TERÖR VE İSLAMOFOBİ

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

TERÖR VE İSLAMOFOBİ 



Bu sene ikinci defa Fransa’da terör can aldı. Suçluların adresi olarak IŞİD gösterildi. IŞİD üzerinden hedefe Müslümanlar koyuldu. Bir adım daha ileri giderek İslâm konuldu hedefe. Bir din ve o dinin 1.5 milyar mensubu terörist olarak ilan edildi. Adına da İslâmofobi denildi. Bilinçli olarak böyle bir adlandırma yapılıyor gibi. Yanlış bir adlandırma. Bu yazıyı ikinci defa Fransa’da gerçekleşen terör olayı üzerine yeniden istifadelerinize sunmak istedim. Okuyalım: 

İslâmofobi; “İslâm korkusu” demektir. Müslümanlara ve İslâm dinine karşı sürdürülegelen ön yargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.

İslâmofobi 11 Eylül saldırılarıyla birlikte dünya gündemine getirilmiştir. Amaçlanan; İslâm’ı tanımayan bilmeyen insanların kalplerine korku salmaktır, toplumda korku algısı oluşturmaktır, Müslüman düşmanlığını normalleştirmektir. Düşman iyice belirginleşince de, İslâm ülkelerine seferler düzenleyerek Müslümanları sindirmek yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymaktır. 1400 yıllık İslâm medeniyetini kazımaktır, yok etmektir. Mabedleri, kütüphaneleri, Kervansarayları ne varsa elde avuçta demokrasi adına hepsini temizlemek, yok etmektir.
Amaca ulaşmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır, karar böyledir. Hatta halkın üzerine gaz bombası mı atılacak, atılmalıdır. Yılgınlık meydana getirmek için, korku salmak için kadınlar, çocuklar, savunmasız insanlar mı öldürülecek, öldürülmelidir.

Bu düşmanlığın tarihi kökleri Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethedilmesine kadar uzanır. Haçlı Seferleri’ne asker devşirmek isteyen Kilise mensuplarının yaptığı propagandalar İslâmofobinin zeminini oluşturur. Hristiyanlığa karşı Müslümanlar tehdittir, tehlikedir. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Müslümanlarla Hristiyanlar arasında belirli ilişkiler kurulmuştur. Bu süre içinde o eski düşmanlıklar biraz da olsa azalmış veya üstü küllenmeye yüz tutmuşken, Salman Rüşdi ile o küller deşilmiş ve Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı eseriyle de düşmanlığın popülaritesi artırılmış ve İslâm Batı için bir potansiyel tehlike olarak tekrar gündeme getirilmiştir. 

Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan sonra, tüm dünyada, özellikle Batı ülkelerinde önceki yabancı düşmanı ırkçı eğilimler yeniden hortlatılmıştır. Müslüman ve terör kavramları yan yana getirilerek zihinlerde bu anlayışa yer açmak ve böylece Müslüman eşittir şiddet algısı oluşturmak için inanılmaz bir çaba içerisine girilmiştir.

Bu algı oluşturma operasyonunda, Doğu Blok’unun yıkılmasının da etkileri büyüktür. Duvarların yıkılmasından sonra Batı için, Amerika için düşmanın tanımı değişmiştir. Düşman artık Komünizm değil, İslâmdır: “NATO’nun yeni misyonu fundamentalist İslâm ile mücadeledir. Artık düşmanın kod rengi kırmızı değil İslâm’ı temsil eden yeşildir” (Nato Genel Sekreteri Belçikalı Willy Claes, 1996)

Müslümanlar,  insanların güvenliğinden sorumlu bir teşkilat tarafından bu şekilde hedefe konulunca, İslâmofobiyi tetiklemek için, bir “üst akıl” Müslümanlığa karşı sabotajlar düzenlemeye başlamıştır. Sanki, dünya kamuoyunda Müslümanları “itibarsızlaştırma” görevini üstlenmiş merkez veya merkezler oluşturulmuştur. Ressamlar, yazarlar, karikatüristler birdenbire Müslümanların hedefi haline getirilmiştir. 

