitap yazıyor. Kitabı yazdıktan sonra bir şey farkediyor. Diyor ki, ben Tanrıyı Arayan Adam diye bir kitap yazdım. Bu kitabı yazdıktan sonra anladım ki peygamberler tarihi Allah’ı arama tarihi değil, Allah’ın adam gibi adamları arama tarihidir. Allah bir adam arıyor, sonunda buluyor. Muhammed’i buluyor. Bulduğu bu insana insanları ıslah etme görevi veriyor. Tanrı, dizayn ettiği dünyanın bozulmasını istemiyor. Planlandığı gibi yürümesini istiyor, bunun için de adam arıyor. Abraham Joshua Heschel, sonunda diyor ki, ben şimdi doğru kitabı yazacağım, kitabımın adını yeniden koyuyorum, “Adam Arayan Tanrı.”
Ben de diyorum ki, öyle davranın ki, öyle davranalım ki Allah, “Benim aradığım adam bu desin”. Bu çok ağır bir şey, ama onurlu bir şey. Diyelim bir insan çok hasta doktora gidecek, parası da yok. Tedavi olması da gerek. Allah’ın gelip onu doktora götürmesi de mümkün değil, çünkü; O’nun çalışma sistemi böyle değil. Allah o hasta ile ilgilenecek adamı arıyor, sonunda bakıyorsunuz birisi o hasta ile ilgileniyor, işte Allah’ın aradığı adam hastayla ilgilenen o adamdır. Böylece Allah’ın Şafi ismi tecelli etmiştir.
Sabah kalkıyoruz 9’da sınavımız var, diyoruz ki, “Ya Rab bana yardım et, zihnimi aç, kalemime kuvvet ver, kalbimi genişlet” sonra sınava gidiyoruz. Sonra başka bir imtihan, sonra da başka bir iş. Hepsi de kötü gidiyor. Ve şöyle diyoruz, “Ya Rabbi, bugün sen benim için hiçbir şey yapmadın.”
Eskiden Allah için ne yaptın derdik; şimdi ise her işimize Allah’ı koşturmaya çalışıyoruz. Benim söylediğim şu, Tanrı sessiz değil O’nun sessizliği insan üzerinden bozuluyor ama insan ne kadar onun farkında ne kadar değil onu bilmiyorum.
Halil Cibran, Ermiş kitabının yazarı. Diyor ki, “Şu vadideki mersin ağacı, kokusunu verirken seçmez, herkese verir. Mersin ağacı gibi sen de verici olmak için, aracı seçilmeye layık mısın, ona bakman lazım.”
 
