SÜTTEN AĞZI YANAN

ABONE OL
11:53 - 23/10/2020 11:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Güzel atasözlerinden biridir ” Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer..! ” derler.. Şu anda Suriye’de olup bitenlere karşı, ABD’nin tavrına bakınca bu atasözünü hatırlamamak mümkün değil..

Biraz daha açıkça yazmak gerekirse ” Irak’tan ağzı yanan ABD, Suriye’ye temkinli yaklaşıyor..” demek daha doğru olur.. Birlikte hatırlayalım.. 1991 yılında, baba Bush’un Başkanlığı döneminde, Kuveyt’i işgal eden ve zengin petrol yataklarına el koyan Saddam Hüseyin’i oradan çıkartmak bahanesi ile ABD bölgeye askeri bir müdahalede bulunmaya hazırlanırken, Türkiye’den de kuzey cephesini açmasını istemiş, o dönemde Cumhurbaşkanı olan rahmetli Özal kabul etmiş, ancak kamuoyunun karşı yöndeki baskısına dayanamayan, dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, TSK’nın Başkomutanı konumundaki Cumhurbaşkanı’nın emrini yerine getirmemek için istifa etmişti.. Oysa; o yıllarda PKK terörü henüz 7 yaşındaydı… ABD askeri olarak kısmen başarı sağlayarak Saddam’ın ordularını Kuveyt’ten çıkartmış ancak Saddam’ı devirememişti.. Sovyetler deseniz, 1986’da başlayan çatırdama,1990’lı yıllarda, başta Litvanya olmak üzere, kopmalara dönüşmüş olduğundan, tamamen kendi iç sorunları ile boğuşmak durumundaydı..
2003 yılında, babasının başlattığı Irak operasyonunu sonuçlandırmak isteyen oğul Bush yine Türkiye’ye başvurmuş, ancak 1 Mart 2003’deki Tezkere olayı ile Türkiye yine oyun dışı kalmıştı.. Bu kez gerekçe, Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olması..! Sovyetler deseniz, çoktan dağılmış ve onun küllerinden ortada kalan Rusya’da Putin, iktidarını sağlamlaştırmakta meşguldü.. Saddam devrilmişti ama ABD’de bir hayli hırpalanmış, uluslararası itibarını bir hayli yitirmişti, çünkü iddia edildiği gibi veya CIA’nın iddia ettiği gibi, kitle imha silahları falan bulunamamıştı.. Şimdilerde ise, prestij kaybetmeden bölgeden çekilmenin hesaplarını yapıyor ve Başkan Obama, şu anda Suriye’den gelen CIA raporlarına son derece temkinli yaklaşıyor, ancak tek neden bu raporlarda belirtildiği gibi, kimyevi silahların varlığına olan güvensizlik değil.. Bu kez ciddi bir Rusya varlığı oralarda..
Bilindiği gibi; 300 yılı aşkın süredir, önce Rusya’nın, daha sonraları Sovyetler Birliği’nin bir türlü tam olarak gerçekleştiremediği bir rüyası vardı..
” Sıcak denizlere inmek..!” Burada Sıcak Deniz olarak adlandılar ise Akdeniz.. Gerçi; Cemal Abdul NASIR döneminde Mısır ile olan yakınlığından dolayı Sovyetler Akdeniz’de askeri üslere sahip olmak üzereydiler ama 1967’deki 6 günlük savaşta Sovyetler ‘in Arap dünyasındaki tüm müttefikleri ( Suriye, Irak, Mısır ) İsrail karşısında hezimete varan bir yenilgi alınca, kısa süren bu rüya da bitmiş oldu..
Şimdilerde ise Rusya’nın Akdeniz’deki varlığı, yalnız Suriye’nin Lazkiye limanındaki askeri üsleri değil, aynı zamanda Güney Kıbrıs’taki ekonomik varlığı.. Böylesi bir tablo karşısında, ABD’nin gözü kapalı ve sadece CIA raporlarına güvenerek, Suriye’ye askeri bir operasyonda bulunabilmesi imkânsıza çok yakın gözükmekte.. AB ülkeleri ise, her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin sırtını sıvazlayarak öne itmeye çalıştığı gözlenmekte.. Bu koroya ABD’nin de katılacağını tahmin etmek pek güç olmasa gerek.. Ancak Türkiye’nin de eli çok serbest değil.. Bir tarafta, Esad rejimini destekleyen ve enerji konusunda (Gaz ) % 20’lere varan oranda bağlı olduğu İran, öte yanda, siyasi ve özellikle turizm başta olmak üzere, ticari ilişkilerinin çok iyi olduğu, ayrıca Mavi Akım projeleri ile gaz konusunda yaklaşık % 75 bağlı olduğu bir Rusya ve onun etki alanındaki (Ukrayna gibi ) ülkeler var..
Beri yandan, Kuzey Irak sorunu tam anlamı ile çözülmüş, ülke içindeki terör gruplarının ülke dışına çıkışında hangi ülkeye gidecekleri belli değil.. Gerek bu grupların, gerekse Kuzey Irak’takilerin, Kuzey Suriye’de birleşmeleri, oradaki aynı gruplarla bütünleşerek daha da güçlü hale gelmeleri ve orasını gelecekteki üsleri haline getirmeleri olası gözükmekte.. Bu durumda Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan müttefiki ise İsrail.. Hoş Başkan Obama’nın itelemesi ile İsrail katı tutumundan uzaklaşarak yumuşamış gözüküyor ama bu yakınlaşma, kısa sürede acaba askeri bir işbirliğine dönüşür mü bilinmez..
Uluslararası gelişmeler Türkiye’yi yine son derece zor ve kritik kararlar almaya doğru iteliyor.. Son 11 yıl içerisinde, dış politikada atılan yanlış ve hayalci adımların, ideolojik zorlamaların faturası yavaş, yavaş Türkiye’nin önüne getiriliyor.. Bütün bunları yıllardır yazıyoruz, söylüyoruz.. 2001’de Kemal Derviş’in yaptığı ekonomik programı hiç bozmadan 2007’ye kadar getirerek, bu alanda başarılı olan hükümet, 2007 seçimlerinde ayarı kaçırmıştı ama yine de işi toparlayarak, AB ülkelerinin hayalini bile göremediği büyüme oranlarını yakalamıştı.. Özellikle dış politikada, fazlaca etliye, sütlüye karışmadan işini yürüteceği yerde, saçma sapan ve hiçbir sonuç getirmeyen açılımlarla, durup, dururken ona buna babalanarak, kendi dizine kurşun sıktı.. Oysa; geçmişten biliyoruz ki, ne zaman Türkiye istikrarı ve ekonomik büyümeyi yakalasa, başına bir bela sarılır.. Bunu, ASALA’da yaşadık.. O bitti hemen ardından PKK başladı ve hala da sürüyor..
Derken Irak ve oluşan yönetim boşluğu.. Şimdi de Suriye.. Böylesi bir coğrafyada çok dikkatli dış politikaların yürütülmesi gerekiyor.. Türkiye kendi başını derde sokacak yanlışlıklar yapacağı yerde, büyüyen ekonominin halka yansımasını sağlamalıydı.. Oysa, başta gelir dağılımındaki adaletsizlik olmak üzere, halka yansıyan olumlu bir gelişme pek görülmüyor.. Bunca açmazın var olduğu bir ortamda, şimdide yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi..
11 yıldır kesintisiz ve tek başına iktidar olan AKP, hala mağdur rolü oynuyor ve ne yazık ki halkın çoğunluğu da bu masallara inanıyor… Hayırlısı olur inşallah..
Kalın sağlıcakla efendim

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.