SİYERİ FARKLI OKUMAK

ABONE OL
18:08 - 01/10/2020 18:08
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

SİYERİ FARKLI OKUMAK
 
TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ’NİN 8. EĞİTİM KAMPI (III/3)/ SİYERİ FARKLI OKUMAK/ PROF. DR. MEHMET AZİMLİ İLE
 
-“…Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran…”- (Enfal 56-58)
 
Rüştü Kam
 
Mekke dönemi
 
Peygamberimiz Mekke’de ilk vahyi aldı. İlk vahyin Hira Mağarası’nda geldiğini söyleyenler olduğu gibi Cirane Mescidi’nde geldiğini söyleyenlerde vardır.
İlk vahiy hakkında ihtilaflı rivayetler var. Bazılarına göre Alak Suresi’nin ilk ayetleridir, bazılarına göre de Fatiha Suresidir. Ben Fatiha Suresi’nin ilk vahiy olduğu konusundaki rivayetlere itibar ediyorum. Peygamberimiz ilk vahyi alınca, meseleyi tam anlayamadı, hatta bocaladığını söyleyebiliriz. Aşkın bir varlıkla irtibata geçmek nasıl bir şeydir bilemiyoruz, ama çok sıkıntılılar çektiğini biliyoruz. Hz. Aişe “Vahiy alırken en soğuk günde bile onun alnı terlerdi” diyor. Bir ara vahyin kesildiği dönem var. Biraz zaman geçtikten sonra, aldığı emirle açıktan tebliğe başladı ve en yakınındaki insanlara durumu açıkladı. Mekke dönemi 13 yıl sürmüştür ve oldukça sıkıntılı geçmiştir.
 
İlk Müslüman kimdir?
 
Bu konuda da bir tartışma var. İlk Müslüman Ali midir yoksa Ebubekir midir? Sünniler ‘Ebubekir’dir’ diyor, Aleviler ‘Ali’. Bunlarla ilgili kitaplar yazıyorlar, ciltler dolusu rivayetler uyduruyorlar. Önce Ali olsa ne olur, Ebubekir olsa ne olur? Ali evin içinde olduğu için önce Müslüman olmuş olabilir, bundan doğal ne olabilir ki? Ama Ebubekir de Müslümanlığını ilk ilan edendir. Ali belki babasından korktuğu için Müslüman olduğunu ilan edememiştir. Bunlar mesele edilecek şeyler değildir. İşi Fenerbahçe-Galatasaray taraftarlığına dönüştürmeye gerek yoktur. Aslında ilk Müslüman olan Zeyd’dir, azatlı bir köle. Onu insan yerine koymadıkları için Müslümanlığını söylemiyorlar. Hatice de var. Hatta bu zamanda Peygamberimiz’e çok destek olduğunu da biliyoruz. Peygamber’i amcası Varaka’yla görüştürmesi vs.
Bu arada saçma sapan yığınla hikâye uydurulmuştur. Güya Peygamberimiz kendisine gelenin melek mi şeytan mı olduğundan şüphelenmiştir, eşi Hatice’ye açılmıştır, o da demiş ki: “Şeytan mıdır melek midir bilmediğin o varlık geldiğinde bana söyle”. Bir gün Cebrail gelince, Peygamberimiz hemen Hatice’ye; “Şimdi geldi” demiş. Hatice de alel acele başından örtüsünü çıkarıvermiş ve Peygamberimiz’e; “O varlık şimdi gitmezse, durursa şeytandır, değilse melektir” demiş,  test etmiş.
Böyle saçma bir şey olur mu? Eğer bir kadın saçını açtığında melek gelmiyorsa o zaman her türlü haltı işleyebiliriz, çünkü o zaman sağımızdaki solumuzdaki melekler gelmiyor demektir. Türkiye’de başörtüsü yasağı olduğu zamanlarda da, başörtüsünü savunmak için  bu örneği kullanmışlardı Müslümanlar. 
 
Siyer’e siyaset bulaşmıştır
 
Mesela başörtüsü mücadelesi sırasında yine çokça anlatılan bir hikâye daha vardır. Benu Kaynukalılar başörtülü bir kadına saldırmışlar, başından başörtüsünü çekip almışlardır.  Bu olay savaş sebebi sayılmış ve Peygamberimiz “Namus elden gidiyor!” diye Benu Kaynuka’ya savaş açmıştır ve onları Medine’den sürmüştür.  O zamanlar İhsan Süreyya Sırma yazmıştı bunları. “İslâm’da ilk savaş ilanı başörtüsü yüzündendir” diye anlatmıştı.  Çok sloganik laflar bunlar. Kaynukalı Yahudilerle hiç alakası olmayan şeyler, uydurma rivayetler bunlar.  Yahudiler böyle bir şey yapmamıştır, 40 sene önce Mekke’de Ukaz Panayırı’nda meydana gelen bir olayı siyerciler almışlar olayın faillerini değiştirerek 40 sene sonraya kopyala-yapıştır yapmışlardır.
 
