SELÇUKLU VE OSMANLI BAŞKENTLERİ (V)

ABONE OL
18:12 - 01/10/2020 18:12
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

SELÇUKLU VE OSMANLI BAŞKENTLERİ (V)

– Afyonkarahisar-

Karahisar kalesi yıkılır gelir/ Kâkülü boynuna dökülür gelir/ Ben bir koyun olayım sen de bir kuzu/ Meleye meleye getirem yazı / Kapıma bağladım da kınalı koçu / Harmanı kaldırdım kız senin için/ Yayladan gel allı gelin yayladan/ Kesme ümidini kadir Mevlâ’dan / Ver elini karlı dağlar aşalım bayramlaşalım.

Sevgili Kaptan Sezgin, sürdü CD’yi CD çalarına. Çok güzel bir türkü. Hikâyesi şöyle: Sevdalarını kimseden habersizce yaşayan Suna ve Yunus evlilk hayalleri kurarken, araya Alemdar Ağa girer ve Sunayı oğlu Hasan Ali’yle evlendirir. Düğün gecesi de Alemdar Ağa’nın düşmanları damadı öldürür. Ama Suna başlık parası ödenilerek alındığı için ailesine geri verilmez. Damadın kardeşi Mahmut’la sözlendirilir.
Suna’nın sevgilisi Yunus bu sefer işin peşini bırakmaz. Madem Hasan öldürülmüştür, öyleyse Suna’ya kavuşma zamanı gelmiştir. Sunay’ı kaçıracaktır. Alemdarın evine baskın verir. Alemdar’ın adamları onu da öldürürler. Suna Yunus’un öldürüldüğünü duyunca deliye döner. Aklını yitirmiştir. Hapsedilir. Ve böylece Suna, ömrünün sonuna kadar Yunus’a kavuşacağı günün hayaliyle o daracık odada yaşamaya devam eder gider. Acıklı son.

Karahisar kalesi

Kale MÖ 1350 yıllarında Hitit imparatoru II. Murşil tarafından yaptırılmıştır. 226 metre yükseklikte dağın zirvesindedir. Roma ve Bizans dönemlerinde Akroenos adıyla anılan kale, Selçuklular’dan itibaren, Karahisar adı ile anılmaya başlanmıştır. Tarihi dokusu korunamamış olsa da hala ayaktadır.

Sultan II. Selim zamanında kale onarılmış ve en iyi afyonun bu çevrede yetişmesinden ötürü de kaleye Afyonkarahisar denilmiştir. Dik bir tepe üzerindeki kaleye, kayaların üstüne oyulmuş merdivenlerle çıkılmaktadır. Kale iki bölümden oluşur. Kız Kalesi ve Mahzenler bölümü.  Kız Kulesi denilen yer, kalenin iç bölümüdür, muhafızlara ayrılmıştır, cami, saray ve su sarnıçları bu bölümdedir.  Mahzenler bölümü ise; Sultan Alaeddin Keykubat’ın yaptırdığı, erzak ambarları, cephanelikler ve değerli eşyaların saklandığı bölüm dür. Rehber Emin’in anlattığına göre; burası askerî amaçlı olduğundan halkın oturacağı yerler bulunmaz. Karahisar Kalesi, tarihi boyunca, evlenmek isteyen kızların kısmet diledikleri kale olarak da anılırmış. Kızlar, “Bahtım bahtım, altın tahtım, evlenecek vaktım” diye şarkılar söyleyerek dilek ağaçlarına çaputlar bağlarlarmış. Anlatılanlara göre, bir hafta sonra kızlara hayırlı birer nasip çıkarmış. Aynı gelenek bugün de devam etmektedir. Dilekler kabul oluyormudur, olunmuyormudur,  o belli değil.

Afyon’a gelip de kaleye çıkmamak olmaz dedik ve vurduk kendimizi kayalara.  Beyhan 9 dakikada çıkmış yukardan el sallıyor. Dilruba 12 dakikada. Ben ve Ramazan 15 dakikada çıktık. Benden sonra gelenler de var Yunus ve Sebahattin. Ayhan 30 dakikada çıkmış. Fatma kızımız en son çıkan kişi. Ama bizi korkuttu. Nefes nefese geldi kale kapısına ve istifra ediyor. Oraya doktor getirmek veya Fatma’yı doktora götürmek mümkün. Mümkün olmasına mümkün de,  Fatma kızımız o zamana kadar hayatta kalabilir mi o bilinmez. Neyseki korkulan olmadı. Rahat bir nefes aldık. Biraz dinlendikten sonra Fatma kendine geldi.