İki yıl önce de IŞİD adında bir terör örgütü ortaya çıkarılmış. Kimler tarafından çıkarılmış, niçin çıkarılmış, asıl amaçları nedir, desteği kimlerden alırlar belli değildir. Sosyal medya ve televizyonlar tarafından desteklenen kapalı bir kutudur. “Kafa kesiyorlar”, “masum insanları enselerinden vurarak” toplu infazlar yapıyorlar. Medya da bu sahneleri konulu film gibi yayına koyuyor ki; algı oluşsun. İslamofobi algısı.
 
Ve Charlie Hebdo; Fransa’da bir mizah dergisi. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in (s) karikatürünü yayınlıyor. Arkasından da Medya tarihinin en büyük ve en kanlı saldırısı gerçekleşiyor. Tıpkı 11 Eylül’de İkiz Kulelere yapılan saldırı gibi. Simsiyah bir otomobille gelen, siyahlar giyinmiş karanlık kişiler, ellerinde kalaşnikoflar ve sonrasında 12 ölü. “Kanlı milat…”

Kafaya sarılan bir sarık ve “Allah-ü Ekber” diye atılan bir slogan, her zaman olduğu gibi faturanın Müslümanlara kesilmesine yetiyor da artıyor bile. 

Müslümanlar bu cürümleri niçin işliyorlar, ne faydası var bu cürümlerin Müslümanlara, tam tersine zararı var. Öyleyse kendilerine zararlı olan bu eylemleri Müslümanlar niçin yapıyorlar?  Müslümanlar bu cürümlerin Müslümanlığa karşı önyargı dalgalarının tsunamiler gibi kabarmasına sebep olacağını bilmiyorlar mı? Müslüman kendisine zararlı olacak, nefret artırıcı bir cinayeti neden işlerler? Milyonlarca kardeşinin üzerine nefret küllerini niçin saçarlar? Durup düşünmek lazım değil midir?
Ya bunlar Müslüman değildir taşeron olarak çalışmaktadırlar, ya da aldatılmış kandırılmış fikri ve zikri satın alınmış meczuplardır, proje işçileridir.

Bir an bu vandallıkları Müslümanların yaptığını düşünelim; peki bu Müslümanlar bu vandallıkları durduk yere mi yapıyorlar? Ortada fol yok yumurta yokken mi yapıyorlar? Yeryüzünde Müslümanın kanından başka akan kan var mı? Müslümanların ülkelerinden başka işgal edilen ülke, talan edilen medeniyet var mı? Diri diri yakılan, çocuklarının önünde infaz edilen başka bir millet var mı? Sivillerin acımasızca katledildiği başka bir coğrafya var mı? Cevap hayır olacaktır. Öyleyse empati yapılarak o insanları da anlamaya çalışmak gerekmez mi?

Keşke İslâm’ın Peygamberi için çizimler, karikatürler yapılmasa, Müslümanların ülkeleri işgal edilmese, Müslüman anneler çocuksuz, Müslüman çocuklar annesiz bırakılmasa, Müslümanlar tahrik edilmese de bu olanlar olmasa…

“ABD’li Oscar ödüllü oyuncu ve yönetmen Ben Affleck, İslâm hakkında dile getirilen görüşleri çirkin ve ırkçı olarak nitelendiriyor ve itirafta bulunuyor: “Biz Müslümanların öldürdüğüne oranla çok daha fazla Müslüman’ı öldürdük.”  

Batı dünyası zihinlerdeki Müslüman algısını kirletmek için medya gücünü çok iyi kullanıyor. Yabancı yapım sinema filmlerine bakıldığında genellikle düşman veya terörist olarak tanımlanan grupların ya doğrudan Müslüman ya da Müslüman nüfusu ağırlıklı milletlerden seçildiğine şahit oluyoruz. Söz konusu haber içerikleriyle de batı her türlü dezenformasyonla Müslümanları hedef haline getirebiliyor.
Edward W. Said, “Medyada İslâm” adlı eserinde, Batı’nın İslâm’a bakış açısıyla ilgili şu tespiti yapıyor: “Batı medyası haber içeriklerinde dezenformasyon yapıyor. “İslâm, Müslüman, Terörizm, Şiddet” kavramlarını bir araya getirmek için bunu yapıyor.”(Elbistan’ın Sesi-Dr. Mustafa Bostancı)

Soruyu şöyle soralım; bu şiddet görüntüleri mi İslâmofobiyi üretiyor, yoksa Batı’nın özellikle İslâm’a karşı oluşturduğu  önyargılar ve dışlamalar mı İslâmofobiyi yaratan şiddete neden oluyor?