İşin aslı şöyledir: Medine’den ilk sürgün edilen kavim Beni Kaynuka’dır. Onlar Yahudilerin en zenginleri ve en azgınlarıydılar. Peygamberimiz onlara hiç güvenmiyordu. Müslümanların Medine’den atılması gerektiğiyle ilgili konuşmaları peygamberimizin kulağına geliyordu. Bedir savaşında Müslümanların mağlup olacaklarına olan inançları tamdı. Aksi olunca huzurları kaçtı ve kendileri planlar kurmaya başladılar. Peygamberimiz onların planlarından haberdardı. İç savaş tehlikesi kapıya gelmiş dayanmıştı. Uhud’dan bir yıl önce, (Mayıs 624) Hz. Peygamber onların çarşısına gitti ve onlara nasihat etti. Onları yaptıkları kötülüklerden vazgeçirmeye, sözleşmeye uymaya davet etti. “Kureyş’in başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” diye uyardı. Onlar diklendiler, “Kureyş savaşmayı bilmez, tecrübesizdir, bizi Kureyş sanma, bizimle savaşırsan bunu anlarsın” diyerek meydan okudular.
Peygamberimiz de Allah’ın buyruğunu esas alarak onlarla olan antlaşmayı bozdu.Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran.” (Enfal 56)  ve  700 kişilik bir askeri güçle onları kuşattı. Hazreç’den Abdullah b. Ubey onların eskiden müttefikiydi, onlar için sürekli iyi muamele istedi. Ubade b Samit de onlarla dosttu ama o “Ben onlardan beriyim” dedi ve onları sahiplenmedi. Maide Suresi 51. Ayetin bu gelişmeler üzerine inzal edildiği söylendi: “… sizden kim onlarla dost olursa o da onlardandır…”
Kuşatma on beş gün kadar sürdü. Sonunda Hz. Peygamber’in vereceği karara ve sonuçlarına razı oldular. Abdullah b. Übeyy Hz. Peygamber’den onların yurtdışı edilmelerini istedi. Neticede onlar Suriye bölgesindeki Izreât’a sürüldüler. 300’ü zırhlı olan bu insanların tamamı 700 kişiydiler. Bu olay, Hicrî ikinci yılın Şevval ayında olmuştu. Eğer Benu Kaynukalılarla ilgili tedbir önceden alınmasaydı; Uhud Savaşı’nda Müslümanları arkadan kuşatırlar ve savaşın seyrini değiştirirlerdi.
 
Benu Kureyzalılar
 
Bir de  Benu Kureyzalılar var.  Kendileriyle Hendek Savaşı öncesinde bir anlaşma yapılmıştır ve onlar bu anlaşmayı bozmuşlardır. Anlaşma yapılanlarla ne yapılması gerektiğini anlatan ayet çok açıktır, Peygamber bu ayetin hükmünü yerine getirmiştir. Aynı hüküm Tevrat’ta da vardır ve Peygamberimiz “Ben bu kararımı Tevrat’ın buyruğuna dayanarak da yapıyorum.” demiştir. Anlaşma yaptığın kimseler, sonucundan sakınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar. Savaşta onları yakalarsan, arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et. Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hainleri sevmez.”(Enfal 56-58)
 
