SON ELÇİ HZ. MUHAMMED VII

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Sancaktarlar birbiri ardına şehit olmaya başlamıştı. Yere düşen sancağı almaya kimse cesaret edemezken, Ehabiş kabilesine mensup bir kadın olan “Amra” birdenbire fırlayıverdi savaş alanına, girdi düşmanın içine ve kaldırdı sancağı yerden. Bir elinde sancak bir elinde kılıç aslanlar gibi dövüşüyordu…

Hicretin üçüncü yılı (624-625 M.), Uhud savaşı (11 Şevval 3 H./27 Mart 625 M.) – II-

…..Ayneyn tepesinden durumu seyreden okçular da: “Burada ne bekliyoruz daha, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet toplayalım,” diyerek birbirlerini etkilemezler mi? Üç kuruşluk dünya menfaatine değişivermişlerdi Elçi’yi. Dava mı? Neki o? O unutulmuştu çoktan. Şimdi ganimet toplama zamanıydı. Millet ganimet toplarken orada beklemek enayilikti. Ya sonunda ganimet kalmazsa ne olacaktı…

Abdullah b. Cübeyr: “Arkadaşlar, Elçi’nin emrini unuttunuz mu? O’ndan emir almadıkça yerimizden ayrılmayacağız… diye ısrâr ettiyse de dinlemediler o nu. Bir anda Abdullah’ın yanında sadece 8 asker kalıverdi.

Savaş olanca hızıyla seyrederken, düşmanın sağ kanat komutanı Hâlid b. Velîd, Elçi’nin okçularla koruduğu Ayneyn vadisinden geçip Müslümanları arkadan kuşatmayı denemişti. Ancak okçular bu geçidi bekledikleri için kuşatmayı başaramamıştı. Okçuların buradan ayrıldığını görünce, emrindeki süvarilerle hücuma geçmekte gecikmedi Halid b.Velîd. Cübeyr oğlu Abdullah’ı ve 8 sâdık arkadaşını şehit edip, ganimet toplamakla meşgul Müslüman ordusunu arkadan hızlı bir şekilde ustalıkla çeviriverdi.

Halit b. Velid’i gören Müşrikler, geri dönüp yeniden hücuma geçtiler. Tepelere çekilen kadınlar da def çalarak aşağıya indiler.

Bu arada Elçi savaş alanına gizlice kamufle edilmiş çukurlardan birine düşmüştü. Elçi’yi kadın askerler korumaza baölamiölardi. “Ümmü Umâre” adlı bir kadın tam bir savaşçı gibiydi. Devleşivermişti birdenbire elinde kılıcıyla Elçi’nin yanında. Kimseyi yaklaştırmıyordu Elçi’nin yanına. Elçinin düştüğü kuyunun etrafında pır dönüyordu.

Kadınlar bu panikleme anının yıldızlaşan savaşçıları oluverdiler. Bir tarafta beylerini savaşa teşvik eden kadınlar, bir tarafta da yalın kılıç savaş meydanında düşmana karşı kılıç sallayan kadınlar…

Sancaktarlar birbiri ardına şehit olmaya başlamıştı. Yere düşen sancağı almaya kimse cesaret edemezken, Ehabiş kabilesine mensup bir kadın olan “Amra” birdenbire fırlayıverdi savaş alanına, girdi düşmanın içine ve kaldırdı sancağı yerden. Bir elinde sancak bir elinde kılıç aslanlar gibi dövüşüyordu, savaş meydanını dar ediyordu düşman askerlerine. “Amra”, o sancağı düşman savaş meydanından uzaklaşıncaya kadar bırakmadı elinden.

Ordu Medine’ye döndüğünde bir başka kadın karşımıza çıkıyor. Amr’ın kızı Hind. Babasını, kardeşini ve kocasını kaybetmişti bu savaşta. Şehitlerinin haberlerini kendisine ulaştıran elçiye bir zaman derin derin baktıktan sonra, “peki o nasıl?” diye soruyordu.

Müslümanlar, topladıkları ganimetlerle birlikte kalakaldılar düşman askerlerinin ortasında. Aptallaştılar. Biz bunları yenmiştik biraz önce, şimdi bunlar nereden çıktı diye aval aval etraflarına bakınmaya başladılar. Herkes canını kurtarma sevdasına düştü, savaş düzeni bozuldu. Herkes paniklemeye başladı. Sersem tavuk gibi bir o tarafa bir bu tarafa koşuşmaya başladılar. Velhasıl kısa bir süre içinde hiç kayıp vermeden kazanılan savaş, ganimet sevdası yüzünden maalesef kaybedilmişti.

Bedir Savaşı’nda babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe’yi kaybetmiş olan Ebû Süfyân’ın karısı Hind, babasını öldüren Hamza’dan öç almak istiyordu. Mekke’den Medine’ye intikam hırsıyla gelmişti zaten. Bu panik halinden istifadeyle adım adım kurbanına yaklaştı Vahşi. Vahşi, Hind tarafından Hamza’yı öldürmek için özel olarak görevlendirilen bir köleydi. Görevini başarı ile bitirirse hürriyetine kavuşacaktı.

