SELÇUKLU VE OSMANLI BAŞKENTLERİ (X)

ABONE OL
11:45 - 23/10/2020 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

SELÇUKLU VE OSMANLI BAŞKENTLERİ (X)
–İSTANBUL (V)-
 
 
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
 
Dikilitaş ya da Theodosius Dikilitaşı,
Bu taş, Antik Mısır dikilitaşıdır. MS. 390 yılında Roma imparatoru I. Theodosius tarafından Mısır‘dan getirilerek şimdiki yerine dikilmiştir.
Dikilitaş ilk olarak Mısır firavunu III. Tutmosis tarafından MÖ 15. yüzyılda yaptırılmıştır.  Roma imparatoru I. Theodosius dikilitaşı MS. 390 yılında gemi ile İstanbul’a getirterek Hipodrom’da şimdiki olduğu yere diktirmiştir.
Dikilitaşın orijinal yüksekliği 30 metredir. Nakliye sırasında alt kısmı tahrip olmuştur. Bugünkü yüksekliği kaidesi ile birlikte 24,87 metredir. Ağırlığı yaklaşık olarak 200 tondur.
Taşın üzerindeki yazılan yazılarda değişik kitabeler vardır. Kitabenin birinde şöyle yazar:  “Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus’un verdiği kuvveti, serveti, kuvvetli sevgi, saygıyı taşıyan ve Aşağı ve Yukarı Mısır’ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.”
 
Dikilitaşın kaidesinde yer alan yazılardan bazıları da taş buraya dikildikten sonra, Doğu Roma İmparatorluğu’nda adet olduğu üzere Grekçe ve Latince yazılmıştır. Grekçe yazıda: “Devamlı bir suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini İmparator Theodosius gösterdi ve yardımına Proclus çağrıldı. Bu şekilde otuz iki günde yerine dikildi.“ yazılı.
 
Şurada bulunan Latince metin taşın ağzından yazılmıştır: “Önceleri direnmiştim, fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor. Bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında otuz günde yükselmeye mecbur oldum.“
 
Bebekli Emine Hanım ve Mısır Konsolosluğu
Boğaziçi’nin en büyük ve en görkemli yalılarından biri olan Bebek’teki Mısır Başkonsolosluğu’nun, ilginç bir tarihi vardır. Yalı, 1781’de inşa edilir. Uluslararası güç dengelerine büyük hassasiyet göstermesiyle bilinen Osmanlı Sultanı 2. Abdulhamid, Ali Paşa’nın mirasçılarından satın aldığı bu yalıyı Osmanlı Sarayı’yla yakın ilişkiler içinde olan Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın annesi Emine Valide Paşa’ya hediye eder. Emine Valide, Sultan’ın çok saygı duyduğu karizmatik bir kadındır. Bu nedenle Osmanlı’da ilk kez olmak üzere Sultan tarafından kendisine paşa unvanı verilir. Emine Valide Paşa, oğlu Abbas Hilmi Paşa ile uzun yıllar bu yalıda oturur. Mısır’ın İngilizlerin eline geçmesi ve Hidivliğin sona ermesinin ardından da yalı işlevini görmeye devam eder. Ancak, Osmanlı’nın yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Emine Valide Paşa, bu yalıyı Türkiye Cumhuriyeti’ne hediye etmeye karar verir. Gerekli yazışmalar yapılır. Ancak, yapılan yazışmalarda Emine Valide Paşa yerine “Bebekli Emine Hanım” ifadesi kullanılır. Zira Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte “Ağa”, “Paşa” ve “Bey” gibi unvanlar kaldırılmıştır. Kendisine Osmanlı Sultanı tarafından “ihsan edilen” bu unvanın kullanılmamasına ve kendisine “Bebekli Emine Hanım” denmesine çok sinirlenen Valide Paşa bu kararından vazgeçer ve Mısır’ın İstanbul’da bir diplomatik binasının bulunmadığını öğrenen Valide Paşa, Mısır Hükümeti’yle temasa geçer. Ölünceye kadar yalının korusundaki köşkte oturmak kaydıyla yalıyı konsolosluk olarak kullanması için Mısır’a bağışlar.
 
