SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE BAŞAR ŞEN

ABONE OL
18:18 - 01/10/2020 18:18
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE BAŞAR ŞEN 


STK (Sivil Toplum Kuruluşları)

Sivil toplum Kuruluşları (STK) ne kadar fazla olursa, organize olan insan sayısı da o kadar fazla olur. STK lerin fazlalığından şikayetçi olanlar vardır, birliğe mani olarak görünür. Bu düşünce yanlıştır. Sıkıntı sivil toplum kuruluşlarının fazlalığında değil, bu kuruluşların zaman zaman bir araya gelerek problemlerini konuşamamalarında, bir araya geldikleri zaman da içi boş konuşmalarla zamanı boşa harcamalarındadır. 
TC Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen 15 Aralık 2014 tarihinde STK leri Türk Evi’nde bir araya getirdi. Burada yaptığı  konuşmada bütün olumsuzluklara rağmen, “Mümkün olduğunca toplumumuzun örgütlenmesini, vatandaşlarımızın en az bir sivil toplum kuruluşunda aktif şekilde faaliyette bulunmasını istiyorum” dedi. Organize olmamış insanımızın kalmaması gerektiğinin altını çizdi. 

Sayın Şen, iki sene önce geldiğinde de STK’leri toplamış ve  “Ben sizden biriyim, hepinizi tek tek ziyaret edeceğim’ demişti, dediğini de yaptı. Sayın Şen’den bu açıdan şikâyetçi olan kimsenin olmaması gerekir. 
Şen ezber bozan bir diplomat, bir şeyler yapma peşinde, koşuyor, terliyor, halkla birlikte olmanın gayreti içinde. 

Eksik olan çalışma bizlerde. İki sene sonra yapılan bu toplantıda konuşulanlarla, iki sene önce yapılan konuşmaları karşılaştırma imkânı olsa şaşırtıcı sonuçlar elde edilecektir. Konuşan insanlarla konuşulanlar arasında fazla fark olmadığı görülecektir. 

Her toplantıda başa sarıyoruz. Toplumun sorunları dile getirilmiyor. Konuşanlar kendilerine oynuyorlar. Mesela bu son toplantıyı ele alacak olursak: Sayın Şen, toplantının seyriyle ilgili bir kural koydu, önce sorunlar dile getirilecek, arkasından da dernekler kendilerini tanıtacaklardı. Söz STK temsilcilerine geçince kural bozuldu. Bazı temsilciler, 2015 seçimleri hakkında konuşurken bazı temsilciler kendi reklamlarını yapmayı tercih ettiler. Bazıları da birbirlerine dışarıda yapamadıkları teşekkürü burada yaparak körlerle sağırları oynadılar. Dışarda birbirlerine teşekkür edecek fırsatı bulamamış olmalılar ki, bu toplantıda teşekkürleşmeyi yeğlediler. “Ay canııım, falan…”

Bazıları yeni başkan olmuş onu anlattı, bazıları Mevlâna’dan girdi yola, Berlin’den Türk Evi’nden çıkıverdi sahneye. Uluslararası Alevi Dernekleri Federasyonu’nun açıldığı haberini bile bu toplantıda aldık. Konser reklamı yapanlar bile vardı. 

Dresden’de her Pazartesi yapılan Müslüman karşıtı yürüyüşler, IŞİD ve Selefi propagandaları ve bunlara bağlı olarak meydana getirilen İslamofobi gündeme gelmedi.

Yani Şimdi ne yapsın Sayın Şen. Yapılacak bir şey yoktu. O da onu yaptı. “Karnınız acıkmıştır sizin haydi yemeğe” diyerek kibarca toplantıyı kapatıverdi. 

Dini cemaatlerin dışındaki sivil toplum kuruluşları islâmofobi bizi ilgilendirmez diyebilir. Onlar biz ilgilendirmez deseler de bir gün gelecek, kendilerini ilgilendirdiğini göreceklerdir. 

