SON ELÇİ HZ. MUHAMMED VI

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Kuşların cesetlerimizi didiklemeye başladığını görseniz bile bulunduğunuz yerleri asla terk etmeyeceksiniz !”

Hicretin üçüncü yılı (624-625 M.), Uhud savaşı (11 Şevval 3 H./27 Mart 625 M.) – I-

“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanmışsanız üstün gelecek olan sizsiniz.”(Âl-i İmrân, 139)

Bedir savaşının üzerinden onüç ay geçmişti. Medine’de Müslümanlarla Yahudiler arasındaki münasebetler gerginleşmeye başlamıştı. Hatta Yahudiler işbirliği yapmak için Mekke’ye elçiler bile gönderdiler. Medine’li bir Hristiyan keşiş olan Ebû Âmir de aynı maksatla Mekke’ye yerleşmişti. Savaş alanına kamufle edilmiş çukurların kazılmasını o önermişti Mekke’lilere. İşte, Elçi savaşın ikinci safhasında bu çukurlardan birine düşmüştü.

Mekke’liler de Bedir yenilgisini bir türlü unutamamışlardı. “Nasıl olur da bu kadar az sayıda, üstelik tecrübesiz bir ordu, Mekke ordusunu perişan ederdi. Akıl alacak gibi değil!” diyerek dövünüyorlar, feryat ediyorlar, geceleri uyku bile uyuyamıyorlardı. Bedr’in intikamı mutlaka alınmalıydı. Mekeliler bu ayıpla yaşayamazlardı. Nasıl çıkacaklardı bundan sonra diğer kabilelerin, devletlerin karşısına.

Bedir savaşında Mekke müşriklerinden 70 kişi ölmüştü. Bunlar arasında Ebû Cehil, Ukbe, Utbe, Şeybe, Ümeyye, Âs b. Hişâm gibi Kureyş’in önde gelen simâları da vardı. İntikam alınmazsa, bu yenilgi Mekke devletinin sonu olabilirdi. Acilen yapılacaklar yapılmalı ve Muhammed’den intikam alınmalıydı.

Utbe kızı Hind durmadan dövünüyordu. Ne koku sürünüyor ne de geceleri rahat uyuyabiliyordu.
“Muhammed’i tepelemedikçe koku sürünmek bana haram olsun” diye yemin de etmişti. “Sevdiklerimin intikamının alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek de haram olsun” diyordu.

Ebu Süfyan ve başkaları da buna benzer şekilde and vermişlerdi. Ebu Süfyan’ın yürüttüğü kervanın malları Daru’n-Nedve’de durmaktaydı. Müşriklerin ileri gelenleri tarafından, herkese katılım payı verildikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar verildi.

Bu karardan sonra hiç vakit geçirilmeden hazırlıklara başlandı. Bedir’de yakınları öldürülenler karalar giyinmiş olduğu halde kabileler arasında dolaşarak ve şairler de mersiyeler söyleyerek halkı savaşa teşvik etmeye başlamışlardı. Mekke dışındaki müşrik Arap kabilelerine de, şairler ve hatipler gönderilmişti.

Kervanın kârından Uhud savaşı için 50 bin altın ayrılmıştı. Bunun yarısı ile Mekke dışındaki müşrik kabilelerden 2 bin asker toplanmıştı. Mekke’den katılanlarla bu sayı 2 bin dokuz yüze ulaşmıştı. 700′ü zırhlı, 200′ü atlıydı. Ordu mükemmeldi. Bedir’in intikamı sanki garanti gibiydi. Sevinç çığlıkları atılıyordu Mekke sokaklarında. Ordunun ihtiyacı olan şarap tulumları, şarkıcı ve dansöz kadınlar da ihmal edilmemişti.

