”TOPLAMA SINIFLARI” ANLAYIŞI

ABONE OL
11:53 - 23/10/2020 11:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Geçenlerde bir öğretmen arkadaş bir haber paylaşmış. Herne kentinde bir karma okul (Gesamtschule) da açılan ve resmi adı „toplama sınıfı” (Auffangklasse) veya „hazırlık sınıfı” (Vorbereitungsklasse) olan sınıfa, her ne kadar bu okulda ilgili sınıfa „hoşgeldin sınıfı” (Willkomensklasse) dense de, uyum meclisi tarafından yapılan maddi yardım haber konusu yapılmış(1). Her ne kadar haber iyi niyetli yapılmış olsa da olayın arka planını iyi irdelemek gerekiyor ve bu bağlamda ele alacak olursak eğer olay aslında son derece düşündürücüdür. Her şeyden önce madem böyle bir sınıfın kurulmasına ihtiyaç duyuldu, o zaman ilgili kurumlar bu sınıflara özel kaynak aktarması gerekiyor. Uyum meclisinin görevi bu sınıflara „bağış” toplamak değil, o sınıflara yeterli kaynağın aktarılmasını sağlamaktır. Kaldı ki bu tür sınıfların mevcudiyeti de çağımız eğitim anlayışı çerçevesinde son derece sakıncalıdır. Bu sınıfların açılması göçmen kökenli öğrencilerin uyumunu kolaylaştırmak için Almanya Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaleti okul ve eğitim bakanlığının çıkarmış olduğu yönetmeliğe göre belirlenmiştir. Burada aslında Alman eğitim sistemine hakim olan bir déjà-vu fenomeni (daha önce görmüştüm), yani „eski anlayışın yeni uygulanışı” var. Bu anlayışa göre “dil yetersizliği” (Almanca yetersizliği) tespit edilmiş çocukların, gerek duyulduğu durumlarda, “hazırlık” sınıflarında toplanabilmesi çağımız gereksinimlerinin çok gerisine gitmektedir. Dil yetersizliği nedeniyle “hazırlık” veya “toplama” sınıfları adı altında getirilmek istenen uygulamalar bir nevi 70’li yıllarda Türkiye’den gelen çocuklara yönelik uygulamayı hatırlatmakta ve “ayrışmayı” beraberinde getirmektedir. Özellikle „toplama sınıfı” (Auffangklasse) terimi Nazi döneminde Yahudi kökenlilere uygulanan „toplama kamplarını” (Auffanglager) anımsatmakta. Her ne kadar habere konu olan sınıf genelde yeni Almanya ya gelmiş öğrencileri kapsamış olsa da yönetmeliğe göre burada doğmuş ve büyümüş, hatta büyük bir oranının Alman vatandaşı olan çocuklar için de “özel eğitim” adı altında benzer sınıfların oluşturulmasını mümkün kılmaktadır. Bu sınıflara yönlendirilen göçmen kökenli çocukların Alman akranlarından ayrılarak bir nevi eğitimsizliğe sürüklenmesi düşündürücü bir yaklaşımdır.

Kaldı ki günümüz eğitim sisteminde özellikle „eğitim özürlü” çocuklara bile Avrupa Birliği kanunlarını ulusal kanuna uyarlayarak “birlikte eğitim” yapma imkânı ve hakkı verilirken, “dil sorunu” olan göçmen kökenli çocuklarla göçmen kökeni olmayan Alman çocukların ayrıştırılması son derece sakıncalıdır. Bu süreçte velilere danışma dışında hiç bir söz hakkı verilmemesi de ayrıca düşündürücüdür. Bu durumda velilerimiz „eğitim özürlü” çocuklara verilen haklardan yararlanarak, çocuklarının “özel eğitim” adı altında oluşturulmak istenen sınıflara yönlendirilmesine karşı çıkmaları ve gerekirse hukuksal mücadelede bulunmaları gerekmektedir.

Yürürlüğe giren yönetmeliği anadili konusu bazında daha önceleri değerlendirmiş olsak da, tekrar kısaca değinmek yerinde olur düşüncesindeyim. Önceki yönetmeliklere göre çok daha olumlu olmasına rağmen birçok konuda hala daha muğlak deyimler söz konusu. Örneğin anadili dersleri haftada beş saate kadar verilebiliyor olmasına rağmen uygulamada genelde haftada iki saati geçmiyor. Nitelik açısından ise hala konumu çok olumsuz. Örneğin anadili dersleri normal müfredatın dışında kalmaktadır. Bu da hem öğretmenler açısından, hem de öğrenciler açısından hiç de uygun değildir. Bu dersler normal ders programı içinde yer almalıydı; verilen not sınıf geçmeyi etkilemeliydi. En azından anadilde alınan not yabancı dil notunu düzeltme durumunda olmalıydı.

Anadili dersine katılım hala daha velilerin inisiyatifine bırakılmıştır ve bu nedenle de birçok okulda “yeterli veli” istemiyor diye anadil dersleri verilmemektedir. Artı, okul müdürleri de bu konuda velilerin kendi aralarında iletişimini engellemekte. Bu nedenle de birçok istekli öğrenci “yeterli sayı yok” diyerek eğitim hakkından yoksun bırakılmakta. Hatta yeterli sayı bulunduğu halde dahi anadili derslerinin açılması okul müdürlerinin inisiyatifine bırakılmıştır. Yeterli imza toplanmasına rağmen okul idaresi velilerin bu haklı talebini „şartlara uygun öğretmen adayı yok” diyerek rededebilmekte. İşte, yönetmelikteki bu ve benzeri durumlarda birçok kavram muğlak bırakılarak bir şekil „başıboşluk” yaratılmaktadır.

Yönetmeliğe göre ortaokullarda Türkçe yabancı dil olarak verilebiliyor. Bunun için yeterli katılım gerekiyor, fakat yeterli katılım sayısı muğlak bırakılmış. Okul başlangıcında veliler genelde bu konuda bilgilendirilmiyor ve ileriki zaman zarfında da velilere kendi aralarında irtibata geçmeleri veri koruma yasası (Datenschutzgesetz) öne sürülerek engelleniyor. Bu şekilde Türkçe derslerinin, gerek anadili, gerekse ikinci veya üçüncü yabancı dili olarak verilmesi, yeterli öğrenci sayısı olmakla beraber, bürokratik ve bilhassa müdürlerin engeline takılıyor.

Sadece kurumların değil, maalesef birçok insanımız da kendi değerleri ve hakları uğruna yeteri kadar çaba sarf etmemekte. Her zaman ve her konuda olduğu gibi, bir milletin var olma sebebi olan anadillerine sahip çıkma konusunda da her nedense zorlanmaktalar. Buna rağmen, bir avuç da olsa duyarlı insanlarımız da var elbette. Onlar, bir dava, bir aşk için yapabilecekleri her şeyi yapmaya hazırlar. Onlar, ne kişisel, ne de siyasi çıkar peşindeler. Onlar, sadece inandıkları ve gönül verdikleri davalarının peşindeler. Aynı duyarlılığı göstermeyen veya konuyu önemsemeyen kişilerin ise sadece torunlarına bırakacakları mirası merak ediyorum. Dil adına, kültür adına bırakacak bir şeyler kalırsa eğer?

Dr. Ali Sak

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.