SON ELÇİ HZ. MUHAMMED VIII

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Hendek Savaşı/Ahzap Savaşı -I- (29 Şevval 5 / 24 Ocak 627)

Peygamberimiz “Medine Sözleşmesi’ne” aykırı davrandığı için Yahudi kabilelerinden Benî Nadr’ı Medine’den sürmüştü. Onlar da Hayber, Şam, Vâdiu Kura gibi önemli merkezlere yerleşmişlerdi. Ancak buralarda da rahat durmuyorlardı. Çevre kabileleri Medine Devleti’ne karşı kışkırtıyorlardı. Başarılı da olmuşlardı. Nihayet etraftaki kabileleri ve Mekkelileri Medine önlerine kadar getirmeyi başarmışlardı. Kendileri de bu orduya katılmışlardı. Hatta, Benî Kureyza kabilesinin de kanına girmişler ve “Sözleşmeye” ihanet etmelerini sağlamışlardı.
Böylece kısa bir sürede Müslümanları yalnız ve yardımsız bırakıvermişlerdi Medine’de.

Adım adım Hendek savaşı

Uhud Savaşı’nda Ebu Süfyan Elçi’ye “Seneye Bedir’de görüşelim” demişti. Aradan iki sene geçmesine rağmen buluşma hâlâ gerçekleşmemişti. Bu durum Kureyş’e büyük bir itibar kaybettirmişti. Öte yandan ticaret yolları da tamamen Müslümanların kontrolü altına girmişti. Bu durum da ekonomik olarak Kureyş’i büyük ölçüde sıkıntıya sokmuştu. Kureyş’in ekonomik krizden kurtulması için kervan yolunun mutlaka güvence altına alınması gerekiyordu.

Beni Nadir Yahudileri Mekke’ye bir heyet göndererek Ebu Süfyan’a iş birliği teklif ettiler. “Bizler Muhammed’le savaşma konusunda sizinle anlaşmaya geldik” dediler. Mekkeliler Medine üzerine yürümeye zaten can atıyorlardı. Beni Nadir Yahudilerinin bu beklemedikleri işbirliği teklifini havada kaptılar. Müslümanların kökünü kazımak konusunda onlarla el sıkıştılar.

Benî Nadir Yahudileri işi sıkı tutuyorlardı. Müşriklerle anlaşıp el sıkıştıktan sonra, Gatafanlılar’la da Hayber’in bir yıllık hurma mahsulünü vermek üzere anlaşma yaptılar. Hemen sonra Ehâbîş denen kabileleri de yanlarına alarak büyük bir ordu teşkil ettiler.

Bekle bizi Medine, sana geliyoruz…

Kureyş ve Ehâbîşlerden 4.000, Kureyza ve Gatafanlılar’dan 6000 olmak üzere tam 10 bin kişilik büyük bir ordu teşkil edildi. Komutan olarak Ebu Süfyan seçildi. Bu ordu da 400 civarında süvari vardı. Sanki zaferi garantilemişlerdi. Tavırları öyleydi. 10 bin kişilik tam teçhizatlı bu orduyu kim yenebilirdi?… Haram aylara ve Hac zamanına az bir zaman kalmasına rağmen Ebu Sufyan hedefi belirledi. Bekle bizi Medine, sana geliyoruz…

Huzaa kabilesi peygamberimizle dost geçinen bir kabileydi. Bu dostluk çok eski bir dostluktu. O kadar eskiydi ki, dedesi Abdulmuttalip ile yaptıkları anlaşmaya dayanıyordu. Bu sebeple kabile reisi, müşriklerin de içinde bulunduğu 10.000 kişilik orduyu, on günlük yolu dört günde aşan bir ulakla bildirdi Elçiye. Elçi haberi Dûmet’ul Cendel yolunda aldı. Dûmet’ul Cendel reisi Ukeydir Medineli tüccarların kervan yolunu kesmişti. Bu yol Medine devleti için hayatiyet arz ediyordu. Yılanın başı küçükken ezilmeliydi. Elçi öyle düşündü ve Dûmet’ul Cendel reisine haddini bildirmek için çoktan yola çıkmıştı. Bu haberi alır almaz derhal geriye döndü ve süratle Medine’ye ulaştı.

Elçi Gerekli tedbirleri almaya başlamıştı

Elçi, Beni Nadirlilerin çevirdikleri dolaplardan zaten haberdardı. Olası bir savaştan önce strateji tespiti yapılmış ve gerekenlerin yapılmaya için tedbirler alınmaya başlanmıştı. Mesela, Dûmet’ul Cendel seferi bu tedbirlerden biriydi. Hatta Elçi, Eslemliler arasından seçtiği istihbaratçılardan, Ben’ül-Mustalik kabilesinin Mekke’lilerle işbirliği içine girdiği haberini de çoktan almıştı. Bir komplo düzenlendiğinin farkındaydı zaten.
Yapılan istişareler sonucu öncelikler belirlenmiş ve ilk sefer Ben’ül-Mustalik kabilesi üzerine yapılmıştı. Kısa sürede sonuç alınmış ve zafer Müslümanların olmuştu.

