SAKIN GEÇ KALMA

ABONE OL
18:52 - 01/10/2020 18:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Erken gel, sözünü bir insan sevdiğine söyler, zamanı bekleyerek değilde onunla birlikte geçirmek, zamanını daha

iyi değerlendirmek ister. Gecikmeyi alışkanlık haline getiren birine söyleniyorsa uyarı anlamında söylenmiş olabilir. Türkülerimize kadar girdiğine göre gecikme, bekletme türk kültürüne ait olabilir.
Her konuda olduğu gibi genellemek haksızlık olur. Babam mezarında rahat edemez, her verilen vakitten onbeş dakika önce orada olurdu. Koşarak otobüse bindiğimizi hiç hatırlamıyorum.
Altmış yıllarında Erciş Yatılı Bölge Okulunda iken hiçbir törende bir devlet büyüğünün beklettiğini hatırlamıyorum.
Bu yakın yıllarda Didim’de Site Dernek toplantılarında hiç bekletilmedim. Vaktinde başlarlar, zira yönetimde emekli bir öğretmen, bir albay veya bir paşa vardır.
Cumhurbaşkanı iken Dr.Ahmet Necdet Sezer’in trafik lâmba yanış seyrine uyduğunu, vatandaşları ile birlikte kırmızı ışıkta arabayla beklediğini okumuştum.
O halde, biz türkler diye yazıya başlamak hatalı olurdu. Berlin’de birçok etkinlikte maalesef geç başlamak adet olmuş. Onbeş dakika, yarım saat gecikerek başlamaya türk halkı alışmış görünüyor.
Bir saat beklediğimiz bir sempozyum bana bu yazıyı yazdırdı. Zira artık iyice birikmişti. Bana köşemde yazmamı rica eden sevgili okurlarım, en iyi yazar okurları ile bizzat yüz yüze görüşen, onların sözlerine yer veren yazardır. Ben sizin çalınan zamanınızda bu yazıma hazırlandım. Gözlem ve duyduklarımı koridorda aklımda tutmaya çalıştım, çünkü ben emekliyim, artık boşa harcanacak vaktim yok. Masa masa dolaşıp şu sözleri dinledim:
– Neden hep Devlet Dış temsilciliklerinden davetli olanlar bizi bekletiyorlar?
– Hocahanım, şu basın ve medyadan arkadaşlara bakın, ağır fotoğraf makinelerini ne zorlukla taşıyorlar, buradan başka etkinliklere de gitmek zorundalar, yetişemiyecekler.
– Devleti temsil edenler, devlet büyüğü olduğuna göre onlar iyi örnek olmalıdır. Vaktinde gelmelidirler.
Bir alman atasözü şöyle der:
Pünktlichkeit ist die Höflichkeit der Könige –
Tam vaktinde gelmek, kralların nezaketini gösterir!
Yani kral bekleyen halkına saygısını, onlara değer verdiğini açıklamış olur. Katılımcılar, okurlarım konuşmalarına devam ediyorlar:
– Bir saatte eşimin ilâçlarını eczaneler kapanmadan alsaydım keşke. Bu gece ilacını alsaydı, daha iyi uyurdu.
– Hocahanım, bu gecikmelerden dolayı akşam saat sekizde başlayacak tiyatro, toplantı, panel, okuma veya felsefe akşamlarına gitmiyorum. Zamanında başlamıyorlar. Artık eve giderken gece saat yirmiiki yirmiüçte istasyon ve otobüs duraklarında beklemek Berlin gibi büyük şehirlerde tehlikeli oldu.
– Bu kadınlara hitap eden bir etkinlik olduğuna göre, bir Devlet temsilcisinin eşini bekliyoruz. Bireyin hakkına saygı göstermek eşlerin de görevi değil mi?
Almanya anayasası şöyle başlıyor Art.1 (1) GG:
Die Würde des Menschen ist unantastbar. Sie zu achten und zu schützen ist Verpflichtung aller staatlichen Gewalt.
İnsanın, bireyin onuruna dokunulmaz. Buna saygı göstermek ve korumak tüm gücünü, yetkisini kullanarak tamamen devletin sorumluluğundadır.
Vakit nakittir, diye atasözü olan bir halka yakıştırmakta oldukça güçlük çekiyorum. Birey hakkı, bireylerden çalınan zaman bazıları için önemli değil. Bir insana değer ve önem biçmek ünvan ve etikete bağlı. Bekletilen katılımcılara saygısızlıktır. Bir kişi yüzlerce, bazan binlerce kişiyi bekletiyor.
İnsanlık hali, herkes gecikebilir. Yolda bir engel çıkabilir. O halde bekleyenlerden özür dilenir. Hiç değilse toplantı başlayınca nedeni açıklanabilir. Daha doğrusu beklenmez, etkinlik zamanında o şahsiyet gelmeden başlatılır.
Bardağı taşıran son damla oldu bu etkinlik. Bir okurum şöyle devam ediyor:
– Kırk yıldır Berlin’de yaşıyorum. Haftada ortalama bir saat bekleterek zamanımı çalanlara yaz, ömrümden kaç saat çalmışlar, kendileri hesaplasınlar. Bekleme yerine dünyayı dolaşırdım. Emekliyim hâlâ gitmeye, katılmaya devam ediyorum. Artık burama geldi, dayanamıyorum. Almanlar özür diliyorlar hiç değilse, onlarda çok nadir olduğu halde. Aramızdaki almanlara bakın, nasıl sabırsız bekliyorlar. Durmadan davetiyelerine tekrar bakıyorlar. Yanlış gelip gelmediklerini kontrol ediyorlar.
     - Hocahanım, Berlin’lilere çağrı yapalım. Gecikme onbeş dakika geçince bir açıklama yapılmazsa, etkinliği hep beraber terk edelim.
Toplantı başlarken salonun kapısı geç açıldığından dolayı yer kapma hücumu vardı. Utanmadan iki adım arkadaki dostuna, tanıdığına yer ayırıyorlardı.. Ayıp ayıp, hanımlar diye sesler duyuyordum. Önden tam iki sıra büyüklere ayrılmıştı. Küçükler (!) arkada telaş içinde yer bulmaya çalışıyorlardı. Tüm toplantı boyunca ayakta kalan, yer bulamayanlar zamanında gelenlerdi.
 