Kaleden Afyonkarahisar’ı seyretmek ne güzel. Orduların Allah allah nidalarıyla Akdeniz’e doğru yol aldıklarını görüyor gibiyiz. Balkanlardan, Yemen’den, Çanakkale’den sonra Akdeniz’e doğru düşman kovalamak onları mecalsiz bırakmış, son bir gayretle hücum emrine uydukları her hallerinden belli. Bir deri bir kemik kalmışlar. Gözlerinin önünde çoluk çocuk demeden kardeşlerinin kıyıma uğramaları, bacılarının kirletilmeleri onlara açlıklarını ve susuzluklarını unutturmuş. Ya istiklal ya ölüm „Ordular ilk hedefiniz Akdeniz!…“

Kalede çay keyfi

Sonradan öğrendiğimize göre, askerden izinli gelmiş bir genç var kardeşiyle birlikte kale kapısının hemen önünde. Çay demlemişler. Düşman askerlerini kovalarken soluklanmak da gerek dedik ve çay molası verdik orada. Çayın tadı bir başkaydı. Düşman askerlerinin mehmetçiğimizin önünden nasıl kaçtığını 226 metre yükseklikten seyrederken içilen, o çaydan bahsediyorum.
Defalarca el değiştiren Karahisar Kalesi, her defasında yeni bir efsane, yeni bir destana ev sahipliği yapmış. Battal Gazi’den Hazreti Ali’ye, Bamsı Beyrek’ten Çavuşbaşı’na ve Horoz Dede’ye kadar pek çok efsane anlatılıyor kale için.

Ve inişe geçtik

Çıkış kolaydı kaleye. Kaleden iniş daha zor. Erol ve Emin biz gelinceye kadar Ulu Camii’nin hocasını ve müezzinini bulmuşlar. Hoca ile muezzin, Caminin açılması konusunda anlaşmazlığa düşmüşler; müezzin dermiş ki, “Hoca açacaktı, hoca da dermiş ki müezzin açacaktı.” Erol son noktayı koymuş, siz tartışa durum bakalım, ben sizi “Müftüye şikayet edeyim de görün gününüzü.” Bakmışlar pabuç pahalı koşa koşa gelmişler ikisi de caminin önüne.

Eminin düdüğünü acı acı çalmaya başladı. Biz, caminin içini göremeden gidiyoruz herhalde diye düşündük.  Oysa camiyi açmak ve bize rehberlik yapmak için hoca gelmiş, bizi bekliyorlarmış. Telefon trafiği işe yaramış.

Hanımlar kafede. Ahmet Yumuşak’ın başkanlığında kafeye sermişler postu. Çay içmişler, odun sobasında ısınmışlar. Sohbet güzel.  Otantik bir durum. Eminin düdüğüne aldıran yok. Ben de katmer ısrmarlamıştım görevli bayana. İptal edeyim dedim, bayan ‘Olmaz ben katmerleri çoktan  hazırladım dedi. Tabii ki bir dakikada olacak şey değil bu ama. Demek ki, katmerin parasını alacak benden kadın, çaresiz parayı verdim ve düştüm düdüğün peşine. Katmerleri arkadan gelen Ahmet’in ekibi almış almasına da, arabanın rafında unutmuşlar. O katmerler yenilmedi, çöpe gitti.

Afyonkarahisar-Ulu Camii (40 Direkli)


Cami, 1272-1277 yılları arasında Sahipata Nusreddin Hasan tarafından yaptırılmıştır. Cami minberinin kapı kanatlarındaki kitabede ahşap ustası Emir Bey’in ismi geçmektedir. Diye başladı camiyi anlatmaya Hoca: “Caminin mimarı Emir Hacı Bey’dir. Afyon’un en eski ve en büyük camisidir. İlk yapıldığında toprak dam şeklinde olan örtü, sonradan tamir görerek bakır çatı şekline dönüşmüştür. Çatı kırk ahşap sütun üzerine oturtulmuş. Bu şehirde o zaman 40 tane esnaf varmış. Camiyi bu 40 esnaf yaptırmış. Bu sütunlar da onların anısına dikilmiş. Üzerlerinde herbir esnafın ismi yazlıdır. Kiriş kaplamaları, ahşap tavan ve mukarnas başlıklar, kalem işleri ile süslenmiştir. Caminin, doğuya, batıya, kuzeye açılan üç kapısı vardır. Selçuklu tarzı oymalı  iki kanatlı minber kapısı üzerindeki kitabede sureler yazılıdır. Zamanımızda eski biçimi korunarak yeniden onarılan cami, ahşap mimarîsi ve yeşil sırlı tuğlalı baklava dilimi minaresiyle Selçuklu döneminin eşsiz örneklerinden biridir. Sütun başlıklarının hemen yanında halı motifleri vardır. Halı eskiyince bu motifleri kullanarak aslına uygun halılar dokunsun diye yapılmış bu motifler.”
Caminin halıları çalınmış ama, o motifler kullanılarak yeniden  dokunmamış. Mevcut halılar piyasa halıları. Bellimi olur bakarsın birgün 40 esnaf daha çıkar, o halıları aslına uygun olarak dokutuverirler.