Kur’an’ın kadına verdiği rol
Kadın konusunda Kur’an’ın yaptığı tanımlar ontolojiktir, bizim atadığımız roller toplumsaldır. Mesela kadından hâkim olmaz Şafilere göre, Hanefilere göre olur. Çünkü, kadından şahit getirebiliyorsanız ondan hâkim de olur, yönetici de olur, der Hanefiler. Bir mezhep böyle dedi diye bütün paradigmayı mı değişitireceğiz. Kadınlarla ilgili sorun çıkaran mesele, rol atamadadır. Toplumsal roller. Devleti yönetebilir mi? Kültürümeze göre yönetemez. Kuran Belkıs’tan behsediyor devleti yöneten hem de müşavere ile yöneten, halkı için bir refah ülkesi yaratan Belkıs’tan, halkına “Ben size danışmadan iş yapmam” diyen Belkıs’tan. Demek ki yöneticinin temel özelliği; danışmadan, müşavere etmeden iş yapmamaktır.
“Kadınlara işlerini bırakan toplumlar helak olmuşlardır” diyorlar. Asıl erkeklere işlerini bırakan toplumlar helak olmuştur. Amerika’yı şimdiye kadar kadın yönetmedi, hep erkekler yönetti. Batan büyük ülkelerin büyük bir kısmını hep erkekler yönetti. Açlığından ölen insanların, diktatörlerin, teokratların, otokratların, yönettiği ülkeleri erkekler yönetti. Dünya savaşlarını erkekler çıkarttı. İnsan bir yargıda bulunurken, bir sağına soluna bakar.
Pakistanlılar Norveç’te hem siyasi yaşamda hem ticari yaşamda çok başarılılar ve her yerde varlar. Benazir Butto’dan kaynaklanıyormuş bu durum. Benazir Butto şunu söylemiş, kadın bir yönetici ve projeksiyonu müthiş, “Norveç’e gidiyorsunuz, Pakistan’a dönmeyin, sizi Pakistan’da bir daha görmek istemiyorum, hatta Pakistan’a bir kuruş paranızın dahi gelmesini istemiyorum. Siz artık Norveçlisiniz.” Ve Pakistanlılar bütün yatırımlarını Norveç’e yapmışlar, okullarını açmışlar, işlerini kurmuşlar, her yerde varlar.
Hikayedir, gerçektir; Endülüs’e çıkarken Tarık bin Ziyad’ın dediği gibi yakacaksınız gemileri, bulunduğunuz yerde başarılı olacaksanız, orada varlığınızı hissettirecekseniz, yakacaksınız gemileri. Endülüs’e giden Müslümanların başarısı ve Norveç’e giden Pakistanlıların başarısı gemileri yakmaktan geçer. Gemileri yakma emrini veren kadın da olabilir erkek de. Gittiğin yer senin vatanın olacak emrini kadın yönetici veriyorsa ona  aferin denir, sen yönetici olamazsın denmez. Aynı pertspektifi veremeyen erkek yönetici de kınanır. Aklın, insafın, vicdanın ve zihniyetin cinsiyeti yoktur, mesele bu…
 