Hendek savaşı için Peygamber Mekkelilerin geleceği tarafa 5 kilometrelik bir hendek kazdırdı. Bütün askeri yığınağını da oraya yaptı. Arka tarafa ise kadınlar ve çocukları koydu. Kureyzalılar bizim dostumuz, onlar bize ihanet etmez, anlaşmamız var onlarla diye düşünüyordu. Mekkeliler ummadıkları şekilde Hendeklerle karşılaşınca şoke oldular. Benu Kureyzalılarla Peygamber’in öldürülmesi konusunda anlaştılar, onlar Mekkelilere yol verecekler, Mekkeliler de Peygamber’i öldürecek, böylece onlar da kurtulacaklar, Kureyzalılar da. Anlaşma böyle. Mekkeliler Kureyzalıların bulundukları yerden içeriye girmek için yöneldiler. 10.000 kişilik donanımlı bir ordu ve karşısında 300 silahlı kişiyle direnen bir Peygamber var. Mekkeliler oradan girebilselerdi sonuç oldukça vahim olurdu. Bugün Müslümanlıktan bahsedilemezdi.  Kur’an durumun vahametini dehşetli bir şekilde anlatır. Beni çok etkileyen ayetlerdir bunlar: “Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler korkudan yerinden fırlamış, yürekler gırtlağınıza gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz.” (Ahzab Suresi, 10)
Hendek Savaşı böyle bir savaştır, o savaşa katılan sahabelerin korkusunu anlatıyor bu ayet. Müslümanların o durumdaki halini düşünün. Peygamber’in yanında 300 kişi kalmış. Karşısında 10 bin kişilik donanımlı bir ordu var. O sırada Benu Kureyza Yahudileri Mekkelilere Gelin buradan girin.” diyor. Bu fiili durumun vahametini görmezden gelerek olayı düşmanlıkla izah etmeye kalkmak Hendek Savaşı’nı anlamamak olur.
 
Ve savaş bittikten sonra Peygamberimiz’in emriyle Benu Kureyza kuşatıldı.  Peygamber’e başka yol bırakmadılar. Kureyzalılara uygulanan bu hükmün adil olup olmadığı konusu devamlı tartışılmış ve bu konu Hz. Peygamber’e karşı kullanılan olaylardan birisi haline gelmiştir. Bunun bir katliam olduğu değişik boyutlarda ifade edilmiştir.  Kimi araştırmacılar Kureyza ile yapılan anlaşmanın kesin olup olmadığını bile yazmışlardır. Bunlar Müslüman yazarlardır. Bunların aksine meseleyi olduğu gibi gören, Peygamber’in bu işe mecbur kaldığını ve dolayısıyla Peygamber’in haklılığını savunan müsteşrikler de vardır. Montgomery Watt bu müsteşriklerden biridir. Watt der ki: “Bazı batılı yazarlar bu cezayı gaddarca buluyorlar ve Muhammed’e saldırıyorlar, hâlbuki o günkü örfe göre Araplar da birbirlerine böyle davranıyorlardı, bunda ayıplanacak bir durum yoktur. Esasen Muhammed’in Yahudilere yönelik özel bir tavrı yoktur, düşmanlığı yoktur, bu olaydan sonra da birçok Yahudi, İslâm toplumlarında rahatça yaşayabilmiştir.”
 
Üstelik Peygamber cezayı mesnetsiz, hukuksuz, şahitsiz yapmadı, Tevrat’a göre ceza verdi. Tevrat’a göre ihanetin cezası “erkeklerin öldürülmesidir.” Mekkelilerle anlaşma yapılırken karşı çıkanlar, ‘Muhammed’e ihanet etmeyelim.’ diyenler öldürülmedi. Bizzat bu ihanetin içinde bulunan ve ihaneti teşvik edenler, hatta Mekkelilerle birlikte olup Müslümanlarla savaşanlar öldürüldü. Bundan doğal başka ne olabilir. Bizim siyercilerin, tarihçilerin ‘Yok şöyle olmamıştır da böyle olmuştur…’ şeklinde özür dilemeci bir yaklaşımları var. Çok yanlış bir yaklaşım. Adalet müessesini dinamitleyen bir yaklaşımdır bu. Onlar başarılı olsalardı binlerce Müslümanın başı kesilecekti. Böylesine devasa bir boyutu olan konuyu düşmanlığa indirgemek ahmakça veya düşmanca bir yaklaşımdır. Burada bir ihanet vardır, hainlere hak ettikleri ceza da verilmiştir. Hem de Tevrat’a göre. (Tesniye 20/10-15)
 
Bu cezaya o günün Kureyzalıları bile itiraz etmezken bizim Siyercilere ne oluyor? diye sormak gerekir. Hz. Peygamber o dönemde bile hiçbir kabile şefi tarafından kınanmamıştır. Reinhart Pieter Anne Dozy’nin deyimiyle; “Hz. Peygamber’e burada bir suç izafe etmek mümkün değildir.”(Dozy 78)
Müslümanlarda antisemitizm hiçbir tarihte olmamıştır, olmaz da. Hristiyanlardan darbe gören Yahudiler hep Müslümanlara sığınmış, onların koruması altında yaşamışlardır. Kureyza Yahudilerinin ihanetini antisemitizm olarak anlatmak doğru değildir. Bu yanlış bir şeydir. Kur’an insanların Allah nezdinde eşit olduğunu söyler.
 