Alışveriş

Alışveriş için Eski Afyon’u seçtik. Dükkânlar zevkle döşenmiş. İnsanları tam bir esnaf. Yüzlerinden tebesümleri eksik olmuyor. Kaymak alanlarımız var, ekmek kadayifi alanlarımız var, lokum alanlarımız var, ekmek alanlarımız var. Hüseyin ekmeğin dilimlenmesini istedi ısrarla satıcıdan. Dükkan sahibinin söylediği de mantıklıydı, „bu ekmeği kesersek hamurlaşır, elinizle bölmeniz lazım“. Hüseyin de haklıydı. Arkadaşlar arasında nasıl pay edilecekti? Neyse sonunda Hüseyinin dediği oldu. Parayı veren düdüğü çalarmış, daha dün Nasrettin Hoca’dan öğrendik Akşehir’de.

Biz bu arada keşfe çıktık Yunus’la, tavsiye edildiğine göre, sucuklu İskender’i meşhurmuş Afyon’un. ‘Yemeden gitmek olmaz.’ dedik ve düştük yollara.  Güzel bir mekân bulduk. Tertemiz. Zor oldu arkadaşları toplamak ama başardık. Geldik mekâna. 30 kişi birden gelince hemen yemeğe geçemiyorsunuz. Beklemek lazım. Biraz sonra servisler gelmeye başladı. Önce başkanın masasına geliyor servisler Türkiye’de. Saygıdan kaynaklanan bir durum. Burada da gelenek bozulmadı. Önce bizim masa donatıldı. Evet, anlattıkları kadar var. Oldukça lezzetli. Arkasından bir de kaymaklı ekmek kadayıfı geldi. Hâlâ tadı damağımızda. Parayı Sebahattin, Yunus ve Gülcan hanım ödediler. İstikamet Bilecik.

Termal Hotel

Otobüste Afyon’un değerlendirilmesi yapıldı.  Her şehirden sonra devamlı bu değerlendirmeleri yapıyoruz. Hem bilgilerimiz pekişiyor, hem de her arkadaşın yorum farkını alıyoruz. Akşehir’den gelir gelmez, gençler kendilerini havuza atmışlardı. Otelden çok memnun kalmışlar. Mutluydular. Keselenmeye gidenler vardı, masaj salonuna gidenler vardı ve benim gibi canlı müzik dinleyen de vardı.  Konya‘daki „çarşaflarına, yastıklarına duvarlarına sigara kokusu sinen“ o otelden sonra Afyon‘daki termal otel olmasa Emin’i affederler miydi arkadaşlar,  onu kestirmek biraz zor.

Kütahya

Bayanlar Kütahya’ya uğrayacaklar ve oradan porselen çeşitlerinden birer örnek alacaklardı. Günlerden Pazar. Bundan dolayı esnafın pazar günü kapalı olduğunu, çok istemesine rağmen Samiye Hanım’a bir porselen çaydanlık bile alamayacağının üzüntüsünü yaşadığını söyledi Ahmet, yüksek sesle. Hüseyin de onu destekledi. Öksürenler falan oldu ama, hanımlar ses çıkarmadılar. İnanmadıkları her hallerinden belliydi. Sucuklu İskender’in rehaveti üzerlerine çökmüş olmalıydı. Dumlupınar Üniversitesi’nin önünden geçip gittik  o rehavet içinde.

Bilecik

Şeyh Edebali bizleri görünce açtı kollarını alabildiğince. Çok sevinçliydi. Avrupa’dan geliyorduk, tarih içinde  torunlarının seferler düzenleyerek geçemedikler Viyana’yı bizler geçmiştik. Sevinci bundandı. Çakmak çakmak olmuştu gözleri. Tam kucaklaşacaktık ki;  aramıza Bilecik Belediye Başkanı giriverdi. “Bilecik’e hoş geldiniz”. Selim Yağcı.