Ancak Elçi kazandığı zaferle yetinmedi, bir adım daha atarak kabile başkanının kızı ile evleniverdi. Amaç Ben’ül-Mustalik kabilesinin ilerde verebilecekleri zararı önlemekti. Yapılan evlilik tamamen siyasi bir evlilikti. Kısa süre içinde amaca ulaşıldı. Elde edilen ganimetler geri verildi ve esirler serbest bırakıldı. Böyle bir davranış Mutaliklerin beklemediği bir davranıştı. Şoke oldular ve onlar da kendilerinden bekleneni yapmakta gecikmediler, bütün kabile fertleri olduğu gibi Müslümanlığı seçiverdiler. Böylece diplomasi kazanmış oldu.

Abdullah ibn.Ubeyy ve arka plan

Elçi’nin Medine’ye hicretinden önce bu zat Medine’de krallık tacını giymek üzereydi. Hicret’le birlikte taç giyme işi suya düşmüştü. Abdullah ibn Ubeyy’in. kafasından Medine’ye kral olma düşüncesi hiçbir zaman çıkmamıştı. Kendi kendini yiyip bitiriyordu. Müslümanların ardı ardına kazıdıkları zaferler de, onun hayalerini ulaşılmaz kılıyordu. Bir adım atmalıydı, attı ve Benü’n-Nadir Yahudilerini Elçiye karşı kışkırtmayı başardı.

„İfk” hadisesi

Ben’ül-Mustalik seferinden geriye dönerken Elçi’nin hanımı Hz. Aişe’ye iftira atan da Abdullah ibn. Ubeyy idi. Böylelikle Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedelemek istiyordu. Sürekli fitne tohumları saçmakla meşguldü. Ama her seferinde iki dizinin üzerine çöküp kalıyordu. Bu ikinci adımda başarılı olamamıştı.

Komplo büyüyerek korkutucu hal almaya başladı

Bir taraftan müşrikler, bir taraftan Abdullah ibn. Ubeyy, öbür taraftan, Benü’n-Nadir yahudileri Amaçlarına ulaşmak için her yolu deniyorlardı. Sonuç da alıyorlardı. Medine üç cepheden kuşatılmıştı. Durum gitgide daha da vahim bir hal alıyordu. Kuzeyde Gatafan ve Fezare kabileleri, Doğu’da Benu Süleym, Güneyde Mekke’liler, Kinâne’liler ve Sakif’liler. Bir tarafta da Medineli tüccarların kervan yolunu kesen Dûmet’ül-Cendel belası vardı… Matematiksel olarak hesap yapıldığında Medine devletinin sonu gelmiş gibiydi.

Elçi süratle Medine’ye döndü

Huzaa kabilesinin haberini istihbarat elamanlarıyla da doğrulatan Elçi, derhal geniş bir istişare toplantısı yaptı. Toplantıda Selman-ı Farisî de vardı. Söz istedi Selman:

“Ya Resulallah! Biz şehirlerimizi, Fars topraklarına herhangi bir ani saldırının olmaması için surlarla, yüksek kale duvarlarıyla koruruz. Kale duvarı olmadığı zaman da, derin ve aşılması mümkün olmayan hendekler kazarak koruruz. Böylece savunma yaparız. Burada da bu bilinmeyen yöntemi uygulayarak Medine’yi korumayı teklif olarak sunuyorum”dedi.

Bu teklif, Elçi’nin hoşuna gitti. Teklif müzakereye açıldı. Uzun ve çetin tartışmaların yapıldığı istişareden sonra karar verildi. “Medine’de kalınacaktı. Savunma savaşı yapılacaktı. Şehre girişin önlenmesi için belirli yerlere hendek kazılacaktı. Böylece müşriklerin yılgınlığa düşmesi beklenecekti. Amaç müşrikleri sıkıntıya sokmaktı. Uzun süreli bir savunma, müşrikleri yiyecek ve içecek sıkıntısına sokabilirdi.”
Selman-ı Farisi kimdir…?

Selman-ı Farisi İranlı mecûsi bir ailenin çocuğudur. İsfahan’ın Cayy kasabasında M.591 yılında dünyaya gelmiştir. Dedelerinden Behnüzân, İran hükümdarlarındandır. Selman-ı Fârisî eğitimlidir. Asıl ismi Mâbah bin Buzahşan’dır. Dinî rütbesi oldukça yüksektir. Mecûsîlerin taptıkları ateşi yakarak, “sönmeden koruma görevi”ne kadar yükselmiştir.

