SON ELÇİ HZ. MUHAMMED II

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Dünyayı Değiştiren Adam

Abdullah’ın Oğlu Muhammed’ten, Allah’ın Elçisi Muhammed’e

Elçi hiç vakit geçirmeden koşar adımlarla Ebu Bekir’in evine gitti, adeta uçuyordu sevincinden. Olan biteni anlatmalıydı O’na. Çünkü O, O’nun can dostuydu. Hani Allah Elçisini, bir gece “Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya bazı ayetlerini göstermek için yürütmüştü” ya. İşte Elçi bu olayı anlatmıştı Mekkelilere. Anlatmaz olaydı. Bütün Mekke üzerine gelmişti. O’na” Yalancı, düzenbaz, ne olacak yeni yeni şeyler uydurarak insanları kandırmaya çalışıyor” demişlerdi. Sahtekârlıkla suçlamışlardı Elçi’yi.

O zaman Ebu Bekir’e de sormuşlardı “Sen ne diyorsun?” diye. O da, “O söylemişse doğruyu söylemiştir.” diyerek tereddüt bile etmeden onaylayıvermişti bu haberin doğruluğunu.
Bu olaydan sonra hakikatı kabul eden ve onaylayan anlamında, “Sıddık” lakabı verilmişti O’na. Ebu Bekir Sıddık. İşte O, O Ebu Bekir’i seçmişti, yol arkadaşı olarak. Sevincini onunla paylaşacak ve yol arkadaşlığı teklif edecekti.

„Eğer siz ona yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani, küfredenler onu iki kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada arkadaşına şöyle diyordu: “Tasalanma, Allah bizimle!” Bunun üzerine Allah ona sükûnet indirmiş ve kendisini sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti de küfre sapanların sözünü sefil kılıp alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise yüce olanın ta kendisidir. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Tevbe Suresi, 40)

İçi içine sığmıyordu Elçi’nin (Resul). Nihayet kurtuluyordu bu şehirden. Soluk soluğa gelmişti Ebu Bekir’in evine. Heyecanlıydı. Ebu Bekir’in teklifini kabul edeceğini adı gibi biliyordu. Başladı kapıyı dövmeye. Ebu Bekir korkmuştu. Hayr’ola nedir bu telaşın, bilmediğim bir şey mi oldu. Yoksa yine birisine mi saldırdılar… “Yok, yok öyle değil, gidiyoruz, terk ediyoruz bu şehri, Medine’ye gidiyoruz. Göç ediyoruz buradan. Müjdeler olsun! Hazreçliler kabul ettiler teklifimi, tamam dediler, gel dediler, kabulümüzsün dediler, bağrımıza basacağız seni dediler.”
Olup bitenleri bir çırpıda anlatıvermişti Ebu Bekir’e. Ebu Bekir hiç itiraz etmeden, sen öyle istiyorsan tamamdır dedi. Sarıldılar birbirlerine, gözyaşları sel olmuş akıyordu. Sevinç gözyaşlarıydı bunlar. Kötü günler geride kalacaktı, aydınlık yarınlar onları bekliyordu. Artık kimse inancından dolayı yargılanmayacaktı, öldürülmeyecekti.

Hedef şaşırtma
Göç(hicret) hazırlıkları başladı. Planlar yapıldı. Tahminler edildi. Her şey en ince teferruatına kadar konuşuldu:
Şehirden gezinti yapmaya gidiyormuş gibi çıkılacaktı. Sevr* mağarasına kadar gidilecek orada üç gün kalınacaktı. Sevr’den yola çıkmak için ortalığın sakinleşmesini beklemek gerekiyordu. Hedeflerini şaşırtmak lazımdı putperestlerin. Onların ilk akıllarına gelecek olan kaçış yolu Medine yolu olacaktı. Çünkü Müslümanların çoğu gruplar halinde Medine’ye zaten hicret etmişti. Mekke’de kalan sadece bir kaç Müslümandı. Putperestleri rahatsız eden de bu göçler değil miydi?

Dördüncü günün sabahında, Abdullah b.Uraykıt’ın getireceği develerle yola devam edilecekti. Abdullah b.Uraykıt putperestti ancak işinin ehliydi. Ser verip sır vermeyen cinstendi. Mert birisiydi. Aynı zamanda delikanlıydı da. Kimse ona yaptığı işten dolayı hesap da soramazdı.

Ebu Bekir’in oğlu Abdullah ve kızı Esma, bu iki gün içinde mağaraya yiyecek ve içecek getireceklerdi, aynı zamanda Mekke’de olup bitenleri de. İstihbarat bilgilerine ve lojistik desteğe ihtiyaçları vardı. Ebu Bekir’in koyunlarının çobanı Âmir b. Füheyra da hem onların hem de Ebu Bekir’in oğlu ve kızının yürüdüğü yola koyunlarını sürecek ve izlerini kaybettirecekti. Amir koyunlarını zaten Sevr dağının eteklerindeki otlaklarda otlattığı için dikkat de çekmezdi. Mekkelilerin iz sürme konusunda ne kadar ehil olduğunu bilmeyen mi vardı.