Kıssadan hisse:

İkinci Dünya Savaşı sırasında bir kilisede rahip olarak görev yapan Pastör Nie Moeller de beni ilgilendirmez diye düşünmüştü. Sonun da kendini ilgilendirdiğini gördü ve şunları yazdı bir gece bütün olanlardan sonra:
Önce Yahudiler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben Yahudi değildim
Sonra komünistler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra benim için geldiler
Ve artık sesimi duyacak kimse kalmamıştı…


RBB(Rundfunk, Berlin Brandenburg)


Bir gün sonra da RBB’nin yabancılar temsilcisi seçimleri vardı. Salon dolu. Belki ilk defa doluyor RBB seçimlerinde salon. Dört tane aday var. İkisi Türkiyeli. Biri Afrikalı ve biri de Uzak Doğu’dan. Adaylara söz verildi, 10 dakika içinde kendilerini tanıtacaklar ve neler yapmak istediklerini ve niçin seçilmek istediklerini anlatacaklar. 

Afrika’lı bayan Balle Moudoumbou  4 lisan biliyor. Üniversite mezunu ve hâlihazırda RBB yönetiminde bulunuyor. Seçilirse yeniden görevine devam edecek, seçilemezse o koltuktan ayrılacak. Geçen dönemde yaptıkları çalışmaları anlattı, daha neler yapılması gerekiyor onları da sıraladı. Kendisini seçersek memnun olacağını söyledi. Duvara yansıtılan hayat hikâyesinde de bile bir ciddiyet var. 

Suat Bakır 12 sene RBB yönetiminde bulunmuş. Deneyimli bir aday. Hırslı görünüyor. O da Üniversite mezunu. 3 lisan biliyor. Şu anda IHK’da çalışıyor. Seçilmeyi ümit ettiğini söyledi.

Dr. Kien Nghi Ha, Üniversite mezunu, üç lisan biliyor. Politika okumuş. İddialı bir genç. Seçilmesi durumunda bilhassa yabancı düşmanlığı konusunda mücadele edeceğine vurgu yaptı. 

Hasan Akyol, kendisine verilen sürenin yaklaşık 3 dakikasını kullandı.  Almanya Türk Televizyonu (TFD) ndaki  deneyiminden bahsetti. Meslek yapmış. Bir markette yöneticilik yapıyor.
“Seni kimler destekliyor” sorusuna, cevaben, “TGB, İGMG, BAREX, İSLÂM KÜLTÜR MERKEZLERİ ve DİTİB” cevabını verdi. Böbürlendi. Ve ben seçileceğim diyerek şımarık bir kabadayı profili çizdi. Bu tavrı hiç de hoş değildi.

Seçim oldu, bitti. Sandık açıldı: Hasan Akyol 49, Suat Bakır 10, Balle Moudoumbou 8, Dr. Kien Nghi Ha 2 oy aldılar. 

Ben seçim sonucuna şahsen sevinemedim. Hatta üzüldüm desem yalan olmaz. Üzüntüm, Hasan Akyol’un seçilmesinden dolayı değildir. Hasan Akyol iyi bir insandır, benim de sevdiğim bir insandır. Sözlerimin muhatabı o değildir. Onun iyi niyetini istismar ederek, her fırsatta onu kullanmaya çalışanlardır. 
İslâm Federasyonu’na başkan seçilecek, Hasan Akyol. Milli Görüş Berlin Bölgesi’ne başkan seçilecek Hasan Akyol,  İslâm Vakfı’na başkan seçilecek Hasan Akyol, RBB ye üye seçilecek Hasan Akyol. Allah selamet versin. Sadakat önemlidir elbet, ancak ehliyet daha önemli değil midir? “Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” [Nisa 58] Buyruğu Allah’ın buyruğu değil midir? 


