TOPÇU KIŞLASI

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Topçu Kışlası ve Tarihine yabancılaştırılan bir millet !
Cumhuriyet çocukları olan bizler tarihimize yabancı olarak yetiştirildik. Geçmişimize saygı göstermeyi değil, sövmeyi öğrettiler bize okullarda. Yalan söyleyen tarih bilgisiyle büyüdük. Murat Bardakçı’nın kaleminden okuduğumuz “ŞAHBABA” bize öğretilen yalanlardan bir kısmını gün yüzüne çıkardı. Okudum ve hayıflandım. Tarihimizle ilgili saklanan acı gerçekler günümüzde duyarlı tarihçiler tarafından halkımızın istifadesine sunulmaya başlandı sevindirici gelişmeler bunlar. Ancak yeterli değil. Belki de arşivlere girebilecek yeterli donanıma sahip yetişmiş, yeterli ilim adamlarımız yok. Buna rağmen gelişmeler ümit vericidir. Ancak, kandırılmış olmak çok acı. Hem de devlet eliyle kandırılmışsanız ve bu devlet de sizin devletinizse daha da acı.
Arka planını tam olarak bilemediğimiz ancak tahmin edebildiğimiz “Gezi parkı” olayları bir gerçekle tanışmamıza vesile oldu: Topçu Kışlası. Ne zaman yapılmış, kimler tarafından ne zaman ve niçin yıktırılmış onu öğrendik bu vesile ile. Bu arada mimar Henri Prost’la da tanıştık. Ortaya bazı acı gerçekler çıktı. Okuyalım:
Taksim Kışlası ya da Topçu Kışlası, 1780 – 1940 yılları arasında İstanbul Taksim Meydanı’nda günümüzde Taksim Gezi Parkı’nın durduğu yerde bulunan bir yapıymış.
Taksim Kışlası 1780 yılında Osmanlı padişahı I. Abdülhamid zamanında Krikor Balyan tarafından yapılmış. Kabakçı Mustafa İsyanı’nda tahrip olan bina, II. Mahmut döneminde aslına uygun olarak elden geçirilmiş.
Bina birkaç kez yangın geçirmiş. Sultan Abdülmecit döneminde 19. yüzyıl mimari üslubunda ve çok gösterişli olarak yeniden yapılmış. Rus ve Hint mimarilerinden izler taşıyan yapının iki anıtsal giriş kapısı Harbiye Caddesi ve Talimhâne Caddesi cephelerinin tam ortalarında bulunuyormuş.
Kışla 1860-1870 yılları arasında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi sürecinde önemli bir rol oynamış ve en şatafatlı günlerini yaşamış. Sultan Abdülaziz’in 1864 yılında Mısır seyahati dönüşünde kışlayı ziyaret edip kışlada yemek yemesi, kışla tarihinde önemli bir olay olarak kayıtlara geçmiş.
Askeri işlevlerinin yanı sıra cambaz gösterileri, at yarışları, Rum hacıların konaklaması gibi amaçlarla da kullanılmış. Kışla 31 Mart İsyanı’nda önemli bir rol oynamış. İsyan, 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle son bulmuş.
İsyandan sonra önemini yitiren kışla, 1913’te Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye’ye satılmış. Binanın orta kısmındaki eğitim alanı futbol sahası haline getirilmiş ve uzun yıllar futbol maçları ve çeşitli gösteriler için kullanılmış. Kışla, I. Dünya Savaşı’nın ardından işgal edilen İstanbul’daki Fransız kuvvetlerinin yönetiminde bulunan Senegal’li askerlere tahsis edilmiş.
Cumhuriyetin ilanından sonra da kışlanın avlusundaki futbol sahası futbol karşılaşmaları için kullanılmayı sürdürmüş ve kışla Taksim Stadı adını almış. 1923 yılında Türkiye Millî Futbol Takımı ilk resmî maçını bu sahada Romanya’ya karşı yapmış.