Ayasofya
İmparator I. Justinianos tarafından yaptırılan ve bir Bizans eseri olmasına rağmen Roma mimari geleneğinin tipik bir örneğidir. İlk yapıldığında üstü ahşap çatı ile örtülü bir bazilika şeklinde olan Ayasofya’nın açılışı, 360 yılına rastlar. İnşaatı 5 yıl sürer. İparator hiçbir masraftan kaçınmaz.
Ayasofya’nın en görkemli yanı, havaya asılı gibi duran ve bütün binayı kaplayan kubbesidir. Duvarlar ve tavanlar rengârenk mermer ve mozaiklerle kaplıdır. Alt katta ve galerilerde 6. yüzyıl Bizans süsleme sanatının en karakteristik örnekleri olan toplam 107 sütun bulunur.
Binanın kuzey köşesinde, alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş  bir sütun vardır. Parmak sokulabilen bir de deliği vardır. Parmak deliğe sokularak dilek dilenir. Bu eski bir gelenektir. Bu sütuna, terleyen sütun’da denir.
Başka bir rivayete göre de fatih Ayasofya’ya girince namaz kılmak ister ve bu sütuna parmağını saplayarak Ayasofyayı kıbleye çevirir ve namazını kılar. Bu delik o deliktir.
İstanbul, 29 Mayıs 1453 yılında fethedilince Fatih Sultan Mehmet şehre girer girmez ilk olarak Ayasofya’ya gider ve yapının camiye dönüştürülmesi için talimat verir. Böylece Ayasofya, Osmanlı dönemi boyunca varlığını cami olarak sürdürür. Zaman içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi kültüründen izler taşıyan eserlerle de donatılan yapı, günümüze kadar her iki dinin ve kültürün etkisini taşıyan bir şaheser olarak gelir.
 
İstanbul Boğazı
Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan yaklaşık 30 kilometre uzunluğunda bir geçittir. Bundan 7 bin yıl önce oluştuğu tespit edilen Boğaz’ın derinlik ortalaması 60, en derin yeri 120 metredir. Genişliği 3 bin 500 metreyi bulur. En dar yeri ise Rumelihisarı civarındadır ve yaklaşık 760 metredir.
Karadeniz’i açık denizlere bağlayan tek yol olması sebebiyle İstanbul Boğazı, tarihin tüm çağlarında büyük bir jeopolitik ve ekonomik öneme sahip olmuş, bu nedenle ülkelerin kontrol altına almak istedikleri bir su yolu olma özelliğini günümüze dek sürdürmüştür. İstanbul Boğazı, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri okyanuslara götüren yolun, alternatifsiz ve tek giriş kapısıdır. İşte bu yüzden her yıl, ham petrol ve LPG gibi tehlikeli maddeler de dahil olmak üzere çeşitli yükler taşıyan binlerce ticari gemi ve tanker İstanbul Boğazı’ndan geçer. Deniz ulaşımında İstanbul Boğazı’nın uluslararası kullanımını  20 Temmuz 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi düzenler.
İstanbul Boğazı, aynı zamanda, Avrupa’yla Asya’yı da birbirinden ayırır. İki kıta arasındaki ilk bağlantı 1973‘te, Boğaz Köprüsü ile kurulmuştur, boğaz’ın ikinci köprüsü olan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü 1988 yılında hizmete girmiştir,  üçüncü köprü Yavuz Sultan Selim Köprüsüdür, 2017 yılında hizmete girmiştir. Ayrıca iki kıta deniz altından “Marmaray” Tüp Geçit Projesi ile birleştirilmiştir.
 
Büyükada
Troçki’nin bir dönem sürgün yaşadığı Büyükada İstanbul Adaları’nın en büyüğüdür. Yüzölçümü 5,4 kilometrekaredir. Maltepe sahiline uzaklığı ise 2300 metredir. Adalar’da, biri güney, diğeri kuzeyde olmak üzere iki tepe bulunur. Güneydeki tepe, 203 metre yükseklikteki Yücetepe’dir. Kuzeydeki tepe ise İsa Tepesi’dir. Ada’nın en yüksek tepesinde Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı bulunmaktadır. Buradaki ilk yapı, miladi 6. yüzyılda inşa edilmiştir. Bu mevkide, bir çok kilise ve manastırın kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları bugüne kadar ulaşmış, bazıları da yıkıntı olarak kalmıştır. Büyükada’da bulunan 4 camiden mimari bakımdan en dikkat çekeni 2. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Camii’dir. Mimari açıdan batı etkisinde inşa edilmiştir.
 