İstihbarat timleri Mekke’de olup bitenleri Elçi’ye detaylı olarak anbean rapor ediyorlardı. Mekke ordusuna Elçi’nin amcası Abbas katılmamıştı. Çünkü o, Bedir’de esir düştükten sonra Müslüman olmuştu. “Abbas Müslümanlardan korktuğu için Müslüman oldu” demesinler diye Müslümanlığını gizlemişti. Amca Abbas yeğenini aslında çok da severdi. O’nun başına bir şey gelmesine rıza gösteremezdi. Bedir’e katılarak yapmıştı bir hata. Aynı hatayı tekrarlamak istemiyordu. O, kendisini affettirmek istiyordu. Özel bir ulakla Elçi’yi durumdan haberdar etti.

İstihbarat timleri, Mekke ordusunun Medine’ye doğru yaklaştığı haberini ulaştırdılar Elçi’ye. Bu haber üzerine, ordu komutanları ve danışma kuruluyla son bir defa daha toplantı yaptı Elçi. Durumu yeniden gözden geçirdiler. Sonra da halkın karşısına çıktılar ve kararlarını açıkladılar. Açıklanan bu karardan halk memnun olmadı. Onlar meydan muharebesi istiyordu, savunma tedbirleri alarak düşmanı Medine’de karşılamak istemiyorlardı. Elçi son kez bir defa daha sordu halka: “Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım, yoksa şehir içinde savunma tedbirleri mi alalım? “

Ensar ve Muhacirlerden oluşan Medine halkı gür bir seda ile “Düşmanı dışarıda karşılayalım ve onlara hadlerini bildirelim.” Tekbir nidaları dalga dalga yükseliyordu semalara. İstedikleri olmuştu, meydan muharebesi yapılacaktı.

Elçi, birbiri üzerine iki zırh giyip, miğferini başına geçirdi ve hânei saâdetinden çıktı. Halk neden sonra “Biz hata ettik” dediler. Dediler demesine de iş işten geçtikten sonra dediler. Karar verilmişti bir kere. Düşman da Medine topraklarına ayak basmıştı. Kaybedilecek zaman yoktu. Verilen karardan caymak olmazdı.

Şöyle dedi elçi kalabalığa dönerek: “Bir komutan/peygamber zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz.”Eğer sabreder, görevinizi tam yaparsanız, Allah’ın yardımıyla zafer bizim olacaktır.”
Zaferin kazanılması için sabredilecek ve verilen görevler ne pahasına olursa olsun hakkıyla yerine getirilecekti. Böyle demişti Elçi…

Bu arada Mekke ordusunun, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyindeki Uhud dağı eteklerine karargâhını kurduğu haberi geldi. Elçi geç kaldıklarının farkındaydı. Abdullah b. Ümmi Mektûm’u Medine’de vekil bırakarak, 1.000 kişilik bir kuvvetle, cuma namazından sonra hemen yola şıktı. Geceyi “Şeyheyn” denilen mevkide geçirdi. Sabahleyin şafakla birlikte Uhud’a ulaştı. Uhud dağının geride çıkışı olmayan boğazlarından birine karargâhını kurdu. Burası ordunun selameti için en elverişli yerdi.

Yolda dökülmeler oldu. Übeyy oğlu Abdullah, “Muhammed bizim gibi yaşlı ve tecrübelileri dinlemedi, çoluk çocuğun sözüne uydu. Oysa ben meydan savaşını uygun görmemiştim…” bahânesiyle, kendisine bağlı 300 kişiyle birlikte ordudan ayrıldı. Böylece Müslümanların sayısı düştü 700′e.

Müslümanlar arkalarını Uhud Dağı’na vererek Medine’ye karşı saf tuttu. Elçi, stratejik önemi büyük olan solundaki Ayneyn tepesi’ne “Cübeyr oğlu Abdullah” komutasında 50 okçu yerleştirdi.
Onlara sıkı sıkıya tembihte bulundu. Bu tembih ibret alınması için tarihe düşülen bir nottu aynı zamanda:

“Kuşların cesetlerimizi didiklemeye başladığını görseniz bile bulunduğunuz yerleri asla terk etmeyeceksiniz. Şu vâdiden, düşman atlıları arkamıza dolaşıp bizi kuşatabilirler. Onları ne pahasına olursa olsun durduracaksınız, buradan geçirmeyeceksiniz!”