A be güzel kardeşim. Tarihe malolmuş şahsiyetlerin önüne geçmek o insanları siyasi çıkar için kullanmak hiç yakışık malıyor mu? Hem de ismi “Edebali” olan Cihan İmparatorluğunun manevi kurucusunun mekânında öne geçmek neyin nesidir? Kucaklaşma heyacanımız kursağımızda kaldı.

Benim tavsiyem o bez afişin yerine Şeyh Edebali’nin şu vasiyetini taş bir levhaya kazıyarak altına Şeyh Edebali isminin yazılmasıdır: “Toprağa bağlanın. Suyu israf etmeyin. Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat edin. Verin, cömert olun, elleriniz yumuk kalmasın. İlim sahiplerini koruyun. Ağaç dikin. Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade edin. Kuran-ı Kerim’i anlamak için okuyun. Güçlü olmak için okuyun. Bağınızı bahçenizi viran bırakmayın. Peygamberimiz’in yolundan ayrılmayın. Bildiklerini öğretenler unutmazlar. Asıl ölüm ilimden payını almayanlaradır. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir….” Şeyh Edebali.

Şey Edebali’nin içi buruktu. Neden buruk olmasın ki, 4 kıtada insanlara adalet dağıtan O Koca İmparatorluk tarumar olmuş. Geriye kalan torunları da birbirlerine düşmüşler. Artık kadir kıymet de bilinmez olmuş. Makam, mal-mülk sevdasına düşülmüş. Titrek sesle yaptığı nasihatlarının satır aralarından bu sıkıntıyı anlamak mümkün.

Camisiz minare


Tabii bu kadarla da kalmadı. Hemen solda bir minare var, o günlere ait. Camisi yıkılmış. Yalnızlaştırılmış sanki Şeyh Edebali. Biraz ötede Orhan Gazi Camii var. İçine girdik, namazımızı kıldık,  öğle ile ikindi namazını. Duvarlar badana yapılmış. O güzelim motiflerden eser kalmamış. Bu şekilde motiflere badanayla kapatılan bir cami görmek için gelmedik elbette Bilecik’e. Osmanlı’nın temelleri atılırken hangi süslemeler kullanılmış camilerde onların estetik anlayışını görmeye geldik. İbret alacaktık. Aldık(!).
Şeyh Edebali ve kızı Mal Hatun’un Türbesi sıradan bir türbe. Bakımlı sayılmaz. ‘Kimlerin torunları bugün Bilecik’te yaşayanlar acaba?’. Ertuğrul Gazi’nin ve Şeyh Edebali’nin torunları olmadıkları belli… diye sorduk birbirimize bakışlarımızla. Kaş -göz ve dudak işaretleriyle sorduk bu soruları. Konuşmak istemiyorduk.

Yıkık şerefeli minareler ve camiler

Karşıda iki tane minare var, şerefeleri yıkılmış, camileri de yok. Onu da sorduk oradaki görevlilere, ‘Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar tarafından yıkılmış.’ dediler. ‘Açıklayıcı bilgiler var mıdır orada, onların tarafından yıkıldığına dair?’ dedik, ‘hayır’ dediler. ‘Peki, kim bilecek o minarelerin ve cailerin Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar tarafından yıkıldığını?’ dedik. Omuzlarını silktiler. Ne yapabileceklerini yaptılar…Daha ne yapsınlar…

Diriliş Ertuğrul

Diriliş Ertuğrul dizisini canlandırdık hayalimizde, Bizans tekfurlarıyla yapılan savaşlar geldi gözümüzün önüne, Turgut Alp, Bamsı Alp, Doğan Alp ve Ertuğrul Bey bütün güçleriyle saldırıyorlardı Tekfurların üzerine. Haymana geldi, Halime Sultan, Deli Demir geldi aklımıza.  Şeyh Edebali ve kızı Rabia Mal Hatun Türbesi’nin bulunduğu tepede, onların hemen yanında dualar okuduk ufka bakarak, „Bu toraklar için yeni Ertuğrullar, Halime Sultanlar gerekiyor. Rabbim bu toprakları sahipsiz bırakma.“ Amin…

Osmanlı İmparatorluğu’nun Manevi Mimarı sen rahat uyu. Torunların bugün seni unutmuş gibi görünseler de onlar birgün gelip silkinecekler, dirilecekler ve mirasına sahip çıkacaklardır, temennisiyle ayrıldık şeyh Edebali’nin huzurundan.
Ve akşama Bursa’dayız.

Devam edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.