SON ELÇİ HZ. MUHAMMED V

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

-Abdullah’ın Oğlu Muhammed’den, Allah’ın Elçisi Muhammed’e-

Bedir savaşı Müslümanların ilk meydan savaşıdır. Müslümanların bu savaşa o kadar da istekli olmadıklarını anlatmıştım yukarıda. Buna rağmen savaş Müslümanların lehine sonuçlandı. Ama bu sonuca kimse sevinemedi. Herkes gözü yaşlı olarak Medine’ye döndüler. Yanlarında savaş esirleri de vardı. Bu esirlerden bir kısmı fidye karşılığında serbest bırakılırken bir kısmı Müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakıldı.

Bir kısmı da Medine’de kaldı. Kalmasına kaldı da, bu kalış yeni bir tartışmanın başlamasına sebep oldu. Bu esirlere nasıl bir hukuk uygulanacaktı? Ordu komutanları ve bürokratlar kendi aralarında tartışmalarını sürdürürken, Kur’an soruna çok geçmeden el koydu: “Size helal olan [savaş esiri olarak bulunan ] kadınlar arasından veya meşru şekilde sahip olduklarınız [arasın]dan biri ile evlenin; [hatta] ikisi, üçü, dördü [ile.] Ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, [sadece] bir tane [ile] yetinin.” (Nisa 3,25,129- Nur 32)

Kur’an savaş esirleri için “ma meleket eymânüküm” ifadesini kullanmıştır. “Yeminleştikleriniz” ya da “Antlaşma Yaptıklarınız” anlamına gelmektedir. Ancak bu kavram zaman içinde bazı müfessirler tarafından “Cariye” olarak anlamlandırılmış ve konu mecrasından saptırılmıştır. Bugün cariye denince efendisinin kendisinden istifade ettiği kadın akla gelmektedir. İslâm’ın da böyle bir rezilliğe müsade ettiği anlatılmaktadır, yazılıp çizilmektedir. Yanlıştır. Doğru değildir. Doğrusunu İhsan Eliaçık’tan okuyacağız:

“İslam’da cariye var mı?

Önce altını kalın çizgilerle çizelim: Kur’an’da “cariye” kavramı geçmez. Sadece “Meleket aymânukum” kavramı geçer:

Meleket eymânüküm:

Harfi harfine “Sağ ellerinizin sahip olduğu” demektir. Bu deyimle iki mananın kastedildiği anlaşılıyor;

1- Veli, şahitler vb. meşrû şartları yerine getirerek nikah sahibi olmak
2- Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak.

Yani ister hür ister esir böyle “meşru nikâh sahibi olmadan” hiç kimseyle evlilik ilişkisine girilemeyeceği anlatılmak isteniyor. Çünkü “Sağ elin sahip olduğu” deyiminden maksat nikâh mülkiyeti veya nikâh sahibi olmaktır. Zira bu tabir henüz savaş ve esir kadın ele geçirmenin söz konusu olmadığı Mekke dönemi ayetlerinde de geçmektedir (70/30). Bu kavramın maksadı insanları zinadan menetmek ve yeni bir nikâh bulunmaksızın veya eğer kadın memluke (esir, köle) ise nikâh sahibi olmaksızın onlarla cinsi temasta bulunmaktan men etmektir. Cenabı-ı Hak bunu “sağ elin sahip olduğu” ile ifade etmiştir. Çünkü “sağ elin sahip olduğu” hem nikâh ile evlenilen kadınlar hem de mülk olarak sahip olunan kadınlar hakkında söz konusudur (Razi).

Demek ki savaşta esir alınan kadınlar, mübadele (esir değişimi) veya serbest bırakma söz konusu değilse, siyasi olarak esaret altında olurlar fakat onlarla cinsel ilişkiye girilemez. Bunun için her normal kadınla yapıldığı gibi ayrıca nikâh kıyılması gerekir. Buna ise “eş” denilir. İslam vicdanı her ne şekilde olursa olsun “nikâhsız” ilişkiye cevaz vermez.

Ayette geçen “Ezvâcuhum ev ma meleket eymânuhum” ifadesi, “Yalnızca eşleri veya cariyeleri ile birlikte olanlardır.” değil; “Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır” manasına gelmektedir. Kadın erkek bütün eşleri kapsamaktadır. Çünkü 11 ayetlik yukarıdaki pasajda konu erkek ve kadın bütün müminlerin temel özelliklerinin sıralanmasıdır. Aradaki “ev” bağlacı seçenek bildiren “veya” değil; açıklama getiren “yani” anlamında kullanılıyor. Kur’an’ın kendi kendini tefsir ettiğine dikkat ediniz. “Düşünmek veya yani şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O’dur” (Furkan; 25/62) ayetinde geçtiği gibi. Şu ayet ise, esir alınarak köle yapılan ve böylece evlilik dışı nikâhsız cinsel ilişki kurulabilen kadın demek olan “cariye” uygulamasına yol olmadığının apaçık delilidir: “Hür mümin kadınlarla (muhsanât) bir yuva kurmaya güç yetirecek durumda olmayanlarınız, savaşta esir alarak sahip olduğunuz (ma meleket eymânukum) iman etmiş kadınları düşünebilir. Allah imanınız ile ilgili her şeyi biliyor. İman edenler artık birbirinin can yoldaşıdırlar. Şu halde onları namusuyla yaşamaları şartıyla, ailelerinden izin alarak ve mehirlerini vererek nikâhlayın.” (Nisa; 4/25)

Dikkat edin, düpedüz ailesinden izinli, mehirli, normal (meşru) evlilikten bahsediliyor. Rızası olmadan, izin alınmadan, mehir verilmeden, nikâh kıymadan, sırf savaşta elime esir düştü diye kadıncağızı cariye yapmak bunu neresinde? Her şeyden önce bu Kur’an’ın ruhuna ve vicdanına ters.