Kışla, 1940 yılında İstanbul Valisi ve Belediye başkanı olan Lütfi Kırdar’ın isteği ve Henri Prost’un tavsiyesiyle yıkılmış. Henri Prost’un hazırladığı imar planı çerçevesinde park haline getirilmiş.
1944’te Taksim Gezisi’nin Taksim Meydanı’na bakan ön (güney) kısmında, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün at üzerindeki heykelinin kaidesi inşa edilmiş ancak heykel hiçbir zaman dikilememiş. 1950’de Demokrat Parti (DP)iktidara geldikten sonra da, atlı heykel uzun süre bir depoda bekletilmiş, sonunda kaide söktürülmüş, heykel bu parka değil, Maçka’daki Taşlık Parkı’na dikilmiş. Taksim Gezi Parkı uzun bir süre “İnönü Gezi Parkı” olarak adlandırılmıştır.
Henri Prost kimdir?

Henri Prost (1874 – 1959) Fransız mimar ve kent planlamacısıdır. 1936 yılında Atatürk’ün daveti üzerine Türkiye’ye getirilmiştir. “İstanbul’un nazım planı” nı uygulamakta görevlendirilmiştir. 1937’de hazırlamaya başladığı raporlarını 1939’da tamamlamış ve hükümetten onay almıştır. Suriçi İstanbul’un bugünkü silueti ve bazı binalar ile Taksim Meydanı ve Maçka Parkı kendisinin eseridir. İstanbul tarihinde önemli yeri olan yapıların ortadan kalkmış olması nedeniyle tarihi eserleri koruma duyarlılığına sahip ilim adamları ve mimarlar tarafından, haklı olarak eleştirilmektedir Prost. BAYGEM Tarih Atölyesi yazarlarından Sevda Kaya da eleştirmenlerden biridir. Biraz Henri Prost’u Tanıyalım adlı yazısında bakın neler yazmış:
“İstanbul kendisine hayran bırakır görenleri. Şahane manzaraları, muhteşem görünüşüyle camiler ve Boğaz. Ahengi sizi içine alır. Gezenin tadı damağında kalır. Hiç düşündünüz mü? Koskoca Osmanlı Devleti’nden bu kadar mı eser kalmıştı geriye. Bu çarpık kentleşme, tarihi yapıdan yoksunlaşmış İstanbul, nasıl bu hale geldi. Kim yaptı bunları. İstanbul’a karanlığı yaşatan adam Henri Prost’tu.
Fransız mimar ve şehircilik uzmanı. 1902 de yüksek mimarlık okullarından mezun olmuş, öğrenciliğinde “Roma Büyük Ödülü’nü” almış. Asıl çalışmalarını Roma da kaldığı beş yıl zarfında gerçekleştirmiştir. Bu süre zarfında da Ayasofya’nın da içinde bulunduğu tarihi anıtların rölöve ve arkeolojik çalışmalarını gerçekleştirmiştir. İstanbul’un Bizans anıtlarını da içeren bu ön çalışmaları Prost’un İstanbul’a olan ilgisini arttırmıştır.
1936 yılında Atatürk’ün daveti üzerine Türkiye’ye gelmiştir. “İstanbul’un Nazım Planı”nı uygulamakta görevlendirilmiştir. 1937’de hazırlamaya başladığı raporlarını 1939 da tamamlamış ve hükümetten onay alışmıştır. Şimdi bu raporu inceleyelim çok masum görünen bu raporların önerileri ne yöndeydi.
Prost sözde kentin kendisine özgü dokusunu koruyacak, tarihi yapıları koruyup yeni yerleşim alanları oluşturacaktı. Sözde diyorum çünkü Prost sadece Bizans yapılarını korumaya yönelik çalışmalar yapmıştır.