Anadolu Kavağı Tarihi
Anadolu Kavağı, Anadolu Yakası’ndadır. Karşısında Rumelikavağı vardır. Beykoz’a bağlı  balıkçı köyüdür. Boğaziçi vapurlarının en son uğradığı iskeledir.
Anadolu Kavağı’nın tahtadan yapılmış küçük ve şirin bir iskelesi var. İskelenin hemen arkasında ulu çınarların altında balıkçılar ve balık  lokantaları vardır. Burada, vapurla gelen gezginlere, Boğaz’ın taze balıkları ve midyeleri özenle sunulur. 1350 yılında Cenevizliler  Boğaz’dan geçen kaçak gemileri kontrol etmek için tepeye bir kale yaptırmışlar. Ceneviz Kalesi. Kaleyi, Sultan Yıldırım Bayezid fethetmiş. Sultan IV. Murad, Anadolukavağı’nda bir cami, iki buğday ambarı yaptırmış. Köy 800 haneli, bağ ve bahçelik bir yer.  O zamanlar iki yüze yakın dükkanı, bir sıbyan mektebi bir de çeşmesi varmış. Halkı gemici, balıkçı ve tüccarmış.
 
Anadolu Hisarı Kalesi
Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır.
Kaleyi yaptırmadaki amaç, Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi önlemektir. Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır: İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır. XVII.-XVIII. yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik Kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile önemini yitirmiştir.
 
Rumeli Hisarı
Boğaz’ın iki yakasının en dar yerine inşa edilen Rumeli Hisarı, Bebek ile Baltalimanı arasında, Anadolu Hisarı’nın tam karşısında yer alır. Fatih Sultan Mehmed tarafından, İstanbul’un fetih hazırlıkları sırasında boğaz geçişini tümüyle kontrol etmek için Anadolu Hisarı’nın tam karşısına yaptırılır. Rumeli Hisarı’nın planı Fatih Sultan Mehmed tarafından çizilmiştir. Belgelerde, hisarın yapımında, bin usta ile iki bini aşkın işçinin geceli gündüzlü çalıştığını ve hisarı dört ayda tamamladığını yazılıdır.
İstanbul’un 29 Mayıs 1453 tarihinde fethedilmesiyle birlikte gerek Anadolu gerekse Rumeli hisarlarının görevleri büyük ölçüde sona ermiştir. Fetihten sonra suçlu yeniçerilerin cezalandırıldığı ve Osmanlı ile savaşa giren yabancı ülke elçilik mensuplarının gözaltına alındıkları yer olarak kullanıldı. Boğaz’ın en etkileyici yapıları arasında hemen dikkat çeken Rumeli Hisarı, bugün bir müze olarak hizmet vermenin yanında konser ve tiyatro gibi birçok kültür-sanat etkinliğine ev sahipliği yapıyor.
 
Sahaflar çarşısı
Sahaflar Çarşısı, İstanbul`un, Osmanlı döneminden bugüne kadar yaşayabilmiş en eski kitapçı çarşısıdır. Sahaflar Çarşısı 15 yy.dan günümüze uzanan bir geçmişe sahiptir. Sahaflar Çarşısı esnafı, Sahaflar Loncası’na bağlıydı ve sahaflar; çıraklık, kalfalık dönemlerini geçirmeden ustalığa yükselemezlerdi. Sahaflar dükkânlarını dua ile açar ve dua ile kapatırlardı. Sahaflar Loncası’nın piri, Sahaflar Çarşısı’nın ilk kitapçılarından olduğu söylenen Basralı Abdullah Yetimi Efendi’dir.
Sahaflar Çarşısı için Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde 17 yy.da dükkân sayısının 50, ulemaya hizmet eden sahaf esnafının da 300 olduğunu yazmaktadır.
Sahaflar Çarşısı 1950 yılında çıkan yangından sonra tamamen yanmıştır ve içinde bulunan binlerce yazma eser kül olmuştur. İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp, ahşap dükkânları da betonarmeye çevirerek, çarşıyı bugünkü mimari durumuna getirmiştir. Ayrıca çarşının ortasına da ilk Türk matbaacısı olduğu rivayet edilen İbrahim Müteferrika’nın büstünü yerleştirmiştir. Bugün çarşıda 17’si çift katlı, 23 dükkân bulunmaktadır.
 