Elçi savaş düzenini son olarak bir kez daha gözden geçirdi. Sonra da açtı ellerini başladı yalvarmaya Rabb’ine. Ordusu için sabır diledi, sabredenlere zaferin geleceğini biliyordu. Bedir’de aynı şekilde duasını yapmış ve savaş zaferle sonuçlanmıştı.

Mekke ordusu, sayıca Müslümanların 4 katından fazlaydı. Üstelik bunlardan 700′ü zırhlı, 200′ü atlıydı. Müslümanların ise 100 zırhı ve sadece 2 atları vardı. Ama sabrettikleri sürece onların yardımcısı Allah olacaktı. O yine, melekleriyle Müslüman ordusunu cesaretlendirecek ve yüreklendirecekti. Elçi ordunun sağ koluna Ukkâşe’yi, sol koluna Ebû Mesleme’yi memur etti komutan olarak, kendisi de ortaya geçti.

Mekke ordusunun sağ kanadına Velid oğlu Hâlid’i, sol kanadına Ebû Cehil’in oğlu İkrime’yi, süvârilere Ümeyye oğlu Safvân’ı, okçulara ise Rabîa oğlu Abdullah’ı memur etmişti Ebu Sufyan da.

Mekke’li kadınlar, Bedir’de ölenler için mersiyeler okuyorlar, defler çalıp şarkılar söylüyorlar, askerler arasında dolaşıyorlar, onları coşturmaya çalışıyorlardı.

Savaş, o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpışma ile) başladı. Kureyş’in bayrağını taşıyan Abdüddâr oğullarından ortaya çıkan 9 kişi birer birer Müslümanlar tarafından öldürüldü.

Mübârezaden sonra Elçi, elindeki kılıcı havaya kaldırarak: “Hakkını ödemek şartıyla bu kılıcı kim ister? diye sordu askerlerine. Ensârdan Ebû Dücâne de aynı ses tonuyla:
“Bu kılıcın hakkı nedir, Ya Rasûlallah? Dedi. Elçi:
“Eğilip bükülünceye kadar düşmanla savaşmaktır,” diye cevap verdi.

Öyleyse ben istiyorum o kılıcı dedi ve Allah, Allah nidalarıyla daldı düşman saflarına. Hamza, Ali, sa’d b. Ebî Vakkâs, Ebû Dücâne gibi kahramanların hücumlarıyla kısa bir sürede 20′den fazla ölü veren Kureyş, bozguna uğramış, sağ ve sol kanat geri çekilmiş, def çalarak Kureyşlileri savaşa teşvik eden kadınlar, feryadılar kopararak yüksek tepelere kaçmaya başlamışlardı.

Savaş kazanılmıştı. Kazanılmıştı kazanılmasına da düşman takip edilmemişti. Düşmanın toparlanmasına müsaade edilmemeliydi. Elçi haykırıyordu askerlerine, düşmanın takip edilmesini istiyordu onlardan. Ama elçiyi dinleyen yoktu ki. Müslümanlar asıl fonksiyonlarını unutmuşlardı. Düşmanın peşine düşeceklerine, ganimetlerin peşine düşmüşlerdi. Maalesef dünyalık sevgisi ön plana çıkıvermişti. Ya gerçekten açlık çekiyorlardı ya da dünyalıklara karşı olan sevgi, Allah’a olan sevgiyle daha yer değiştirememişti…

Sonuç:

1-Halk için bir iş yapılacaksa mutlaka istişare edilmelidir. Uhud savaşında Elçi halkla istişare yaptı ve çoğunluğun kararına uyarak meydan muharebesini kabul etti. Savaştan sonra inen bir ayetle de Elçi yaptığı işten dolayı tebrik edildi ve her zaman böyle davranması tembih edildi.
“-Sen, Allah’ın rahmeti ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın elbette etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. İş hususunda onlarla istişare et, karar verdiğin zaman, artık Allah’a güven, Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âli İmran 159)

Devam edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.