Ancak Elçi’nin üzerinde, Abdullah’ın oğlu Muhammed iken kendisine emanet olarak bırakılan para, altın, gümüş v.b. emanetler vardı. Emanetler mutlaka sahiplerine verilmeliydi. Ama bu iş nasıl olacaktı, emanetler sahiplerine nasıl teslim edilecekti. Uzun süren tartışmadan sonra karar verildi. Eşyalar yeğen Ali’ye bırakılacaktı. O teslim edecekti sahiplerine emanetleri. Sonra arkadan gelecekti Medine’ye. Plan taraflara anlatıldı ve uygulamaya konuldu.

İnfaz kararı
Akabe biatlarından haberdar olan putperestler de boş durmuyorlardı. Ortalıkta bir hareketlilik vardı. Telaşlıydılar. Ne yapacaklarını tam olarak bilemiyorlardı ama mutlaka bir şeyler yapmalıydılar. Yoksa putperestliğin geleceği tehlikeye girebilirdi. İyi ama Muhammed öyle sıradan biri değildi ki; Eşraftan biriydi. Yıllarca Mekke’yi yönetenler O’nun dedeleriydi. Mekke’nin ileri gelenlerindendi O’nun ataları. Her ne kadar bu yeni durumdan sonra akrabaları O’nu yalnız bırakmış olsalar da, ciddi bir durumla karşılaştıkları zaman neler yapabileceklerini kestirmek mümkün değildi. Öyle bir plan yapılmalıydı ki; kimse töhmet altında kalmamalıydı. Açık verilmesi halinde bedelini ödemek çok ağır olurdu.

Ancak bu belirsizliğin uzaması halinde Muhammed ellerinden kaçabilirdi. Mekke’ye her gelen kabileyle görüşüyordu. Eğer söylenenler doğruysa Medineliler O’nu ülkelerine bile davet etmişlerdi, acele edilmeliydi. O’nun Mekke’nin dışında taraftar bulması başlarına daha büyük dertler açabilirdi. Aradan geçen 13 yıla rağmen hâlâ aklı başına gelmemişti. Sabrın da bir sonu vardı. Her türlü teklifle gidilmişti kendisine.” Gel başımıza geç bizi yönet” denilmişti, “Ticari konularda önünü açacağız, seni Mekke’nin en zengini yapacağız” denilmişti, “gel seni Mekke’nin en güzel kızıyla evlendirelim denilmişti. O ne demişti: “Güneşi sağ, ayı da sol elime verseniz davamdan yine vaz geçmem!” demişti. Nankörlüğün bu kadarı da fazla değil miydi?

Yılanın başını ezmenin zamanı gelmişti
Nihayet karar verildi: Abdullah’ın oğlu Muhammed öldürülmeliydi. Dar’un-Nedve’den karar böyle çıktı. Kimin tarafından öldürüldüğünün bilinmemesi için veya tek bir aşiretin, kabilenin suçlanmaması için her kabileden bir genç seçildi. Bir gece baskınıyla derdest edilecekti Muhammed.

Baskın basanındır mantığıyla hareket edilerek, Elçi’nin evine ani bir baskın yapıldı. Yeğen Ali karşıladı baskıncıları Muhammed’in odasında. Çılgına döndüler putperestler. Olan olmuştu, Muhammed’i ellerinden kaçırmışlardı. Hemen arama çalışmaları, her yöne arama timleri çıkarıldı. Dağ taş demeden her tarafta birden aranıyordu Muhammed. Hatta Sevr Mağarası’nın önüne kadar geldiler. Alınması gereken bütün tedbirleri aldıktan sonra, sonucu Rabbi’ne bırakan Elçi’yi Rabbi koruma altına almıştı çoktan. Örümcek gelmiş ağını örmüş, güvercin de gelmiş yuvasını yapmıştı. Bu durumda içeriye insan girmiş olamazdı. Böyle düşündüler Putperestler, çaresiz geriye döndüler.

Elçi ve arkadaşı içeride ecel terleri döküyordu. Ya içeriye girerlerse ne olacaktı. Ayakları görülüyordu putperestlerin. Elçi’nin ve yol arkadaşının ne örümceğin ağından ve ne de güvercinin yumurtasından haberleri vardı. Elçi yol arkadaşını teselli ediyordu: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” diyordu.
Dördüncü gün develer dağın eteğine getirilmişti. Abdullah b. Uraykıt’a gereken ödeme yapıldı ve yola devam edildi.