Hasan Akyol’u aday gösterenler ve destekleyenler dini cemaatler değil midir? Allah ne diyor onlar neler yapıyor? Benim tanıdığım Hasan da bu açıklamalarımdan dolayı bana hak verecektir.   
Türkiyelileri temsil eden çatı kuruluşları aşağı yukarı oradaydılar. Bir araya gelmeleri, birlikte hareket etmeleri sevindiricidir. Türkiyeliler bir araya geliyorlar ve birbirlerini destekliyorlar diye sevinmemek mümkün mü? Birlik ve beraberlik çağrısını yazılarımda her fırsatta dile getiren birisiyim ben. Ancak hatır için yazı yazmak ve konuşmak bana yakışmaz. Bir yerde yanlış varsa onu söylemek benim görevimdir. Bu görevi bana Allah vermiştir. 

Sevgili Hasan kardeşim hariç, oradaki 3 aday işin ehli olan adaylardı. Toplantıda hazır bulunan dini cemaatlerin çatı kuruluşları, o üç aday ayarında bir aday bulamadılar mı gerçekten.  RBB gibi bir kurumun denetleme kuruluna aday gösterilen kişi, ehil olduğu için seçilseydi güzel olmaz mıydı?  O zaman hak ettiği için seçildi desek ve övgümüzle onun yanında olsak olmaz mıydı? Ehil olmadığı halde çoğunluğun desteğiyle seçileceğine. 

Madem bir araya geldiniz, dört sene boyunca orada Türkiyelileri, Müslümanları, yabancıları temsil edecek olan kişi, üniversite mezunu, kültürlü, giyimiyle kuşamıyla temsil kabiliyeti olan birisi olsaydı daha güzel olmaz mıydı? 

4 senede yapılan yıkımlar 14 senede tamir edilemiyor. Bunların örnekleri önümüzde duruyor. Her gün geçmişte yapılan yanlışlıkları düzeltmek için uğraşıyoruz. Biz öyle değiliz böyleyiz demekten yorulduk, dizlerimizde derman kalmadı. Hep konuşuyoruz. İşimizle, kişiliğimizle, kimliğimizle, aile yaşantımızla, dinimizle örnek olamıyoruz. Çok uzağa gitmeye gerek yoktur: “İşte RBB seçimleri.” 
Hocalarımız kürsülerde, “işi ehline verin” ayetini devamlı okuyorlar. Kürsüde başka, seçim sandığında başka olmak, ne kadar da inandırıcıdır dersiniz? Alman’ı bir kenara bırakın, Müslümanlar ne kadar güvenir bize? Yanlış şartlanmalara vesile olmaktansa, o  çalışmaları hiç yapmamak daha hayırlıdır. 

Yazımı bir hikaye ile sonlandırayım

1593 yılında Kadırga’nın Cinci Meydanı ile Küçük Ayasofya Camii arasındaki bir evde bir çocuk dünyaya gelir. Adını Mustafa koyar babası. Çocukluğu refah içinde geçmiştir. Beş yaşında iken Küçük Ayasofya Camii yanındaki mahalle mektebinde hafızlık eğitimine başlamıştır.  Sonra da Beyazıt Medresesi’ne devam etmiştir. 
Daha sonraları, Kumkapı’daki Agop’un Meyhanesi’nin başlıca müdavimleri arasına karışır. Bundan sonra da Bekri Mustafa adıyla anılmaya başlar. 

Bir gün Ayasofya Camii’nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’ya namazı kıldırmasını söylerler. ‘Yok ben hoca değilim.’ dese de dinlemezler ve zorla öne geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve cenazenin kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat cenazeye ne söylediğini merak eder. Israrla söylemesini isterler.

Bekri Mustafa cevap verir: “Dedim ki ona, sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun ya. Sana orada soracaklar, yukarda ne var yok diye. De ki onlara; Bekri Mustafa Ayasofya Camii’ne imam oldu. Onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar.” 

Bizim STK lere bakanlar bizim ne halde olduğumuzu anlıyorlar zaten. Sonra da bize “manav” dedi diye kızıyoruz…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.