TGB’NİN İFTAR YEMEĞİNDE DAVETİYE VE EZAN KRİZİ

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Anadolu adında bir ülke varmış, halkı Müslümanmış o ülkenin. Üç kıtada at koşturmuşlar o ülkenin insanları önceden. Gittikleri her ülkede adaletin temsilcisi olduklarından el üstünde tutulmuşlar, sevmişler ve sevilmişler.

Gel zaman git zaman bazı dış mihraklar onların adaletinden rahatsız olmaya başlamışlar. Sömürge çarkları adalet engeline takılmış her defasında. Çarkın dönmesi için onlara tuzaklar kurmaya başlamışlar, ajanlar göndermişler ülkelerine ve sonunda ırkçılık silahıyla Anadolu ülkesinin o güzide insanlarını birbirine düşürmeyi başarmışlar. ‘Böl parçala ve yut’ politikasının kurbanı olmuşlar. Bir zaman sonra o herkese mutluluk dağıtan Anadolu ülkesinin cesur, cengâver ve adaletli insanı, kendisi mutluluğa, adalete muhtaç hale gelmiş. Uzun süren savaşlar sonrasında yorgun düşmüş. Elde avuçta bir şey kalmamış. Aç açık kalakalmış ortalıkta.

Çoook uzaklarda bir ülke varmış, o ülkenin adına Almanya derlermiş, duymuşlar ki orada iş varmış, aş varmış, giyim giyecek varmış. Sevdiklerini, sevgililerini, analarını bacılarını, torun torba ne varsa bırakmışlar geride düşmüşler yola. Tek arzuları karınlarına bir lokma ekmek koymakmış. İki sene sonra döneceklermiş memleketlerine, öyle düşünmüşler gelirken. İki sene geçmiş ama nedense onlar bir türlü dönememişler, hasretiyle yanıp tutuştukları o güzelim memleketlerine. Derken karar değiştirmişler ve çocuklarını da almaya başlamışlar yanlarına.

Çoğalmışlar ve kök salmışlar Alamanya’da. Alamanlar onlara yabancı derlermiş. Bir türlü içlerine sindirememişler Türk kökenli Alaman demeyi. Gururları rencide edilmiş ama yapacakları fazla bir şey de yokmuş. O ülkenin dilini yeteri kadar bilmezlermiş. İhtiyaç da hissetmemişler herhal.

Bundan dolayı onlar, bu sözleri fazla takmamışlar kafalarına. Gayeleri para kazanmak ve çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamakmış. Artık çocukları yanlarındaymış. Onlarla ilgilenmeleri gerekiyormuş. Bir taraftan çalışıp para kazanırlarken öbür taraftan sıvamışlar kolları, kendilerini ve nesillerini kaybetmemek için, çocuklarına güzel bir gelecek bırakmak için var güçleriyle dernekler açmaya, camiler açmaya, kültür evleri açmaya başlamışlar.

Öyle bir zaman gelmiş ki, iyi niyetlerle açılan bu dernekler ve camiler haydutların, korsanların eline geçmiş. Zavallı, iyi niyetli, bilgisiz ve tertemiz insanların kanına girmeye başlamış bu haydutlar. Haydutlar, kendilerini farklı farklı isimlerle isimlendirmişler, çeşitli gruplara bölünmüşler. Neden sonra o iyi niyetlerle açılan camilerin, derneklerin yöneticileri, Allah’a kul yetiştirme yerine kendilerine üye yetiştirmeye başlamışlar. Duygu sömürüsü yaparak insanların maddi birikimlerini tırtıklamaya başlamışlar.

Üyelerini kaybetmemek için de birbirlerini her fırsatta kötüler olmuşlar bu cemaatler. ”O haindir, o şucudur, o bucudur, doğru yolda olan sadece biziz, bize fırka-i Naciye derler, onlar dalalettedir, hidayette olanlar bizleriz.”diye, alabildiğince birbirlerini ötekileştirmeye başlamışlar. O kadar ki çoğu kez kantarın topuzunu kaçırdıklarını fark etmiyorlarmış bile. ”O kâfirdir, o münafıktır” gibi sözlerle itham ediyorlarmış birbirlerini.

Bu haydutların içinden zaman zaman takiye yapanlar da çıkmış. Alamanya denilen o ülkenin yetkili kurumları radikal söylemleriyle öne çıkan bu takiyeci cemaatleri alıvermişler kara listeye. Alamanlar ”Verfassungsschutz” diyorlarmış bu gözlemi yapan kuruma.
Bir zaman sonra kara listeye alınan bu takiyeciler debelenmeye başlamışlar. Bir türlü içine düştükleri bu karadelikten çıkamıyorlarmış. Debelendikçe daha beter hale geliyorlarmış. Sağdan soldan birbiri ardı sıra gelen yumruklar biraz olsun akıllarını başına getirmiş olacak ki; yıllar sonra yeni bir taktik geliştirerek legalize olmak istemişler ve bu amaçla legal olan çatı kuruluşlarına üye olmaya başlamışlar.

Alamanya denilen o masal ülkesinde, ne yaptıkları tam belli olmayan din ataşeleri ve din görevlileri de varmış. Belirli bir süre için memur olarak Alamanya’ya gelip geriye dönüyorlarmış bunlar. Bunların içinde halkıyla bütünleşen, geleneklerine sahip çıkan temsil gücü yüksek ataşeler olduğu gibi, kendi görevlisini telefonla taciz eden, hatta kendi istediği kişiyi derneklere başkan seçtirmek için cemaatı birbirine düşüren korsan ruhlu ataşeler bile varmış. Beş parmağın beşi de bir değil ya!

