SPORDA ETİK DEĞERLER VE ÖTESİ

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Son günlerde Türk sporunun inişli çıkışlı gidişinden, hergün yeni bir kaosun oluşmasından kendini sorumlu tutanlar ve tutmayanlar diye bir ayrım yapmak, hem doğru olmaz hem de olayı bu şekilde açıklamak işimizi daha da zorlaştırır. Sporun içinde aktif ya da pasif olarak bulunan herkesin yaşanan başarısızlıklardan kendine birer pay çıkarması gerekmektedir.

Özellikle Pekin 2008 Olimpiyatları’nın bitiminden sonra ortaya çıkan tabloya ilişkin, spor otoriteleri gidişatın doğru olmadığı, en kısa zamanda oturup değerlendirmenin yapılması gerektiği gibi konuşmaları oldukça sık yapmaya başladılar ancak söylediklerini kimlerle ve nasıl yapacakları doğrusu beni çok ama çok yakından ilgilendiriyor.

Bir taraftan ülkedeki genel sporun durumu böyleyken, diğer taraftan Türk milli futbol takımımızın Ermenistan ile Erivan’da oynadığı maçın öncesi, maç esnasında ve maç sonrası yansımalarını gözlemledik buna da eyvallah diyelim ve gelelim kendi evimizde Belçika Futbol milli takımına karşı oynanan oyun ve bu oyunun arifesinde yaşananlara!

Ne zaman iyi bir sonuç alsak hemen ardından kötü bir ortamın oluşmasında herşeyi sorunlar yumağına çevirmekte üstümüze yok. Hem de antrenörümüzle, basınımızla, sorunlara sesiz kalan yöneticilerimizle! Spor ahlakı ve etiği hiç yokmuş gibi davranmak hiç de hafife alınmayacak bir olaydır…

Buradan hatırlatmakta yarar görüyorum; hiç bir kişi ve hiç bir kurum tek başına ahkam kesme lüksüne sahip değildir. Neden mi? Futbol, dolayısıyla spor farklı bilim dallarının pozitif etkileri ile beslenerek belirli yerlere gelir ya da tam tersi; kişiler bilimle alay eder onu kullanamazlarsa bir yere gelemezler buna rağmen başarılı olduklarından söz ederler.

Bizim de bu durumda, bu ülkede en küçüğümüzden en büyüğümüze kadar bazı sorumlulukları taşımak zorunda olduğumuzu hatırlamamız gerekir, etik değerlerden soyutlanmadan objektif değerlendirmelerimizi ön planda tutmalıyız. Sorumluluk; bunu taşıyorum demekle de olmuyor asıl önemli olan sorumluluğu, kendi yaşam biçiminizde, yaşayarak, konuşarak ve davranarak yerine getirmenizdir.

Ne yazık ki, sporumuzun hala elle tutulur ve gözle görülür bir siyasetinin olmadığını görmek ve bu karmaşa içerisinde öylece yaşamak zevk vermiyor bana, sadece bana mı kimbilir daha kaç bin kişi bunları görüyor düşünüyor ama dile getiremiyor. Umarım, bu yazımla o insanların da hislerine tercüman olurum.

Beni gerçekten düşündüren ve üzen şey; bir ülkeyi yönetmek gibi, sporu yönetme inadından yani sporu siyasete araç etmektir. Ama bizim amacımız ve isteğimiz sadece ve sadece zaman kaybetmeden sporun bir siyasetinin oluşturulmasıdır.

Devlet adamları ve spor, Görsel ve yazılı basın spor yazarları ve spor, bilimadamları ve spor, spor kulüpleri ve spor ve daha bir sürü örnekler verebilirim ve şimdi sizlere soruyorum; Tüm bu sorunların altından kalkabilmek nasıl olacak? Spor ahlakı ve etiği konusunda hala yeterli bir kültürel olgunluğa ulaşamadık mı acaba?

Sporun asıl amacı ve hizmet ettiği alan olan; dostluk ve birleştiricilik özelliği sadece sahalarda mı olmalı yoksa bunun yansımaları taraftarlara ve hatta ülkelerin siyasetine de etki etmeli mi? Ermenistan ile yılların biriktirdiği bir düşmanlığı bile ortadan kalkmasına hizmet etmesini bile çok farklı biçimce algılayıp açıklayanlara üzülüyorum. Ve tekrar soruyorum bu sporun dostluğu geliştirmesi sadece bazı kişi ve kuruluşlara mı ait? Yoksa bu işlevini Türkiye ve Ermenistan arasında da uygulayabilir mi?

Gelelim sevgili Hıncal Uluç kardeşimize; Yıllarını yazılı ve görsel basında geçirmiş deneyimli, kütürlü bir kiş olarak tanıdığımız bu arkadaşımızın bazı sporcuların tavırlarını beğenmiyorum diye karalama yapması yerine, önemli bir futbol maçı öncesi ulusal takım elemanlarına daha saygılı davranması daha doğru olmaz mıydı?

Burada hiç bir kişiyi eleştirme lüksüne sahip değiliz ama yapılan tüm bu olaylar karşısında tepkisiz kalmak kendi spor ahlakımıza ters düşmez mi? Bu nedenle kendimize ve sporumuza zarar veren durumlar olduğu zaman buna karşı tepkilerimizi göstermemiz gerekmektedir diye düşünüyorum.

Burada sporcularımızın çok sağlıklı ve etik olarak bir eğitim aldıklarını ve öyle yetiştirildiklerini söylemekle, sayın Uluç’a da haksızlık etmiş olurum. Bunu da söylemek istemiyorum ama işte bizim spor kültürümüz de bu. Maalesef, bizler bu kadarız. Sporcularımızla, basınımızla, idarecilerimizle ve hatta yarışmalarımızı kaybedince de kapasitemiz budur. İlgili ilgisiz herkes toplum olarak ve dolayısı ile antrenörlerimiz de çoğu zaman başarısızlıklarını kendilerinin dışındaki nedenlere yüklemlemektedirler. Bu da daha dış denetimli bir toplum olduğumuzu ortaya koymaktadır. (zaten neyimiz kendi denetimimiz altında ki!), Ancak başarılı olduğumuzda, karşılaşmaları, yarışları kazandığımızda da tam tersi olarak çabucak ön plana çıkan da bizleriz, yani biz Türk insanı kendi başarısızlıklarımızı başkasına, başarılarımızıda kendimize atfetmeyi sanat edinmişiz. İşin ilginç yanı da herkesin tehdit

Eğer bir gün; neden başarısız olduğumuza ilişkin, sağlıklı düşünüp buna yönelik çözümler üretmeye çalışmaya başlarsak, bu işin çözümü için adım atmış olacağız. Şimdi “Ya hep ya hiç!” sloganı ile el ele vermenin zamanıdır. Elinde imkanı olan insanlar, bu imkanlarını daha pozitif ve daha yapıcı öğretici olarak kullanmalılar ve birbirimizi küçük düşürme yerine motive etmeye, doğruyu göstermeye çalışmak bizi sporun etikleşmesi yolunda bir

Bir doğu öğretisini burada ifade etmeden geçemiyeceğim; Eğer bir kişi hakkında bazı kararlar alacaksanız mutlaka ve mutlaka sevgi ve nefret denilen iki şeyden uzak durunuz! Aksi takdirde kararlarınızda duygusal olursunuz ve adil olmayan sonuçlarla karşılaşırsınız.

En içten sevgi ve saygılarımla.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.