”SİZCE ÇÖZEBİLİR MİYİZ?”

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Hürriyet yazarı Fatih Çekirge 11 Ekim’deki köşe yazısında Ermeni meselesini ve Talat paşayı hatırlatarak 9 Ekimde ”kızdırıcı ve ateşleyici” bir yazı yazdığını itiraf ediyor ve ekliyor ”Şimdi bir başka Avrupalı Türk’le bir başka konuyu konuşuyorum. Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir’le ”anadilde eğitim” meselesini.” Yani Fatih Çekirge bir başka kızdırıcı ve kışkırtıcı yazısıyla kendi deyimiyle bir ”açılım” daha yapıyor. İlk yazısında olduğu gibi bu yazısında da Berlin’den ve orada büyüyen ve ”yükselen” Türklerden örnekler veriyor. Yazı daha evvelki yazısıyla aynı üslup ve tarzda kaleme alınmış. Geçmişin ezikliğinden ve korkularından başlayan bir kurtuluş serüveni. Ve bunun akabinde yükseliş, güven ve özgürlük ekseninde bir açılım.

Sahi neyin açılımı bu?
Almanya gündemi ile Türkiye gündemi arasında kurulmak istenen bir paralellik. Ve sonuç itibarıyla varılmak istenen nokta: Türkiye siyasetine hakim olan ”Kürt açılımı”. Yahudi soykırımı ile Ermeni meselesinde kurulmak istenen paralelliği burada da görmekteyiz. Kendinin de ifade ettiği gibi bu da ”kızdırıcı ve ateşleyici”, yani kışkırtıcı bir yazı.

Pekâlâ, kim kızdırılıyor, kim ateşleniyor?
Her iki yazısında da kızdırmak istediği grup sanırım belli, ulusalcı kesim. Ya ateşlenmek istenenler? Bu kesim ilk yazısında Ermeniler, ikincisinde Kürtler diyorsanız yanılıyorsunuz. Zira her ikisinde de ateşlenmek ve kışkırtılmak istenen kesim için açıkça adres gösterilmiştir: Avrupa’daki ”yükselen Türkler” örneğinden yola çıkarak hedef tarih bilincinden yoksun bırakılmış ”genç Türkler”. Zira Fatih Çekirge’nin söylemine göre ”korkulardan, şüphelerden uzak bir özgüven var onlarda. Toplumsal uygarlığın bireysel özgürlükten geçtiğini biliyorlar.” İlk yazısında Fatih Akın, ikinci yazısında ise Cem Özdemir toplumsal uygarlığın bireysel özgürlükten geçtiğini bilenler arasında örnek gösterilmekte.

”Neden korkuluyor ki?”
Fatih Çekirge ilk yazısında Fatih Akın’ı konuşturduğu gibi bu seferde aynı ustalıkla Cem Özdemir’i konuşturuyor. ”Neden korkuluyor ki? Bakın bir çocuk anadilini de, resmi dilini de aynı anda öğrenebilir. Bu tamamıyla bir yatırım meselesidir.” Fatih Çekirge, Cem Özdemir’e konuyu açması için ”nasıl yani?” diye soruyor. Cevap: ”Yani kâr görülürse okullara yatırım yapılıyor açılıyor. Bu kadar basit. İspanyolca, İngilizce Kürtçe, Türkçe Almancayla aynı anda eğitim verilebiliyor çocuklara. Anadilde eğitim bu. İnsanın anadilini öğrenmesi engellenebilir mi?” Fatih Çekirge ”Sorun çıkmıyor mu?” diye soruyor. Özdemir: ”Almancayı Türkçeyle birlikte öğrenen Türk asıllı Alman çocuklar terörist mi oluyor? Ayrılıkçı mı oluyor? Anadilini öğreniyor. Resmi dil Almancadır o kadar. Benim babam Çerkez’di. Birlikte çalıştığı arkadaşlarından Kürtçe öğrendi. Zazaca öğrendi. Sonra Almanca öğrendi.”
Burada Özdemir’in Almanya’dan vermiş olduğu örnek tamamen bir anadili öğretimi örneği, asla anadilde eğitim değil. Verilen bu örnek bile Almanya gerçeğini yansıtmıyor. Sayın Özdemir ”fildişi kulesinde” yaşadığı için Almanya’da olup bitenlerden sanırım haberi yoktur. Okul bahçelerinde bile çocuklara kendi aralarında Türkçe konuşma yasağı talebi olduğunu ve konduğunu ve bu tür okulların da ödüllendirildiğini bilmiyordur. Hatta bunun da ötesinde velilere evde çocuklarıyla Almanca konuşmaları için telkinde bulunmakta olduklarını hiç duymamıştır… mı acaba?