Toplantı esnasında moderatörün konuları çabuk geçmesi, açılan zamanı kapatması gerekiyordu. Önden servis edilen çorba tadında üç ayrı konuda azar azar tadına baktık.
Sonunda katılımcıların yalnız çabuk çabuk soru sorması istendi, herkes yorulmuştu.
Emekli bir öğretmen şöyle itiraz ediyordu:
– Türkiye’den gelen konuşmacılar çok bildiklerinden olsa gerek, katılımcıların neler düşündüğüne hiç değer vermiyorlar. Halbuki konuşmacılar o kadar sık Berlin’e gelmiyorlar. Sizler de bizden birşeyler öğrenebilirsiniz. Ben yalnız soru sormak zorunda olmaya karşıyım. Kısa olmak şartıyla katılımcılar da tamamlama, açıklama yapabilmelidir.
Bu almanların yaptığı toplantılarda böyledir. Gerçekten hem alman hem türk katılımcılarından söz alanlara, çok kısa ve önemli, konuşmacıların değinmediği bir konuya değiniyorlar sözlerini duyuyorum. Almanlarda organize edenler teşekkür ediyor.
Toplantı biter bitmez, vakit kaybetmeden hemen kalktım. Çıkarken ne göreyim, salonun yarısı boşalmıştı. Her konuşmacının konusu ayrı ayrı bir günde yapılması gereken konferans niteliğinde, çok güzel, çok değerliydi. Buna rağmen salonu terkedenleri anlamakta zorlandım. Koridorda küme küme sohbet ediyorlardı. Ayakta kalanlara saygısızlıktır.
Dostlarınla başka bir yerde de buluşabilirsin. Sohbet için gelenler, lütfen başka toplantılara gelmeyin. Başkalarına, sempozyomu hazırlıyanlara saygı gösterilmelidir. Konuşmacılar çok etraflı hazırlanmışlardı. Sorun zaman ayarlaması, plânlamadaydı.
Ertesi günü başka bir toplantıda Berlin Eyaleti Kadın Senatörü bazı kadın derneklerinin kadınların gününde erkeklere ödül verdiğini söyledi. Clara Zetkin ne derdi, diye hâlâ soruyorum.
Birgün önce çıkarken bana şiir okuyan hanıma ödül verilmeliydi. Sana adresimi verdim, prensibim alıntı yapınca mutlaka isim yazarım. Şiirlerinden birini bana gönder. Elli yıllık emeğine, o nasırlı ellerine, böyle bir günde sana ödül verilmeliydi.
Bir başka yaşlı hanım toplantı dernek değil, devlet kokuyordu, dedi. Elbette olumludur. Devlet demek baba demektir. Babalar çocuklarını hep korurlar, onların haklarına, gelişmelerine saygı gösterirler, ellerinden gelen herşeyi yapmaya çalışırlar.
Bir türk rejisörü filminde devletin hakkı gibi, bireyin hakkının önemine vurgu yapmak istemişti.
Platon Devlet kitabını yazarken bireyin hakkına da devletin saygı göstermesi gerektiğini yazmıştı.
Bit televizyon yayınında moderatör yunanlılara parasal yardım yapılmalıdır. Onlar olmasaydı demokrasiyi öğrenemezdik, diyordu. Mükemmel bir demokraside haklara saygı karşılıklıdır. Bireyin devlete, devletin bireye ve bireylerin birbirlerine karşı sorumluluğu vardır.
Hem anavatanda hem babavatanda güvende olun, saygı görün ve gösteriniz. Neden beklediğini bilmiyenlere sabır diliyorum.
Sabırla kalın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 
 
 
Kaynak: http://dejure.org/gesetze/GG
 
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.