Çapraz döllenme
İnsanları ayağa kaldıran değerin yerel ya da evrensel olduğuna bakılmaz. Örf kavramı Kur’an’da geçer ve Kur’an örflere değer verir. Günümüzde Kur’an’ın getirdiği bazı değerlerin yerel değerleri yok etmek için kullanıldığı bir ortam olabilir. Halbuki Kur’an’ın ortaya koyduğu değerlerin hangisi yerel değere karşıdır, buna bakmak lazımdır. İslâm’ın yayıldığı topraklarda çok farklı kültürler vardı. Bu kültürlerin kendisiyle çelişmeyenlerine dokunmadı İslâm. Hatta bazı örfleri yasal hale getirdi. Dinler doğdukları topraklarda değil, göç ettikleri topraklarda medeniyet kurarlar. İslâm’ın medeniyet başkenti hiçbir zaman Hicaz olmamıştır. Endülüs, Bağdat, Şam, İstanbul, Semerkant  gibi merkezler olmuştur. Bir kültürün göç ettiği topraklarda medeniyet kurmasına çapraz döllenme denir. Din, gittiği topraklardaki kültürle mayalanır.
Batı değerleri ve doğu değerleri diye bir ayrım doğru değildir. Değerler bir havuzdur. Bu havuza binlerce yıldır insanlar ortak değerler akıttılar. Batı reform yaptı, bir de rönesans yaptı. Sanatta ve kültürde Yunan kaynaklarına dönüş yaptı. Yunanca’dan Latince’ye yapılan tercümeler, önce Arapça’ya tercüme edildi, sonra  Arapça’dan Latince’ye.  Yıl 1142, İspanya’da Toledo Koleksiyonu diye meşhur bir koleksiyon oluşturuldu. Matematik, Kimya ve  Arapça’dan tercüme yapılması için, Fransa Kralının, Pierre de Venerable diye bir adamı görevlendirdiğini biliyoruz. Kendisine hazinenin kapılarını arkasına kadar  açarak  istediğin kadar tercüman bul ve git bu eserleri Arapça’dan tercüme et, denildiğini biliyoruz. Arapça’ya tercüme edilen eserleri de biliyoruz, kimlerin mütercim olarak görevlendirildiğini de biliyoruz. Ortada böyle bir şey var.
Batılılar Müslümanlardan aldıklarını almışlar ve sonra da üzerine oturmuşlardır. Bu hırsızlıktır. Bu hırsızlığı yapmayanlar da var elbet, mesela Kopernik. Kopernik aldığı isimleri eserine yazdı. Bugün ayda Bettani krateri var. Suriyeli Müslüman bir alimdir Bettani. Astronomi biliminin kurucusudur. Ayı, güneşi, gezegenleri ilk isimlendirenlerin Müslümanlar olduğu konusunda zerre kadar tartışma yoktur. Bütün dünya kabul eder ki astronominin kurucusu Müslümanlardır, bunun tersi söylenemez.
İşte bu havuz böyle oluştu. Herkesin katkısıyla oluştu. Ebu Süleyman Es-Sicistani bunu çok güzel söyler, “Allah Hintlinin kalbine mistik duyguyu, Çinlilerin eline faydayı, Yunanlıların zihnine bilgiyi, Romalıların diline hukuku koydu” der.  
Avrupa’nın bütün üniversitelerinde İbni Sina’nın eserleri okutulmuştur; El-İşarât Vet-Tembîhât adlı eseri felsefe derslerinin ana kaynağı olarak okutulmaktadır/okutulmuştur. Katoliklerin Gazali’si dediğimiz Saint Thomas, Farabî hayranıdır. İnsanlar birbirlerinden faydalanmıştır. Batı’yı aydınlatan düşünür İbn Rüşd’tür.  İbn Rüşd eserlerinde geliştirdiği yöntemi, özgün düşünce stili, farklı yaklaşım tarzıyla, klasik İslâm düşüncesinin son ve en büyük temsilcisi olduğu gibi; Aristo’dan sonra gelen Helenistik dönemin ve Ortaçağ bilim ve düşüncesinin de en önde gelen simalarından birisidir. Onun fikirleri Doğu İslâm dünyasından çok Batı Hıristiyan dünyasında yankı bulmuş ve Avrupa’da Rönesansın, modern düşüncenin ve aydınlanmanın hazırlayıcı isimlerinden biri olmuştur. Ortaçağ felsefesinin büyük üstadı Etienne Gilson ise, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’ü hesaba katmadan, bir Hıristiyan ilâhiyatı tarihinin dahi yazılamayacağını bildirmektedir. Etki bu kadar doğaldır, bugün de onlardan bize gelsin, bizden de onlara gitsin.  
Farklı dinle, farklı ırkla yaşama problemi batıya aittir. Bizim öyle bi problemimiz yoktur. 1492’de İspanya’nın düşüşünden sonra olup bitenlere bir bakarsak, korkunç şeyler görürüz. Toplu halde vaftizler vardır. 10 binlerce Müslümanı/Yahudi’yi bir yere toplayıp üzerlerine su serpip “Hepiniz şimdi Hristiyan oldunuz,” dediler. İslâm tarihinde böyle bir şey yoktur/olamaz. Sıkıntı onlarda/ Batılılarda. Bırakın kendi sıkıntılarını kendileri çözsünler. Hap kozmopolitanizmlerini olgunlaştırsınlar.
Bugün de İslâm’ın yayıldığı topraklarda bir çapraz döllenme imkânı yaratılmalıdır, sizler Avrupa’da bunun için varsınız. Ancak gemileri yakmanız gerek. İster dinden gelsin ister insanlığın kendi kazamını olsun, insanı ayağa kaldıran her değer saygındır. Bu saygınlığı büyütecek her çaba ve o çabayı gösterecek her insan da saygındır. Hem Allah’ın hem de insanların nazarında.
 
Bitti
 
Rüştü Kam

 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.