Prost, ilk darbeyi Saraçhane- Unkapanı arasına vurur. Prost, eski Paris yerleşimlerini yıkıp yeni bulvarlar açan Haussman’ın geleneğinden gelen bir Fransızdı. Onun için de “Suriçi İstanbul’unda Osmanlı kimliğini ve çevre ölçeğinin dikkate almadan meydan ve bulvarlar açmakta” sakınca görmedi. Prost, bütün dünya kentlerinin metroya yöneldiği yıllarda İstanbul’u otomobil yollarıyla donatmakla ısrarlıdır. Zira bu bahaneyle minare ormanı şehri budayacak ve Bizans eserlerini ortaya çıkaracaktır. Nitekim Atatürk Bulvarı’nı açarken Pantokrator’un yanından Valens (Bozdoğan) Kemeri’nin altından geçerek onları değerlendirmiş ama aynı güzergâhtaki cami, medrese, konak ve çeşmelerin üzerinden geçmekte sakınca görmemiştir.
Bir zamanlar sokakları süsleyen yapıların yerlerinde şu an kara binalar, okullar benzin istasyonları bulunuyor. Bazıları ise boş arsa durumunda. İMÇ bloklarının altında kalan Hoca Tebarrük Mescidi, sanat değeri çok yüksek bir yapı. Ama bırakın varlığını, kimse bu yapının ismini duymamıştır. Henri’nin de istediği budur zaten “sonsuza kadar elveda” diyerek kıyımlarını gerçekleştirmiştir. Yol yapacağız diye eserler yıkılır. Yola denk düşmeyenler dahi şu an olsaydı yine de bambaşka olurdu. Firuza Ağa Mescidi yola denk düşmez ama yine de yıkılır. Saraçhane Mescidi’nin üzerinde ise şu an resmi daireler bulunuyor. Anlaşılan şu ki yol bahane Osmanlı yapısı yıkmak şahane Prost için.
Prost yetinir mi hiç devam eder şehri şehirsizleştirmeye. İkinci yıkım dalgasını gerçekleştirir. Yol için yıktırdığı eserler biter, yollar olur sıra gelir yol kenarında kalan mescitleri yıkmaya. Oysa ne güzel olurdu. Gezindiğimiz her “Dar” yolda geçmişin kokusunu içimize çekmek. Büyük alış-veriş merkezlerinin yerine o muazzam yapıları görsek de ilham alsak. Yıkılan her yapı kültürden bir şeyler kopararak toprağa karışıyor. Bin zahmetle yapılan eserler dakikalar içinde yok ediliyor. Hâlbuki bizim kültürümüzde öncelikle emeğe saygı vardır. Başkalarına ait bir eseri yıkmak şöyle dursun başkalarına ait bir eşyayı almak dahi çok ayıp karşılanırdı. Henri her yıkımında bizden bir şeyler götürdü. Bizim kültürümüzü yıktığı mescit yerine alış-veriş merkezleri belirler oldu. Zavallı insanları da yeni cami yapacağız diye kandırdılar.
İstanbul’un ilk belediye başkanı Hızır Bey’in Mezarı tam kurtuldu derken camileştirilmesin diye üzerine İMÇ blokları yapılır.
Prost, Vatan, Millet, Fevzi Paşa caddelerine öyle bir hat çizer ki adeta minare biçer. Sadece 1956-1957 yıllar arasında 54 camiyi yıktırır. Topkapı’daki İlyaszade Mescidi nefis bir Mimar Sinan eseridir. Bu cami sanat tarihi açısından çok önemlidir. Fakat Prost için taş yığınından başka bir şey değildir. Fındıkzade’deki Molla Gürani mescidi (1483) ise fetih ruhu açısından çok önemlidir. Ama bu iki güzide mekân yıktırılır. Tepki çıkmayınca Prost iyice cesaretlenir. Pazartekke Mescidi yola denk düşmediği halde yıkılır. Şu an yerinde bir benzin istasyonu bulunuyor.