Zamanla hristiyanlığı inceleme fırsatını yakalayan Selman, mecûsiliği terketmiş ve din olarak Hristiyanlığı seçmiştir. Bu seçimiyle ailesinin tepkisini üzerine çeken Selman, bir zaman sonra baskılara dayanamaz ve evden kaçar.

Hristiyanlığı öğrenmek için önce Şam’a, oradan Musul’a, oradan Nusaybin’e ve oradan da Amûriye’ye (Sivrihisar) geçer. Hristiyanlık dini hakında geniş bir malumat edinmek için nerede bir alim ismi duysa hemen oraya giden Selaman sanki bir arayış içindedir. Bir gün Sivrihisar’daki hocası o na ahir zaman peygamberinden söz eder ve o peygamberin Hicaz bölgesinden çıkabileceğini de sözlerine ekler.

Selmân-ı Fârisî’nin içine bir kurt düşer. İçi içine sığmaz olur. Arzusu Hicaz’a girmektir. Ama bu isteğini birtürlü hocasına söyleyemez. Sonra oraya gidecek parası da yoktur. Bir süre sonra hocası ölür. Selaman hocasının ölümünden sonra bir müddet daha kalır Sivrihisar’da. Bu arada cambazlık yaparak yol parası biriktirmeye başlar.

Çok sıkıntılı günler geçirir. Bir an önce yola çıkmak için acele eder. Derken bir gün Sivrihisar’da Arap topraklarına doğru gitmekte olan bir ticaret kervanıyla karşılaşır ve hemen onlara katılır. Onlarla birlikte Hicâz topraklarına gelir. Vadil-Kura’ya geldiklerinde -Medine’ye yakın bir yerdir burası- kervandakilerin ihanetine uğrar ve Medineli bir Yahudi’ye köle olarak satılır.

Uzun bir süre köle olarak yaşamını sürdürür Medine’de. Aslında Selman, gelecek peygamberi beklemektedir, hocasının verdiği bilgiye uygundur yaşadığı bu şehir, yani Medine şehri.

Sabırsızlıkla aradığı Peygamber’i beklerken, bir gün O Elçi’nin Medine’ye geldiği haberini alır, hemen yanına gider, onun sohbetlerini dinler. İçi kıpır kıpırdır. Evet aradığı peygamberi bulmuştur. İşte bu O’dur. Ahir zaman Peygamberi Hz. Muhammed’tir. Şahadet eder ve müslüman olur.

Selman-ı Farisi Hicret’in beşinci yılına kadar köle olarak yaşamıştır. Bundan dolayı o, Hendek Savaşı’ndan önceki gazalara iştirak edememiştir. Elçi vefat edinceye kadar yanından hiç ayrılmamıştır. Selman sonraları Hz.Ömer’in ordusu ile memleketi olan İran’ın fethine de katılmıştır.

Fetih sonrası Hz. Ömer tarafından valiliğe atanan Selman-ı Farisi, valilikten artan vakitlerinde hamallık yaparak geçimini sağlardı. Hiçbir zaman bir evi olmadı. O sokaklarda yatardı. Ölüm döşeğinde üzerine yorgan örtülünce, dünya nimetlerine gömüldüğünü düşünerek “Ben, Sevgili Efendim’e dünyadan uzak duracağıma söz verdim. Bu kadar eşya ile onun huzuruna nasıl çıkarım?” demiş ve gözlerinden akan yaşlar sakalından aşağıya doğru süzülüvermiştir. Selman Hicri 36 yılında İran Medain’de 80 (seksen) yaşında iken vefat etmiştir.

Selman’ın mezarı, Bağdad’ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır. Allah rahmet eylesin…

Hendek kazılmaya başlandı

Alınan karar gereği derhal harekete geçildi. Hendeğin kazılacağı yer komutanlar trafından tespit edilerek işaretlendi. Şehrin güneyinde oldukça sık bahçeler vardı. Düşmanın buradan geçme ve içeri sızma ihtimali çok azdı. Buradan sızma olsa bile nöbetçiler tarafından püskürtülebilirdi. Doğu istikametinde de Medine devleti ile anlaşma halinde bulunan Benî Kureyza Yahudileri ikâmet ediyordu, onların da kaleleri muhkemdi. Elçi henüz Benî Kureyzalıların, Beni Nadir’le yapmış olduğu anlaşmadan heberdar değildi.
Bu nedenle kazı işi tamamen açık arazi olan Kuzey istikametinde yapılmalıydı…

Devam edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.