Bavyera örneğine bakarsak durum çok daha vahim. Öğretmenlerin tamamen Türk konsoloslukları tarafından istihdam edildikleri halde şehir idareleri anadili dersleri için sınıf tahsis etmiyorlar, edenler ise fahiş kira ücreti talep ediyorlar. Cem Özdemir belki de Türk çocuklarına ve ailelerine uygulanan bu ve benzeri psikolojik baskılardan da haberi yoktur… mu acaba? Aynı Özdemir 2008 yılında FAZ’e vermiş olduğu demeçte şunu söylememiştir. ”Alman devleti temel hak olarak göçmenlerin anadillerini destekleme zorunda değil.” Sahi nerede Cem Özdemir’in bahsettiği ve Fatih Çekirge’nin hayal ettiği özgürlük? Birisi Almanya Türk Toplumu’ndan kopmuş, diğeri ise Almanya Türk Toplumu’nu tanımayan iki kafadar tutmuşlar özgürlükten bahsediyorlar; açılım maçılım derken sanki çelik çomak oynuyorlar. Fatih Çekirge Ermeni meselesinde olduğu gibi bu konuda da ezberden, Almanların dediği gibi mideden (aus dem Bauch) konuşuyor.

Pekâlâ, korkularımızı çözebilir miyiz?
İlk yazısında tarihimizle ”YÜZLEŞEBİLİRMİYİZ?” diye soran Fatih Çekirge bu sefer de Türkiye’de anadilde eğitim meselesini ”ÇÖZEBİLİR MİYİZ?” diye soruyor. Dedik ya gene aynı üslupta kurgulanmış ve hazırlanmış bir senaryo. Bunun gerçekleşmesi için yapılması gereken ise kelime oyunları ile insanların zihnini bulandırmak ve son olarak da ikna aşaması. Dedik ya, Fatih Çekirge’nin kurmuş olduğu paralellik gene insanın kanını donduracak türden. Çocukların dil öğrenme uğruna ölümünden bahsediyor… Sahi hangi ölümden bahsediyorsunuz Fatih Çekirge?
Fatih Çekirge, sürekli bir korku halinde olduğumuzu, hayattan, komunizimden, hatta birbirimizden korktuğumuzun altını çizerek vurguluyor. Korktuğumuz için Ermenistan sınırını kapattığımızı, Suriye sınırına mayın döşediğimizi, Irak sınırına asker yığdığımızı, Ege’yi savaş alanı yaptığımızı vurguluyor. Korktuğumuzdan. ”Koskoca bir ülkenin etrafını korkuyla kuşattık. Kapattık” derken nedenlerini hiç söylemiyor. Ermenistan’ın misakı milli sınırlarımızı tanımadığından, hatta anayasasında Ağrı dağını kendi mülkü olarak gösterdiğinden, Karabağ işgalinden, Hocalı katliamından, Irak ve Suriye sınırından giren PKK teröründen, Yunanistan’ın Ege denizindeki 12 mil ısrarından, Kıbrıs Rum kesiminin referandumda ”hayır” demesinden hiç söz etmiyor.

Karşı tedbir almayacaksın, açılım olsun diye kim ne istiyorsa vereceksin. Hatta açılım olsun diye ellerinde kalaşnikofuyla 34 teröriste çay kahve ikramında, davul zurna eşliğinde devletin savcısıyla, hâkimiyle, valisiyle karşılayacaksın. Onlar bas bas bağırıyor, biz tescilli PKK’lıyız, yani uluslararası tanınmış bir terör örgütü ve pişman da değiliz diye; savcılarımız kulaklarını tıkamış duymazdan geliyor; hakemlerimiz ise ”yaz kızım: pişmanlık nedeniyle tahliyesine…”. Diğer taraftan yazarlar, profesörler, Atatürkçüler haykırıyor ”bizim terörle ilgimiz yok, olamaz; bu güne kadar elimiz kalemden başka bir şey tutmadı” diye; savcılarımız duymazdan geliyor; hakemlerimiz ise: ”yaz kızım, terör örgütü kurma teşebbüsünden tutukluğunun devamına…”. Sahi siz hangi korkudan bahsediyorsunuz sayın Çekirge?

Evet, Fatih Çekirge haklı, Türk milleti tarihinde hiç bu kadar korkmamıştı; emperyalist güçlerin oyunlarından, cemaat entrikalarından, özel hayatın gizliliğinin ihlalinden, laik, maliyenin vergi kıskacından, sosyal ve demokratik Cumhuriyetin yıkılma tehlikesinden… Fatih Çekirge haklı, bahsettiği o ”dikenli tel kafası” Türk insanını korkuttu. Fakat Fatih Çekirge o dikenli telin Türkiye Cumhuriyeti tarafından örülmediğini hiç söylemiyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç bir zaman saldırgan tavır takınmadığını; aksine Mustafa Kemal Atatürk’ün öngördüğü gibi ”yurtda sulh cihanda sulh” politikası izlediğini kendisi de pekâlâ biliyor, fakat maksat ve amaç farklı olduğu için bunlara değinmiyor. Bunlara değinmemesinin bir nedeni mi var?