Bugün yeniden üretilecek (inşa çağı) fıkhında bunun adı “savaş esirleri hukku”dur. Buna göre bugün bir savaş olsa ve Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce esir düşse şunlar yapılır: Güvenliği sağlanmış korunaklı bir yerde bekletilirler. Ganimet olarak görülemezler. Esir alan askerlere dağıtılamaz, hiçbiri köle ve cariye yapılamaz. Evli olanların evlilikleri devam eder. Esir düştü diye ailesinden veya eşinden zorla koparılamaz, hangi dine göre kıyarsa kıymış olsun nikâhı feshedilemez. Her türlü kötü muamele, angarya, işkence, tecavüz, cinsel taciz yasak olur. Misafir muamelesi görürler.

Ya esir mübadelesi karşılığında serbest bırakılırlar. Ya fidye veya tazminat karşılığı salıverilirler. Ya örneğin, lisan belletme, teknoloji öğretme, meslek kazandırma vs. karşılığı üçer beşer serbest bırakılırlar. İçlerinden kendi istekleri ile evlenmek ve Müslüman toplumda yaşamak isteyen olursa, kendi rızasıyla, ailesinin izni alınarak (hatta çağrılarak) ve mehirleri tastamam verilerek bekârlarla telli duvaklı, davullu zurnalı baş göz edilip serbest bırakılırlar.

Hz. Ömer’in hilafeti sırasında Suriye’nin fethi sebebiyle sayıları yüz bini bulan erkekli kadınlı esirler ele geçmişti. Bu kadar insana ne yapılacağı sorun olunca… Hz. Ali: “Ey Ömer! Bunların hepsi Bizans’ın zulmü altında inleyen sefil ve biçare insanlardır. Artık bunlar bizim halkımızdır. Bunların kolları ve cesetleri kazanıldı, şimdi de yüreklerinin kazanılmasına sıra geldi. Görüşüm şudur: Hepsini kayıtsız şartsız serbest bırak! İslam’ın sevgi, merhamet ve adaleti altında saadetle yaşasınlar. Varsınlar çoluk çocuklarına kavuşsunlar.” (Filibeli Ahmet Hilmi; İslam Tarihi, shf. 287)

Hz. Ömer bu görüşü büyük bir sevinçle kabul etti. Yüz bin esirin serbest bırakılması için derhal bölge komutanı Ebu Ebeyde b. Cerrah’a emir gönderdi.

Hz. Peygamber’in iki tane cariyesi… İlki Reyhane, Medine’deki Yahudi Kurayza kabilesine mensup bir hanımdı. Bu kabile ile yapılan savaş sonunda esir düştü. Hz. Peygamber Reyhane’yi önce serbest bıraktı sonra da evlenme teklif etti. O da kabul edince nikâh kıyarak evlendi. (Belazuri,1, 920).

Mariye ise babası İranlı, annesi Yunan Mısırlı Hıristiyan bir hanımdı. H. 7 yılda Hz. Peygamber’in İslam’a davet mektubuna bir yazı ile karşılık veren Mısır Kralı tarafından gönderilmişti. Hz. Peygamber’in Reyhane’ye yaptığını ona da yaptığı anlaşılıyor. Çünkü Kur’an içlerinde Mariye’nin de olduğu Hz. Peygamber’in hanımlarından ayırt etmeksizin “Ey peygamber eşleri” diye bahseder. Başka bir tabir kullanmaz. Mesela şu ayette adı geçen hanım Mariye idi.”Ey peygamber! Eşlerini memnun etmek için Allah’ın serbest bıraktığı şeyi niçin kendine yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır. Allah yeminlerinizi bir çözüme bağlamayı istemektedir.” (Tahrim; 66/1-2, Razi, Kurtubi, İbn Kesir, Zemahşeri).

Tahrim, talak, zıhar vs. ise nikâh sorumluluğu altındaki “eşler” için geçerlidir. Buradaki eş ise Hafsa, Aişe ve Zeynep ile aynı statüde olan Mariye idi.”

Sonuç:

İslam’da cariyelik diye bir şey yoktur. Müslümanlar akıllarını başlarına toplamak zorundadırlar. Dinlerine karışan yanlış örf ve adetleri temizlemek zorundadırlar. Dinlerini ata baba dini olmaktan kurtararak, Sahibi’ne, dîni, dînin Sahibine teslim etmek zorundadırlar:
Bugünkü cariye anlayışına göre, diyelim ki Müslüman bir ülke gayrimüslim bir ülkeyle savaştı. Bu sürede oradaki kadınlar kızlar Müslümanların cariyesi mi olacaktır? Müslüman onlarla nikâhsız ilişkiye mi girecektir, böyle bir ilişkiye caiz mi diyecektir? Bu ilişki zorla onların ırzına geçmek değil midir? İslam’ın böyle bir ilişkiye onay verdiği nasıl izah edilecektir?
Bu durumda Bosna canavarlarından, Irak, Afganistan canavarlarından Müslümanların farkı ne olacaktır?

Devan edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.