ŞİİR DÜNYASI -III-

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Yazımızın birinci ve ikinci bölümünde şiir ve serbest şiir hakkında genel bilgiler vermeye çalışmış ve eşliğinde önerilerde bulunmuştum. Bugün ise iki bölümden oluşacak olan ölçülü şiirler hakkında açıklamaların birinci bölümünü sunmaya çalışacağım.

Yeni bölüme geçmeden önce değerli okuyucularımın bu yazı dizisine göstermiş oldukları yakın ilgiye teşekkür etmek ve bu vesileyle küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Bu yazıları kaleme alırken hiçbir zaman aklımdan, birilerini öğrenci yerine koyarak onlara ders vermek gibi bir düşünce geçmedi. Birinci bölümde de belirttiğim gibi sadece beklentiler doğrultusunda, bir muhabbet havası içerisinde bir şeyler aktarmak istedim. Şiir konusunda keskin hatlar ortaya koyarak birilerini eleştirmek, yaptıklarının yanlış olduğunu söylemek ve yanlışlarını yüzüne vurmak gibi bir üslûba bürünmek bize yakışmaz. Herkesin şairliği kendisine. Bizim derdimiz bu konuya ilgi duyanlara, bizden bu konuda beklentileri olanlara kendi çapımızda yol gösterebilmek. Nasıl ki herkes kendi yolunu belirleyerek istediği şekilde gitme konusunda özgürse, şiirde de aynı şey söz konusudur. Bu yolun sonunda da şairin kendine özgü bir yansıması görülecektir. İyi, ya da kötü; fark etmez, sonuç olarak mutlaka bir yansıma olacaktır. Önemli olan “iyi” ve “güzel” kavramlarını özündekini hak edebilmektir. Bir saman alevi gibi parlayıp yok olmayı kim ister?

Usta bir şaire sormuşlar “Üstad, bu şiirde ne anlatmaya çalıştın?” Üstad, kaşlarını hafiften çatarak şöyle bir bakmış ve “Yazmışım işte, o an ne düşündüğümü ne yapacaksın? Nasıl istiyorsan öyle değerlendir!” demiş. İşte işin bir özü de burada. Şiiri yazarken elbette öncelikle kendimiz için yazmalıyız. Fakat unutmamamız gereken en önemli nokta karşı taraf, yani okuyucudur. Onların şiirimizi okuduklarında mutlaka bir şeyler düşünmesini, içinde kendilerinden bir şeyler bulmasını sağlamalıyız. İşte o zaman şiirimizin gerçek anlamda bir eser olarak değer kazandığından emin olabiliriz. Bu da bize ufukların açıldığının işareti olacaktır. Sayfalar dolusu yazdığımız şiirimsilerin okuyucusu olmadıktan sonra ne anlamı olur ki? Dilerim okuyucularınıza düş dünyaları içerisinde güzellikler sunan eşsiz dizelere imza atarsınız.

Lafı yine çok uzattım sanırım. Şimdi esas konumuza dönelim. Bu yazımızda şiirimizde ölçüden söz edecektik. Daha önceki bölümlerde, özellikle serbest şiir konusunda şiirde ahenk yansımasının ne kadar gerekli olduğunu vurgulamıştık. Ölçülü şiirlerde de aynı şey söz konusudur. Özellikle bu ahengi sağlayan unsurlardan biri olan “vezin” yani “ölçü” çok önemlidir. Yüzlerce, hatta binlerce yıllık edebiyat tarihimizde şiirlerimizde iki çeşit ölçü kullanılmıştır: Bunlardan biri “aruz” diğeri “hece” ölçüsüdür. Hece ölçüsü bizim millî ölçümüz olup eski Türk şiirlerinde ve günümüz halk edebiyatında kullanılmış ve hâlâ da kullanılmaktadır.

Ölçülü şiirleri incelerken ilk önce aruz üzerinde durmak istiyorum. Günümüzde pek yaygın değildir, ama yine de bu ölçüyü kullanarak şiirler yazan şairlerimizin varlığını görmek mümkündür. Bir örnek oluşturması adına bu konuda daha önce yazmış olduğum Hoş Geldin Aruz!* adlı yazımı okumanızı öneririm. Aslında aruz üstünde fazla durmak istemiyordum, ama konuya ilişkin araştırmalar yaparken elime geçen güzel verileri** sizlerle paylaşmadan duramadım. Konuyla ilgilenenler için küçük de olsa güzel bir kaynak olsun istedim. Haftaya da esas konumuz olan hece veznine geçeriz.