„Onlar sırf, “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavî, Azîz’dir.” (Hac Suresi, 40)

Yüz deve ödül verilecekti
Kureyşliler, Muhammed’i bütün uğraşlarına rağmen bulamayınca şaşkına döndüler. Onu bulana yüz deve vereceklerini vaat ettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandırdı. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her tarafı aramaya başladılar. Her yöne haberciler gönderildi. Süreka bu haberi duyunca düştü yola. Kısa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir’e yetişti. Onlara “bugün seni benden kim kurtarabilir” diye bağırdı. Bağırdı bağırmasına da O Allah’ın Elçisiydi, Rabbi’nin koruması altındaydı Süraka bunu bilmiyordu, birdenbire Süraka’nın atının ön ayakları kuma gömülüverdi. Anlamıştı gerçeği Süraka, akıllı birisiydi, gerçekten o Elçiydi. Özür diledi Muhammed’den ve Müslüman olma isteğini belirtti O’na. Müslüman oldu ve hemen oracıkta katıldı o ikiliye, üçüncü olarak. Ver elini Medine.

Kureyş’in vaat ettiği yüz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Büreyd idi. O da kendi kabilesinden yetmiş atlı ile yola çıkmıştı, Elçiye o da yetişti. Elçiyi görünce karıştı eli ayağına, ne yapacağını bilemedi. Durumu fark eden Elçi yaklaştı ona ve gerçeği anlattı. Büreyd ve yanındakilerin Müslüman olmaktan başka seçenekleri sanki yoktu. Bir türlü toparlayamadılar kendilerini ve nede sonra onlarda topluca Müslüman oldular. Onlar da katıldılar Elçi’ye. Büreyd, Peygamberimizin Medine’ye bayraksız girmesinin uygun olmayacağını düşünerek, başından sarığını çıkardı, mızrağının ucuna bağladı, böylece Medine’ye kadar Peygamberimizin bayraktarlığını yaptı.

Peygamberimizin Mekke’den çıktığını duyan Medine’deki Müslümanlar her gün güneşin doğumundan önce Harra mevkiine çıkıyor ve sıcak bastırıncaya kadar orada bekliyorlardı O’nu. Bir gün Yahudi’nin birisi bir işiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çıkıp etrafı gözetlemeye başlamıştı. Peygamberimizin ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu görünce kendisini tutamayarak heyecanla “ey Arap topluluğu! İşte nasibiniz, devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz geliyor” diyerek avaz çıktığı kadar başladı bağırmaya.

Kimi mü’minler evlerinin damına çıktı, kimi gençler ve kimi hizmetçiler döküldü yollara ve Hep bir ağızdan söylediler sevinç şarkılarını: “Vedâ tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah’a yalvaran oldukça, şükür etmek gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir emir ile geldin bize.” (Semhudî, Vefaü’l-Vefa, I,187, Halebi insanü’l-Uyun, II, 58).

O artık bir Medinelidir. Medine’de yapacağı devrimlerle başlayacaktır dünyanın çehresini değiştirmeye. Söylemleriyle, adalet anlayışıyla, insan hakları konusundaki duyarlı uygulamalarıyla çağa damgasını vuracak olan Adamdır O, O Allah’ın son Elçisi Hz. Muhammed’dir…

Sonuç:
Gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra, tam anlamıyla tevekkül de yapılırsa, Allah o tevekkül sahibini yalnız bırakmayacaktır. O isterse; kuluna yardın için örümceği de görevlendirir, güvercini de…

Devam edecek…

Rüştü Kam

*Sevr mağarası, Hz. Muhammed (s.a.s)’in Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Hz. Ebu Bekir ile birlikte müşriklerden gizlendikleri ve üç gün süreyle kaldıkları mağaradır.
Sevr dağı, Mekke’nin güney tarafında ve 5 km. Uzaklıktadır, zirvesi 739 m dir. Sevr, birçok tepeden oluşan bir dağdır. Bu dağda pek çok irili ufaklı mağara vardır. Bu mağaralar dağın değişik yerlerine dağılmıştır. Mağaranın ön ve arkasında delikleri vardır. Bunlar mağaranın alt kısmındadır. Bu sebeple mağaraya ancak sürünerek veya eğilerek girmek mümkündür. Mağaranın çevresinde, dışarıda dolaşan kimsenin içeriyi görebileceği başka delikler yoktur. Mağara içinde bulunanlar, dışarıda dolaşanların ayaklarını görebilir, fakat dışarıda olanlar mağaranın içindekileri göremezler. Görebilmeleri için eğilip, başlarını ayaklarının hizasına getirmeleri gerekir. Öte yandan Hicret esnasında Sevr mağarasında gizlenmenin bir başka avantajı daha vardı. Hemen dağın eteğinde Âmir b. Füheyre’nin koyunları otlattığı ve geceleri sütünü Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir’e ikram edeceği bir otlak vardı.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.