Düzenli savaş süresince Vahşî, Hamza’nın karşısına çıkmaya cesaret bile edememişti. Bir taşın arkasına gizlenip, Hamza’nın önünden geçmesini beklemiş durmuştu. Hamza ise savaş alanında durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıç önüne gelen müşrikleri tepelemeye devam ediyordu. O gün tam 8 müşriği tepelemişti Hamza.

Ganimet sevdasına düşerek savaş düzenini bozan Müslümanların paniklemesiyle rahatladı Vahşi. Hamza, Abdu’l Uzza oğlu Sibah’la giriştiği mücadele de Vahşî’nin tam önüne geliverdi. Vahşî fırsatı kaçırmadı. Mızrağını fırlattığı gibi Hamza’yı şehit etmekte gecikmedi.

Hamza’nın şehit edildiğini gören Hind çığlıklar atarak geldi Hamza’nın cesedinin başına, hiç vakit geçirmemişti. Hışımla deşti Hamza’nın karnını. Başladı ciğerini dişlemeye. Dişledi, dişledi, dişledi ve yoruldu. Üstü başı kan içindeydi. Elinde Hamza’nın ciğeriyle çığlıklar atarak dolaşıyordu askerlerinin arasında. “Hamza öldü, Hamza öldü, aslan avcısı Hamza öldü… İntikamımı aldım”…diyordu.

Vahşi böylece özgürlüğüne kavuşmuştu. Sonradan Müslüman olan Vahşi için peygamberimiz şöyle diyecektir: “Vahşi kardeşime söyleyin, mescidde karşıma oturmasın, onu görünce amcamı hatırlıyorum.”

İbni Kamie el-Leysi adlı bir müşrik, Elçi’ye benzeterek, İslâm ordusunun sancaktarı Mus’ab b. Umeyr’i şehit etmiş ve “Muhammed’i öldürdüm!”, diye başlamıştı avaz avaz bağırmaya. Bu arada Elçi de bağırıyordu:”Ey Allah’ın kulları, bana geliniz, etrafımda toplanınız,” fakat kimse O’nu duymuyordu. Müslümanlar birbirinden habersizdi, darmadağın olmuşlardı.

Enes b. Nadr,” Elçi şehid olduysa, Allah bâkidir. O’nun yolunda biz de şehit oluruz”, diyerek savaşa devam ediyordu. Atılan oklar ve mızraklara aldırmıyordu bile. Vücudu delik deşik olmuştu Enes b. Nadr’ın.

Elçi şehid olduktan sonra, burada durmanın manası yoktur diyerek, savaş alanından ayrılanlar da vardı. Bunlardan bir kısmı dağlara çekilmişler, bazıları ise Medine’ye dönmüşlerdi.

Elçi yaralıydı. Dişi kırılmıştı. İbn-i Kamie’nin kılıç darbesiyle kuyuya düşmüştü. Zırhının halkaları kopmuş ve yanağına batmıştı. Acı içinde kıvranıyordu o kuyunun içinde.

“Ümmü Umâre”‘nin etrafında pervane gibi döndüğü Elçiyi, Nihâyet Ka’b b. Mâlik gördü ve: “Ey mü’minler, Rasûlullah buradadır, Rasûlullah buradadır”, diye başladı sevinç çığlıkları atmaya. Ka’b’ın sesini duyan Müslümanlar, hemen oraya doğru koşuşmaya başladılar. Elçinin yaşıyor olması Müslümanları kendine getirdi. Toparlandılar, cesaretlendiler, karşı atağa geçtiler ve müşriklerin ilerlemesini durdurdular.

Elçinin ölmediğini öğrenen Ebû Sufyan:”Bu gün bir başka güne bedeldir.Uhud Bedr’in öcüdür. Hanzele ib.Amir, oğlum Hanzale’ye mukabidir. İsterseniz gelecek yıl Bedir’de aynı gün tekrar buluşalım” dedi ve atını mahmuzlayarak savaş alanından hızla uzaklaştı.

Müşriklerin Uhud’dan ayrılmasından sonra Rasûlullah şehitlerini kanlı elbiseleriyle, ikişer üçer defnettirdi. Cenâze namazlarını ise, bu tarihten 8 sene sonra kıldı. Bu savaşta 70 şehit verilmiştir. Ölü ayısı ise 22 dir.

Sonuç:

1-Görev yerleri asla terk edilmemelidir. O görevin kuralları ne kadar keskin olursa olsun, çizilen çerçeve dışına çıkılmamalıdır.

2-Uhud savaşından sonra kadın hakları konusunda bir devrim gerçekleştirilmiştir. O güne kadar mirastan mahrum edilen kadınlar, Uhud’ta eşi şehit olmuş bir kadının Elçi’ye müracaatıyla o günden sonra, mirastan eşit şekilde pay almaya başlamıştır.

3-Uhud savaşında eline kılıcını alan kadın, savaşta neleri yapabileceğini kanıtlamıştır.

5-Elçi de bir insandır. Savaş alanlarında kuyuya da düşer, yaralanırda. Vahyin muhatabı olması O’nun yüceltilmesini ve ilahlaştırılmasını gerektirmez.
Devam edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.