Müslümanlara da söyleyeceklerim var:
İslâm coğrafyası sorun yaşıyor: İslâm’ı yaşama sorunu yaşıyor. Dünyaya İslâmi değerleri aktaramama sorunu yaşıyor. İslâm coğrafyasında yaşayan Müslümanlara sorsak, istisnasız her kişiden “Elhamdülillah Müslümanım” cevabını alırız. Sıra Müslümanlığı yaşamaya gelince, aldığımız cevaplar aynı netlikte olmayacaktır. İşte tam burada sorun yaşamaya başlıyoruz. Müslümanlar, Müslüman gibi yaşamanın gereklerini maalesef yerine getirmiyorlar. Aksine Müslüman’a yakışmayacak davranışlar içinde bulunarak toplumdaki önyargıyı, nefreti haklı çıkarıyorlar. Durum böyle olunca, inancımızın bize kazandırdığı birçok iyi hasletle birlikte değerlerin de aşındığına şahit oluyoruz…İslâm’ı yeterince temsil edemiyoruz. Sıkıntıların kaynağı burasıdır.
Müslüman olduktan sonra Yusuf İslâm adını alan İngiliz şarkıcı Cat Stevens’ın tespiti ne kadar da manidardır: “Müslüman olmadan önce Müslümanları tanısaydım eğer, kesinlikle Müslüman olmazdım. Ben önce Kur’an’la tanıştım ve de Müslüman oldum.” 
Üzülerek söylemem gerekiyor; bu tespit Müslümanlara ders niteliğindedir. Çok acıdır. Batı dünyası, sinemasıyla, medyasıyla, düşünce kuruluşları ile ve diğer iletişim araçlarıyla bir Müslüman algısı oluşturmaya çalışırken, Müslümanların perişanlığı, yaptıkları yanlışlar onların ekmeğine yağ sürmektedir. Onların işlerini kolaylaştırmaktadır. İslâmofobi böyle işte böyle oluşuyor. 

Şüphesiz bütün bu olanlardan İslâm âleminin de sorumluluğu vardır. Şiddetle anılan saldırıların arkasında radikal İslâmi(!) grupların bulunması adeta Batı’nın ekmeğine yağ sürmektedir. Irak ve Suriye’de ve dünyanın diğer coğrafyalarında, Fransa’da, Türkiye’de IŞİD’in gerçekleştirdiği söylenen saldırıların tüm Müslümanlara mal edilmesi gibi..

Yazıma Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ’in tavsiyeleri ile nokta koymak istiyorum: “İslâm âleminde, kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyen Müslümanları tekfir ederek, onların canına kıymayı cihat zanneden “yaralı bilinçler” türedi.
Bu yaralı bilinçlerin yaptıkları, dünya üzerinde yaşayan bütün Müslümanları menfi bir şekilde etkilemekte ve İslâmofobi adı verilen nefret endüstrisine malzeme ve gerekçe teşkil etmektedir.
Müslümanlar, kan ve gözyaşını dindirmek, nesillerin yok olmasını engellemek, coğrafyamızdaki maddi ve manevi zenginliklerin korunmasını sağlamak için çaba sarf etmelidirler. Müslümanlar, bir damla insan kanının milyonlarca varil petrolden çok daha değerli olduğunu bütün dünyaya anlatabilmelidirler.

Müslümanlar, İslâm’ın sahip olduğu insani değerleri, düşünce zenginliğini, mümkün kıldığı birlikte yaşama ahlak ve hukukunu, asırları aşan beraber yaşama tecrübesini, hedeflediği bireysel ve toplumsal barışı başta kendimize hatırlatmak ama aynı zamanda da bütün bu güzellikleri dünyaya anlatmak ve öğretmek zorundadır. Müslümanlar birbirleriyle daha çok görüşmeli, sorunlarını ve sorumluluklarını daha çok konuşmalıdır.”
Rüştü Kam 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.