Divan şiirinde ahengi oluşturan vezne, aruz denir. Aruz, çadırın ortasına dikilen direktir. Bir çadırı nasıl direk ayakta tutarsa, divân şiirini de ayakta tutan en büyük unsur aruzdur. M.S. 81-155 yıllarında yaşamış olan İmam Halil adlı bir dilci tarafından sistemleştirilen aruzun, develerin yürüyüşünden, demircilerin düzenli çekiç vuruşundan hatta çamaşırcı kadınların tokmak seslerinden çıktığı görüşleri vardır.

Aruz, hecelerin sayısını değil şeklini esas alır. Aruzla yazılmış şiirler incelendiğinde, her dizenin ilkinden sonuna kadar bütün hecelerinin, kendilerinden sonra gelen bütün dizelerin aynı hizadaki heceleriyle açıklık (kısalık) ve kapalılık (uzunluk) noktasında birbirine denk olduğu görülür. Açık (kısa) hece ( . veya +) işaretiyle; kapalı (uzun) hece (-) işaretiyle gösterilir.

Türkçedeki heceler kuruluş bakımından altı çeşittir:

1. Tek ünlüden oluşan hece ( kısa hece ): u-zun ( . _ ) sözcüğündeki “u” hecesi, bir açık hecedir.
2. Bir ünsüz bir ünlüden oluşan hece ( kısa hece): gü-lü ( . . ) sözcüğündeki “gü” hecesi bir açık hecedir.
3. Bir ünlü bir ünsüzden oluşan hece (uzun hece): öp-tü ( – . ) sözcüğündeki ilk hece kapalı bir hecedir.
4. İki ünsüz arasında bir ünlüden oluşan hece (uzun hece): gön-lüm ( – – ) sözcüğündeki iki hece de kapalı bir hecedir.
5. Bir ünsüz, bir ünlü ve tekrar iki ünsüzden oluşan bir buçuk hece (bir uzun, bir kısa hece): Türk, genç, kalp… gibi. Türkçe olanları genelde kapalı hece (-) olarak kabul edilir. Çarh, fakr… gibi Arapça ve Farsçadan gelen bazı sözcükler ise bir kapalı, bir açık hece (- .) olarak kabul edilir.
6. Bir ünlü, iki ünsüzden oluşan hece (uzun hece): ilk, aşk… gibi sözcükler birer kapalı (-) hecedir.

Bunların dışında, Türkçemizde uzun ünlü yoktur ama Arapça ve Farsçadan dilimize giren bazı sözcüklerde uzun ünlü bulunur. Uzun ünlü bulunan hece ister sesli harfle bitsin ister sessiz harfle bitsin kapalı hece olarak değerlendirilir. Â-rif sözcüğündeki “â” hecesi, şâ-ir sözcüğündeki “şâ” hecesi, se-lâm sözcüğündeki “lâm” hecesi birer kapalı hecedir.

Bir de, konuşma dilimizde sonu sessiz harfle biten sözcüklerin son harfini, sonraki sözcüğün ilk harfi sesli ise ona ulayarak (vasl ederek) söyleriz. Örneğin “gördüm onu” sözcüklerini okurken, “gör-dü-mo-nu” diye okuruz. Aruz veznini yeni öğrenenler dizeleri hecelerken bu inceliğe dikkat etmeleri gerekir. Ulamayı vezni uydurmak için kullanabiliriz, ama bilinçli kullanılmazsa yapılan ulama şiirin veznini bozar.

Yukarıda anlatılanları birkaç beyit üzerinde görelim:

Gön-lüm-de-ki aş- kın- la ya-kar-dım bu gül-le-ri
 – şık – la- rı yan-mak-la ka-vuş- tur- du kül-le-ri
– – . . – – . . – – . – .-
(M. Nuri Parmaksız)

Ba- zı düş-man ba-zı şey-tan se-ni et- miş pe-ri-şan
So-nu gel- mez ki-bi- rin-dir sa-na güç-lük çı-ka-ran
. . – – . . – – . . – – . . –
( M. Fatin Baki )
Sa-na ver-dim bu gö-nül tah-tı-nı dem sür di-ye-rek
Sa-na ver-dim çö-lü al cen-ne-te dön-dür di-ye-rek
. . – – . . – – . . – – . . –
( M. Turan Yarar )

Örneklerde de görüldüğü gibi aruz vezni, hecelerin açık ve kapalı oluşlarına göre oluşturulmuş bir vezindir. Aynı hece düzeninin tekrarı, şiir içinde bir melodi ve ritm oluşturur. Bu da şiiri musikiye yaklaştırır. Dolayısıyla aruz, gücünü bu söyleyiş güzelliğinden alır.