Abartılı rivayetler
 
Hendek Savaşı sırasında anlatılan bazı abartılı rivayetler de mevcuttur:  “Peygamber Kureyzalıları cezalandırmak üzere giderken Hz. Peygamber’in evine Cebrail atıyla birlikte inmiş ve bindiği atın üzerinde dikkati çekecek güzellikte bir kadife varmış, gözleri kamaştırıyormuş…(İbn Hişam, VI, 222.)
Hz. Aişe Cebrail’i kapı aralığından görmüş, o ne ihtişammış öyle…( Belazuri, I, 415.)
Ve Cebrail Dihye b. Halife’nin suretinde Müslüman ordusunu düzene sokmuş (Vakıdi, 499) Sahabeler Cebrail’i, Kureyzalılara doğru giderken atının ayaklarından çıkan kıvılcımlardan fark etmişler, ortalık öylesine toz dumana katılmış ki, önceleri böyle bir olaya şahit olmamışlar,” (İbn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kübra, Beyrut, 1985, II, 76) gibi, olayı mecrasından çıkartan abartılarla süslü anlatımlar bulunmaktadır. Bu rivayetlerin arasında çelişkiler de vardır. Rivayetlerin kimisinde Cebrail Dihye suretinde, kimisinde kendi suretinde veya başka bir insan suretinde gözüküyor. Benu Kureyza kuşatması da böylelikle Cebrail tarafından yapılmış oluyor… Hz. Peygamber’in insan olarak, devlet başkanı olarak, ordu komutanı olarak, lider olarak yaptığı planlar, çalışmalar her defasında nedense göz ardı ediliyor.
 
Habeşistan hicreti
 
Hz.Ebubekir’in Müslüman olur olmaz yoğun bir şekilde davet çalışmalarına başladığını görüyoruz, hatta Peygamber’den daha çok çalışıyor desek abartılı olmaz. Çünkü halk tarafından tanınan birisidir. İlk Müslümanlar olarak saydığımız yığınla insanın Müslümanlaşmasına sebep olan kişidir. Vahyin ilk yıllarında, ilk 4 yıl diyebiliriz; Müşrikler Müslümanlara dokunmuyorlardı, Müslümanları o kadar önemsemiyorlardı. Bu bir hevestir gelir geçer diye düşünüyorlardı. Gizli davet diye anlatılan hikâyeler işe biraz gizem katmak için uydurulmuştur. 10 bin nüfuslu Mekke’de bir şeyin gizli kalması mümkün değildir. Aldırmıyorlardı ama bu yeni dinin mensupları her gün biraz daha çoğalıyordu ve  her önlerine gelene açıktan açığa dinlerini anlatmakta sakınca görmedikleri için, cesaretlerinde ve sayılarında hatırı sayılır miktarda çoğalmamalar başlamıştı.
 
İşkence dönemi
 
Bu durum Müşriklerin gözünden kaçmadı. Müslümanlar daha fazla taraftar toplamadan nefeslerini kesmek lazım diye düşünmelerine vesile oldu. İşkence dönemini başladı. Ağır işkenceler yapılıyordu. Peygamber de fazla bir şey yapamıyordu, kölelik sistemi vardı, sahibi isterse kölesini öldürebilirdi, kimse ona bir şey yapamazdı. ”Benim malımdır ona karışamazsın.” der ve işin içinden çıkardı. O dönemin insanı, köleyi hayvan gibi düşünüyor, “Hayvanımı istersem döverim, istersem keserim sana ne?” diyordu. Ortaçağ’dan bahsediyoruz. Engizisyon mahkemelerinin çağından. İnsanların derilerinin yüzüldüğü çağdan…
Bir müddet sonra işkenceler dayanılmaz hale gelince Peygamberimiz Müslümanlara Habeşistan’a göç etmeleri gerektiğini söyledi. Birinci grup gidiyor, ama bir müddet sonra geriye dönüyorlar; çünkü Ömer’in ve Hamza’nın Müslüman olduğuna dair bilgiler geliyor kendilerine. İşkencelerin dozu artırılınca, dayanılmaz hale gelip ölümler başlayınca 14 yıl sürecek ikinci Habeşistan Hicreti gerçekleşiyor. Peygamberliğin 7. yılıdır (Milâdî 616)
Peygamber’in amcası Ebû Talib’in oğlu Cafer‘in başkanlığında Habeş ülkesine doğru yola çıkan ikinci kafile de, 10’u kadın 92 kişi vardır. (İbni Hişâm, Sîre, 1/345-346)
Müslümanlar orada Habeş Kral’ı Necaşi’nin himayesi altında Hayber’in fethine kadar kaldılar. Hayber fethedilince, artık Medine’de kalış kesinleştiği için Habeşistan’dan Medine’ye onlar da hicret ettiler.
 