Camiye üye olan ve aidat ödeyen bir Müslüman o camiye başkan adayı olamazmış o ataşelerin derneklerinde. Başkanı ataşe seçer ve sonra da üyelere göstermelik bir seçimle onaylattırırmış. Bu şekilde yapılan seçimin adı da demokratik(!) bir seçim oluyormuş. Vatandaşlar bu durumdan mustariplermiş aslında ama, hoca parası ödemedikleri için olup bitenlere ses çıkaramıyorlarmış.

Günlerden bir gün o masal ülkesinde dini hizmet veren cemiyetlerden yedi tanesi bir araya gelmiş ve birlikte iftar yemeği verme kararı almışlar. Karar almışlar almasına da, organizasyonu ellerine yüzlerine bulaştırmışlar. Oysa komisyon aylar öncesinden başlamış çalışmaya. Sonunda davetiyeler hazırlanmış ve kimlere verileceği belirlenmiş. Sadece zarflayıp postalama işi kalmış. İçlerinden uyanığın (!) biri ”Siz yorulmayın bu davetiyeleri ben zarfa koyar ve veririm postaya” demiş. Arkadaşları da ”Tamam öyleyse sen bunları zarfla ve atıver postaya” demişler. O, uyanık olduğunu zanneden komisyon üyesi emanete hıyanet ederek, zarfın üstüne kendi cemiyetinin ismini ve adresini yazıp o şekliyle vermez mi postaya.

Bir anda toz duman oluvermiş ortalık. Ayıkla pirincin taşını ayıklayabilirsen. Olan olmuş olmasına da o saatten sonra yapılacak fazla bir şey de kalmamış.

Böyle bir ihanetin sıcaklığı daha soğumadan krizler ardı sıra patlamaya başlamış. Ezan krizi, dua krizi, konuşma krizi, istifa krizi. Dam başında saksağan vur beline kazmayı.

İftar yemeğine üç gün kala ortam iyice gerilmiş. Birlik ve beraberlik mesajı vermek için yola çıkan bu cemiyetlerin yöneticileri, din ataşesi de dahil olmak üzere başlamışlar didişmeye; ezanı kim okuyacak, duayı kim yapacak, konuşmayı kim yapacak diye tartışma üstüne tartışma açıyorlarmış. Bir hafta önce alınan kararlar bir sonraki hafta bozuluyormuş. Her cemiyet kendi başkanını ve genel sekreterini konuşturmak istiyormuş iftar yemeğinde. Üye oldukları cemaat başkanını konuşturmak kimsenin aklına bile gelmiyomuş(!).

Ezanı ve duayı da herkes kendi cemiyetinin hocasına okutmak istiyormuş. Komisyon iftar ezanını okuması ve arkasından iftar duasını yapmak için ilk toplantıda bir isim üzerinde anlaşmış aslında. O isme teklif götürülmüş ve teklif de kabul edilmiş, mutabakat sağlanmış ve karara bağlanmış. Neden sonra din ataşesi bir taraftan, bazı cemiyetler diğer taraftan başlamışlar çekiştirmeye, çatı kuruluşu başkanına baskı yapmaya. ”Ezanı mutlaka biz okuyacağız, duayı mutlaka biz yapacağız” diye bastırırlarmış. Böylesine mübarek bir ayda böylesine ayak oyunları, hayrete düşürmüş bazı duyarlı insanları. Akılları almıyormuş olanları. Sonuçta okunacak olan bir ezanmış, yapılacak olan da bir iftar duası. Değer miymiş fitne çıkarmak böylesine kutsal bir ayda? Ama çıkarmışlar.

Din- diyanet, edep -ahlak, saygı ve sevgi, hoşgörü gibi kavramlar bir anda başlamışlar havada uçuşmaya. Yakalayabilene aşk olsun. Cemaat başkanı dayanamamış baskılara, zaaf göstermiş, önceki verilen sözü yok sayarak baskılara boyun eğmiş.

Kendisine önceden teklif götürülen kişi de ister istemez bu ayak oyunlarından rahatsız olmuş. Önce cemaat başkanıyla sonra da ataşeyle konuşmuş ve netice alamamış, her ikisi de durumdan haberlerinin olmadığını ifade ederek sıyrılmak istemişler olaydan. Bu tavır Müslümana hele hele kanaat önderi olan Müslümana, ateşe olarak ortalıkta dolaşan Müslümana hiç yakışmamış.

Bir ay önce teklif götüreceksin, karar alacaksın, iftara iki gün kala ”Üzgünüz, ezanı başkası okuyacak, duayı başkası yapacak” diyerek güç gösterisi yapacaksın.

Bu kabul edilemez durumdan rahatsız olan sekiz tane dernek yöneticisi protesto etmişler iftar yemeği davetini, gitmemişler o iftar yemeğine. Hattâ Cemaatın ikinci başkanı istifasını bile vermiş Cemaat başkanına. ”Ben böyle ayak oyunlarına gelemem, onurumla kimseyi oynatmam!” diye de efelenmiş.

Bu sekiz dernek, çatı kuruluşunun bu kabul edilemez tavrından dolayı Cemaata üyelik durumlarını da bayramdan sonra gözden geçireceklermiş. Kendilerini aşamayan bu insanlarla daha fazla bir arada olmak, onların kendilerine olan saygılarını yok edermiş, böyle düşünmüşler ve vermişler kararlarını. Hak var rahmet var demişler.

Böyle bir komedi oyunuyla sahneye çıkan dini cemiyetlerin ayak oyunlarını, temsil ettikleri halk bilmiyormuş. Halk sahnede oynayan gölgeye bakıp eğleniyormuş ve afiyetle yemeğini yiyormuş. Afiyet olsun… Buyruk şöyleymiş: ”Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz.”

Masal da burada bitmiiiiiş.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.