Aruzu ilk kullanan Türk şairleri, bizde uzun ünlü olmayışı ve Türk hece yapısının aruza uymayışı üzerine epeyce zorlanmışlardır. Zamanla Arap ve İranlılardan aldıkları aruzu biraz değiştirmişler, ilk başta kullandıkları birtakım Arapça ve Farsça sözcüklerden yavaş yavaş kurtulmuşlar ve zamanla da söyleyişi Türkçeleştirmişlerdir. Arapların ve Farsların kullandığı 300`den fazla kalıptan, bizim şairlerimiz sadece 25-30 tanesini çoğunlukla kullanmışlardır ki bu kalıplar Türkçeye en yatkın olanlardır.

Çekimli bir dil olan Arap dilinde “Faale” dilimizde “yaptı, etti” anlamına gelir. Bu eylemin (fiilin) farklı şekillerdeki söylenişi, aruz kalıplarındaki “fâilün, fâilâtün, mefâilün…” gibi sözcükleri ortaya çıkarmıştır. Bu isimlerin düz ve karışık söylenmesi de kalıpları meydana getirmiştir. Aslında bu isimlerin tek başlarına bir anlamı yoktur. Bunlar sadece hecelerin hangisinin açık hangisinin kapalı olduğunu gösterir. “fâilâtün” kavramı: “kapalı, açık, kapalı, kapalı” heceyi anlatır. “Ben ki üç beş” söyleyişi de : “Kapalı, açık, kapalı, kapalı” hece şeklinde söylenmiştir ve ” Fâilâtün” söyleyişinin açılımını gösterir. Bu şekilde “fâilâtün, feilâtün” gibi aruz birimleri yan yana gelerek aruz kalıplarını oluşturur. Ayrıca aruz vezninde son hece açık da olsa daima kapalı kabul edilir.

Divan şiiri içerisinde en çok kullanılan düz ve karışık kalıplar şunlardır:

A) Düz Kalıplar:

1- Mefâilün / Mefâilün / Mefâilün / Mefâilün ( . – . – ) x 4
2- Müstef’ ilün / Müstef’ ilün / Müstef’ilün / Müstef’ilün ( – – . – ) x 4
3- Müstef’ilâtün / Müstef’ilâtün / Müstef’ilâtün / Müstef’ilâtün ( – – . – – ) x 4
4- Feûlün / Feûlün / Feûlün / Feûlün ( . – – ) x 4

B) Karışık Kalıplar:

1- Mefâilün / Mefâilün / Feûlün ( . – . -) ( . – . – ) ( . – – )
2- Feilâtün ( Fâilâtün) / Feilâtün / Feilâtün / Feilün ( fa’lün) ( . .- -) (. .- -) (. .- -) ( . . – )
3- Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün ( – . – – ) ( – . – – ) ( – . – – ) ( – . – )
4- Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün ( – . – – ) ( – . – – ) ( – . – )
5- Müfteilün / Müfteilün / Fâilün ( – . . -) ( – . . – ) ( – . – )
6- Feûlün /Feûlün / Feûlün / Feûl ( . – – ) ( . – – ) ( . – – ) ( . – )
7- Mefâilün / Feûlün / Mefâilün / Feûlün ( . – . – ) ( . – – ) ( . – . – ) ( . – – )
8- Feilâtün ( Fâilâtün ) / Mefâilün / Feilün ( Fa’lün ) ( . . — ) ( . – . – ) ( . . – )
9- Fa’lün / Feûlün / Fa’lün /Feûlün ( . – ) ( . – – ) ( . – ) ( . – – )
10- Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün ( – – . ) ( – . – . ) ( . – – . ) ( – . – )
11- Mef’ûlü / Mefâîlün / Feûlün ( – – . ) ( . – – – ) ( . – – )
12- Mef’ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün ( – – . ) ( . – – . ) ( . – – . ) ( . – – )
13- Mef’ûlü / Mefâîlün / Mef’ûlü / Feûlün ( – – . ) ( . – – – ) ( – – . ) ( . – – )
14- Mef’ûlü / Mefâîlü / Feûlün ( – – . ) ( . – – . ) ( . – – )
15- Müfte’ilün / Fâilün / Müfte’ilün / Fâilün ( – . . – ) ( – . – ) ( – . . – ) ( – . – )

Bunca ayrıntıdan sonra aruz vezniyle yazılmış olan aşağıdaki küçük alıntıları beğeniyle, zevkle okuyacağınızı sanıyorum.

Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
İstiklâl Marşı’ndan

Karnım açtır karnım açtır karnım aç
Rahmet etgil Tanrı bana kapı aç
Sultan Veled

Us yine aşkın beni mest-ü harâb eyledi
Yaktı gönül evini bağrı kebâb eyledi
Yunus Emre

N’oldu bu gönlüm N’oldu bu gönlüm
Derd ü gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
Hacı Bayram Veli

Allâh adın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işte her kula
Her nefeste eyledik yüz bin günâh
Bir günâha etmedik hiçbir gün âh
Süleyman Çelebi

Varur zâhid ibâdetgâhına meyhâneden sonra
Gelür mestâne başı secdeye ammâ neden sonra
Fehim-i Kadîm

Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif onu seyreyler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
İbrahim Hakkı

Kişiye her işi âlâ görünür
Kuzguna yavrusu ankaa görünür
Şinasi

Ölürsem görmeden millete ümid ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrime vatan mahsûn ben mahzûn
Namık Kemal
Kabrimi kimse ziyâret etmesin Allah için
Gelmesin reddeylerim billâhi öz kardaşımı
Gözlerim ednâ-yı ademden o rütbe kıldı kim
İstemem ben fâtiha tek çalmasınlar taşımı
Eşref

Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler
Kimi alçak kimi hırsız kimi deyyus dediler
Künyeni almak için partiye ettim telefon
Bizdeki kayda göre şimdi o meb’us dediler
Neyzen Tevfik

Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı bunda benim günâhım
Nahifî

Aşkın yolunda hicre tahammül günâh imiş
Uşşakın işi anın içün her gün âh imiş
Ahmed Paşa

Meni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan mur3adım şem’i yanmaz mı
Fuzuli

Şivesi nâzı edâsı handesi pek bî-bedel
Gerdeni püskürme benli gözleri gaayet güzel
Nedim

Ey kimsesizler el verin kimsesizlere
Onlardır ancak el verecek kimsesizlere
Yahya Kemal

Divânece sözler mi demektir edebiyyât
Âsârı terakki diyoruz biz buna heyhât
Muallim Naci

Seni ben bekliyorum göğsüm açık bağrım açık
Hançer ol göğsüme saplan ecel ol karşıma çık
Faruk Nafiz Çamlıbel

Ömrün o büyük sırrını gör bir bak ta
Bir tek kökü kalmış ağacın kökü toprakta
Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta
Orhan Veli

Şair değilim sadece manzum yazarım
Gerçi bu değildir ki benim yok nazarım
Öz Türkçe aruz veznine uymaz diyenin
Ben kabrini kurşun kalemimle kazarım
M. Fatin Baki

Acı bensiz yola çıkmaz yara bensiz kanamaz
Ve cehennem bile benden daha yetkin yanamaz
Dili insâf okuyanlar söker elbet yazımı
Kınayanlar beni bilmez tanıyanlar kınamaz

Ters aktı sular gerçeği susturdu yalan
Yağmaydı zaman aldı alan çaldı çalan
Attım gölü bin bir kıyısından yüreğin
Artık bir avuç kumla çakıl bende kalan
M. Turan Yarar

Diyâr diyâr dolaştım her an hüzün büründüm
Çölünde yâr su yokmuş sözünle çok süründüm
Erenlerin bağından kopan çiçek misâli
Yolunda en nihâyet Yunus‘la bir göründüm

Sen de olmazsan gülüm gülistânı neyleyim
Yâri görmezsem felek nasıl gönlü eyleyim
Yokluğundan hastayım hayâlinle çöldeyim
Döndüm âh Mecnûn’a ben, o cânânı neyleyim
M. Nuri Parmaksız

Eskilerden ve günümüzden sunmaya çalıştığım bu güzel eserlerin günümüzde daha da yaygınlaşmasını diliyorum. Sanatı olduğunca kabul etmek, sanata ve sanatçıya saygı gereğidir. Sanatçı da bu saygıya layık olabilmek için güzel eserler üretmek gayretinde olmalıdır. Tarza, uygulamalara düşmanlık kimseye bir şey kazandırmaz. Hele ki bu, aruz vezni gibi edebiyatımıza damgasını vurmuş bir dönemin vazgeçilmezi ise.

Bir sonraki yazımızda hece vezni (ölçüsü) ile ilgili paylaşımlarda buluşmak üzere…

Saygılarımla

Tahsin MELAN

* http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=11630&Itemid=10
** Mehmet N. PARMAKSIZ’ın çalışmalarından

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.