Bayezid Meydanı
İstanbul’un siyasi ve tarihi mekânlarının en önemlilerinden biridir Beyazıt Meydanı. Milattan sonra 393 yılında İmparator Teodosyus tarafından şehrin en büyük meydanı olarak inşa edilir. Tarihi Yarımada’nın merkezinde, kentin ana ulaşım akslarının odağındaki Beyazıt Meydanı, çok sayıda tarihi olaya tanıklık etmiş bir mekândır. Dünyanın en iyi ve en köklü üniversitelerinden biri olarak kabul edilen İstanbul Üniversitesi ile İstanbul’da orijinalliğini koruyan en eski selâtin camii olan Beyazıt Camii, meydanın önemini korumasında büyük rol oynamışlardır.
Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve Sahaflar Çarşısı’na da ev sahipliği yapan meydan, aynı zamanda Kapalı Çarşı’ya açılan bir yoldur. Osmanlı döneminde Eski Saray Meydanı olarak adlandırılan ve bir dönem adı Hürriyet Meydanı olarak da değiştirilen meydan, günümüzde kentin önemli turistik merkezlerinden biri olarak yerli ve yabancı turistleri ağırlamaya devam ediyor.
Osmanlı döneminden günümüze kadar Beyazıt Meydanı, hem birçok ‘estetik operasyon’ geçirmiş hem de her zaman canlı ve işlek bir alan olma özelliğini korumuştur. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u 1453 yılında fethettikten sonra, kentte merkezi bir yer olarak gördüğü bugünkü üniversite binasının bulunduğu alana bir saray yapılmasını istemiş, 1454 yılında tamamlanan bu saraya yerleşmişti. Çevresi iki kademeli surla çevrilen, bu nedenle kimi kaynaklarda ‘Kale’ olarak anılan bu sarayda Fatih, 1478 yılına kadar kaldı. Topkapı Sarayı’nın bitirilmesinden sonra padişahlar yaşantılarını burada sürdürdüğünden, Beyazıt’taki yapıya ‘Eski Saray’ adı verildi, kalıntıları daha sonra Harbiye Nezareti binasının yapımında kullanıldı.
İşine gücüne yürüyerek gidip gelen halk meydandan geçiyor, kimi alışverişlerini buradan, cami duvarının önündeki beyaz gölgelikler altında satış yapan esnaftan karşılıyordu. Harbiye ve Maliye bakanlıklarının burada yer alması da canlılığı artıran bir başka unsur olmaktaydı.
 
Kaimeler
Sultan Abdülaziz döneminde, o zamanki adı ‘kaime’ olan kağıt paralar, karşılığı bulunmadığından ve halk arasında alım gücü şüpheyle karşılandığından, altın karşısında sürekli değer kaybetmiş, daha sonra geçmez hale gelmişti. Tarihçi Cevdet Paşa’nın “Sokaklarda ekmek kapışmak gibi ihtilal alametleri belirdi’ sözleriyle anlattığı olay üzerine, hükümet İngiltere’den 8 milyon sterlin borç aldı ve bu parayla piyasadaki bütün kaimeler, değeri ödenerek toplandı, sonra da 13 Temmuz 1862–12 Eylül 1862 tarihleri arasında, Beyazıt Meydanı’nda halkın gözleri önünde yakılarak imha edildi.
 
Patrona halil isyanı
Osmanlı İmparatorluğu’nda bir barış dönemi olan Lale Devri’ne son veren Patrona Halil Ayaklanması’nın ilk tohumları bu meydanda atıldı. 28 Eylül 1730 günü meydanda toplanan Patrona Halil ve arkadaşlarının ihtilal girişimi burada başlamış, daha sonra alevlenerek şehre yayılmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde idam cezasına çarptırılan kimi siyasi suçluların cezası ‘İbret’ olması gerekçesiyle, açık alanda ve halkın gözleri önünde yapılmaktaydı. İdam hükümlerinin yerine getirildiği bölgelerden biri de Beyazıt Meydanı’ydı. Üstelik burada önceleri idam sehpası kurulmaz, mevcut ağaçlardan yararlanılırdı.
Mahmud Şevket Paşa’yı vuranlar burada asıldı. Beyazıt Meydanı’nda asılanlardan biri de Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi Binbaşı Çerkez Hasan’dı.
İstanbul’u kan ve ateşe boğan 31 Mart Ayaklanması faillerinin bir bölümünün yaşamı burada son buldu. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya suikast düzenleyerek öldüren kişiler de yine burada asıldı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra ise meydan, gençlik hareketlerinin ve halkın sık sık boy gösterdiği bir miting alanına dönüştü.”
 
Nisa hanım, İstanbul’u çok güzel bir şekilde tanıttın bizlere, teşekkür ederim. Elveda İstanbul. Belki birgün tekrar aynı gaye ile buluşur ve yine Nisa hanımdan senin başka güzelliklerini tanır öğreniriz…İstanbul’a Yahya Kemal’in şiiriyle veda edelim..
 
Aziz İstanbul
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
 
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
 
Devam edecek
 
Rüştü Kam
 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.