Boykot dönemi
 
İşkencelerle Müslümanlaşmanın önünü alamayan Müşrikler, yedinci yıldan itibaren boykota başladılar. İslâm’ın gelişinin yedinci yılında başlayan ve onuncu yılında sona eren “Boykot” uygulaması (ambargo), Hz. Peygamber ve onu savunan akrabaları Haşimoğullarına yapılan ilginç bir baskı yöntemidir. Habeşistan’da Müslümanlara saygı duyulup ikramlar yapılmasını kabullenemeyen Mekkeliler, işi kökten halletmek üzere toplandılar ve Haşimoğulları’ndan, Hz. Peygamber’in öldürülmek üzere kendilerine teslim edilmesini istediler. Fakat onların bu isteklerine Haşimîler çok sert tepki gösterince, farklı bir baskı metodu denemeye karar verdiler. Bu metot, Hz. Peygamber’i kendilerine teslim etmeyen Haşim oğullarına toplumsal baskı oluşturmak için uygulanacak olan boykot (toplumsal ambargo) kararı idi. Boykot bütün Müslümanlara uygulanmadı, sadece Haşimoğlularına uygulandı. Açlıktan ölen insanlar oldu boykot süresince. “Haşim oğullarının barış teklifini kabul etmemek, onlara acımamak, kız alıp-vermemek, mal alıp-satmamak, konuşmamak, görüşmemek, evlerine girmemek” üzere anlaştılar ve bu sözleşmeyi bir sahifeye yazarak mühürlediler. Sözlerinden caymamak için de bu sahifeyi Kâbe duvarına astılar. Mekke çevresindeki Araplardan oluşan geleneksel müttefikleri olan Ehabişleri de bu anlaşmaya katarak işi büyüttüler.
 
Üç sene sonra, beş insaf sahibi müşrik tarafından boykot kırılınca Müslümanlar artık Mekke’de kalamayacaklarını iyice anladılar. Ve peygamberimiz kendisine yurt aramaya başladı. Önce Taif’e gitti, oradan eli boş dönünce, Mekke’ye hac ve ticaret için gelen kabilelerin çadırlarına girip onlarla konuşmaya başladı. Artık davet üslubu da değişmişti: “Kendisini ve davetini” sahiplenecek bir merkez arıyordu. Boykot Müslümanların Mekke’yi terk edişin önemli sebeplerinden biridir.
Peygamber vefalı bir insandı. Kendisine yapılan iyilikleri hiçbir zaman unutmadı. Taif dönüşü kendisine kefil olarak Mekke’ye girmesine yardımcı olan ve de boykot sırasında zaman zaman boykotu delerek oradaki insanlara yiyecek ve su gönderen Müşrik Mutim b. Adiy’i, Zema b. Esved’i, boykot sırasında oraya giden yardımları engellemeye çalışan Ebu Cehil’i, Kâbe’de döven Ebul Buhteri’yi hiçbir zaman unutmamış, her zaman onların önünde saygı ile eğilmiştir. Bedir Savaşı’nda, Uhud Savaşı’nda sahabelerine “Bu isimlerle karşılaşırsanız sakın onları öldürmeyin!” diye tembih etmiştir.
 
Şakku’l-Kamer
 
Boykot sırasında gerçekleştiği söylenen bir rivayet vardır. Güya Peygamberimiz Müşrikleri bir araya toplamış ve onlara Allah’ın bir olduğunu anlatmak istemiş, peygamber olduğunu ispatlamak için de elini uzatmış, ay ikiye bölünüvermiş, büyük bir mucize diye siyer kitaplarında anlatılır bu olay. Ayet delili de kullanırlar mucizeyi ispatlamak için. Eğer Peygamber mucize getirmiş olsaydı, gücü mucize göstermeye yetseydi en büyüğü bu olurdu gerçekten. Çok ilginçtir, boykot döneminde insanlar açlıktan ölürken nedense onların açlığına, susuzluğuna çare olacak olan bir mucize gerçekleşmiyor, gökten bir sofra inmiyor, Peygamber’in parmaklarının arasından sular şarıl şarıl akmıyor da “mucize olarak  ay ikiye ayrılıyor…,”
İlk kaynakların hiçbirinde bu olaydan bahsedilmiyor zaten. Üçüncü asırdan sonraki kaynaklarda görülüyor bu konudaki rivayetler…
Devam edecek

 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.