”Önce zihnimizi açmalıyız.”
Fatih Çekirge vurgulamak istediği mevzuya gene Avrupalı Türkleri örnek göstererek geliyor ”İşte şimdi böyle bakınca Avrupalı kardeşlerimizde görüyorum. Özgüveni görüyorum. Birbirine inanmayı görüyorum. Ve bu yüzden diyorum ki; Resmi dilimiz elbette Türkçedir. Bu ülkenin adı Türkiye’dir. Ama insanların özgürce anadilinde eğitim alabileceği bir Türkiye olmalıdır. Önce zihnimizi açmalıyız. AB’ye girmek için yalnızca müzakere faslı açmak yetmez. Bu uslanmaz korku faslını kapatıp, özgürlük faslını açmadan, hiçbir fasıla geçemeyiz.” Fatih Çekirge burada noktayı koyuyor. Oysa nokta burada konmaz, konamaz ve konmamalı. Zira bu bir başlangıçtır, son değil.

Sonun başlangıcı
Evet, Fatih Çekirge’nin noktayı koymak istediği yer başlangıcın sonudur. Zira anadilde eğitim ile anadili öğretimi arasında dağlar kadar fark vardır ve konuyu beyin sapından değil de daha esaslıca ele almak gereklidir. Almanya’daki Türklerin talebi de anadilinde eğitim değil anadili öğretimidir. Kaldı ki Almanya’da ve birçok Avrupa ülkesinde anadili öğretiminin bile önü tıkanmışken nasıl oluyorda Türkiye’de anadilinde eğitim talebi zorlanıyor? Altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken şudur. Anadilde eğitim talebi ortak dilin tahribine ve birliğin dağılımına yol açabilir. Bu sadece korkulardan ibaret değil, eski Yugoslavya Cumhuriyeti gibi somut örnekleri de vardır. Kaldı ki Türkiye’de sadece Kürtler yaşamıyor. Kürtler gibi diğer etnik gruplara da eşitlik kavramı çerçevesinde benzer hakları vermek gerekir. Sonuç ne olabilir sizce?

Anadilde eğitim temel hak mı?
Kimi sözde aydınların bahsettiği gibi anadilde eğitim hiç bir zaman temel hak olmamıştır. Buna karşılık azınlıklar için anadili öğretimi bir temel hakdır ve tüm dünya ülkeleri de bu temel hakkı korumaları gerekmektedir. Her demokratik ülkede olduğu gibi elbette Türkiye Cumhuriyeti’nde de anadili resmi dilden farklı olan etnik gruplara, imkânlar ölçüsünde ve yeterli sayıda talebin oluştuğu durumlarda seçmeli anadili derslerini müfredata almak devletin görevi olmalıdır.

Yani devletin görevi insanları anadilini öğrenme hakkından mahrum bırakmamak, hatta aktif olarak desteklemesidir. Nasıl ki biz Almanya’da Türkçe için çetin bir mücadele veriyoruz, aynı mücadeleyi başka anadilleri içinde vermeye hazırız. Fakat nasıl ki Almanya’daki Türkler başarılı olmak istiyorlarsa bu ülkenin ortak dilini, yani Almanca’yı öğrenmeleri kaçınılmazdır, hatta olmazsa olmazlardandır; Kürt kökenli Türk vatandaşlarımızda başarılı olmak istiyorlarsa Türkçeyi bilmeleri kaçınılmazdır. Almanlar, Türklerin elli yıldır doğru dürüst Almanca öğrenemedikleri için şikâyetçiler. Pekâlâ, yaklaşık bin yıldır bir arada yaşayan ve hala daha Türkçe konuşamayan Kürt kardeşlerimize ne demeli? Türkler Almanların binde biri kadar ırkçı bir tavır içinde olsalardı bin yıldır Türk sınırı içinde Kürt dili yaşayabilir miydi?

Dil sadece konuşmak için bir araç değil. Dil sadece eğitim almak için de bir araç değil. Dil bunların ötesinde insanları birbirleriyle kaynaştırma unsurudur. Dil aynı zamanda kültürün, inançların, değerlerin, duyguların taşıyıcısıdır. Yaşadığımız ülkede insanlarla kaynaşmak, birleşmek niyetindeysek eğer elbette birincil hedef ülke diline hâkim olmamız kaçınılmazdır.

Sonuç itibarıyla anadili öğretiminde sorun yoktur ve olmamalıdır. Bunun için hepimiz nerede olursak olalım ve kime karşı olursa olsun mücadelesini verelim. Türkiye’de anadili öğretimi için Kürtçe dil kursları, üniversitelerde Kürdoloji Enstitüleri açıldı ve açılmakta. Bunun karşılığında üniversitelerden İnkılâp ve Türk dili derslerini kaldırma teşebbüsleri bile var. Pekâlâ, bunu nasıl çözeceğiz? Zira birisi getirilirken diğeri götürülmek üzere. Sizce çözebilir miyiz?

Dr. Ali Sak

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.