Gelelim Haliç’e. Haliç’i Haliç yapan saraylar yıkılır. Tabakhane, Kâğıthane onun elinden geçer. Eyüp, Ayvansaray civarları medrese, türbe, camii ve tekkelerin yoğun olduğu bir mekândır. Kolay tırpan atamaz. Ama yaptığı korkunç planla Haliç’i çekilmez bir yer haline getirir. Kazlıçesme’yi dericilere verir, Altınboynuz’u sanayiye açar. Böylece hem dünyanın en büyük foseptik çukurunu elde edecek hem de işçi kesimine teslim ederek tarihi eserleri gecekondulara ezdirecektir. Bir gün Haliç’in beton karası binalarla kuşatılacağını suyunun kirleneceğini ve havanın çoraptan beter kokacağını adı gibi bilir. Haliç’in, Sadâbâd’ın Osmanlı kültüründeki yerini bilmiyor, zaten önemsemiyordu. Haliç onun için sadece hammaddeyi boşaltan, mamüllerin taşınacağı su yoluydu. Medreseler, tekkeler yok oldu. Türk, Musevi ve Rum mahalleleri renklerini kaybetti. Sanayinin arkasından gecekondulaşma aldı başını gitti. Haliç artık bir saraylar meskeni değil kanalizasyon oldu. Esma Sultan Yalısı’nın yerinde bir lastik fabrikası karşısında Karaağaç’ta İbrahimzadeler Yalısı’nın yerinde mezbaha vardır. İstanbul’da yerleşim olmayan o kadar yer varken neden Haliç…
Cevabı çok açık; kültür katliamı.
Bu kasap mimarın gözü kutlu fethin nişanesi olan Fatih Camii’ne takılır kalır. Güya ona el sürmez ama öyle bir oyun oynar ki… Fatih Cami kilden bir tepe üzerinde bulunur. Malum kil kuruyken kaya gibi ıslakken civa gibidir. Bu yüzden civara derin kuyular açarlar, zemindeki suyu toplayıp aşağı basarlar. Çırçır, Horhor ve Küçük Mustafa Paşa’da ki mahalle çeşmelerinin lülelerinden gün boyu su akar. Kullanılanı kullanılır, artanıyla bostan sularlar.
Prost Fevzi Paşa Caddesi’ni, Fatih külliyesi’nin eteklerinden geçirir. Kotu (zemin yüksekliğini) metrelerce düşürür. Temellerini açığa çıkarır. Koca kütleyi dayanıksız bırakır. Etrafını da imara açar. İşte Fatih’e apartmanların musallat olduğu yıllarda temeller su yollarını battal eder, çeşmeler susuz kalır, kararır, çöplüğe döner. Çeşmelere değil caminin yağa dönüşen tabakası içler acısıdır. O kadar boş arsa varken okullar da tarihi yapıların üzerlerine yapılır.
Yıkılan yıkılmış, yıkılmayanlar da kuytu köşeye atılmış. Hep İstanbul’a dışarıdan bakarız ve güzeldir. BAYGEM Tarih Atölyesi olarak İstanbul gezisine çıktık, camileri zor bulduk. Mihrimah Sultan Camii’nin sadece minaresi görünüyordu. Sokullu Paşa Camii’nin durumu vahimdi. Sultan Selim Camii çok önemli bir eser. Sokaklar arasında kalmış.
Prost amacına ulaştı. Bizler kendi kültürümüzü tanımıyoruz artık. Kaçımız cami, mescid gezmeye gidiyoruz. Yapıların ulaşımı zorlaştırılmış, kolay ulaşılan yerlerde de hiçbir eser yok.
Kaç kişi Bakırköy Meydanı yerine bir tarihi yapı görmeye gidiyor. Her şey dışarıdan bakıldığı gibi değil. Dışarıdan ayrıntılı görmezsiniz. Ayrıntılara girince çıkılmaz bir hal alır. Prost da İstanbul’un dış görünüşüne hayran bıraktırdı herkesi ya İstanbul’un heceleri, harfleri ne olacak…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.