RÜZGAR YA DA GÜNEŞ POLİTİKASI

ABONE OL
11:55 - 23/10/2020 11:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Öyküyü bilirsiniz; rüzgâr ve güneş tartışmaya girişirler. İkisi de kendisinin ötekinden daha güçlü olduğunu iddia etmektedir. Tartışma sürerken yolda gitmekte olan bir adam görürler. “Kim adamın elbiselerini çıkarmayı başarırsa, güçlü olduğu kanıtlanmış olur.” derler.

Önce rüzgâr işe girişir, bütün gücüyle başlar esmeye. Yolda yürüyen adam üşür, paltosunun düğmelerini ilikler. Rüzgâr daha kuvvetli esmeye başlayınca atkısını boynuna dolar, şapkasını takar. Rüzgâr şiddetlendikçe adam iyice kapanır, sonunda bulduğu kuytu bir köşeye büzülür. Rüzgâr ne kadar uğraştıysa da adamın elbiselerini çıkaramaz; mahçup bir halde kenara çekilir.

Sıra güneşe gelir. Güneş kendinden emin bir şekilde ışığını adamın üstüne yöneltir, bütün sıcaklığını verir. Adam saklandığı yerden çıkar, yürümeye başlar. Güneşin verdiği sıcaklık adamın içini ısıtır, yüzü gülmeye başlar. Önce şapkasını, sonra atkısını çıkarır, ardından paltosunun düğmelerini açar.

Güneş coştukça coşmakta, rüzgâr ise şaşkınlık içinde onları izlemektedir. Güneş bütün enerjisiyle ısıtmaya devam eder; adam önce paltosunu, sonra ceketini, ardından gömleğini çıkarır. Adamın keyfi yerine gelmiştir, bir türkü tutturarak yoluna devam eder.

Alman politikacılarının bu ülkede yaşayan göçmenlere bunca yıldır yaklaşımı sizce neye benziyor, diye sorsam nasıl bir yanıt verirsiniz?.. Biliyorum, yanıtınız hazırdır… Yıllardır bazı politikacılar bir rüzgâr gibi, bir fırtına gibi, bazen de bir kasırga gibi üstümüze esmekte, bizleri yerden yere savurmaktadır. Sözümona bizleri entegre etmek için uğraşıp duruyorlar… (Eğer bu konuda ciddi olsalardı yetmişli yıllarda Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Heinz Kühn’ün hazırladığı değerli önerileri ta o zamanlar yürürlüğe koyarlardı. Bugün yaşadığımız bir çok sorunu tartışmaya bile gerek kalmazdı.)

Sen, göçmenlerin seçme ve seçilme hakkını yıllardır kabul etme; onun yerine vatandaşlarımızı temsil etmekten uzak ve bu yüzden göçmen seçmenlerin neredeyse % 90’ının, yapılan seçimlere katılmayarak protesto ettiği uyum meclisleri ile bizleri oyalamaya devam et, siyasi partilerde çalışmak ve ilerlemek isteyenlerin önünü kesmek için uğraş, çifte vatandaşlık talebimizi imza toplayarak engelle, çocuklarımızın anadillerini öğrenme hakkını kısıtla ya da ortadan kaldır, ev, iş ve çıraklık yeri ararken insanlara zorluk çıkar; yaşamın bir çok alanında ayrımcı bir tavır takın, yabancıları seçim malzemesi olarak kullan, yabancı düşmanlığına karşı gereken tavrı almaya yanaşma; şiddet yanlısı örgütleri kapatma; vatandaşın huzurunu kaçır, sonra da uyumdan söz et… Atalarımız, “Ne ekersen, onu biçersin” demişler.

Göç eden insan anavatanını terketmiş olmanın ezikliğini ve burukluğunu yaşamakta, geldiği ülkeye uyum sağlamakta zorluk çekmektedir. Göçmenlerin sırtladıkları yük oldukça ağırdır; yeni bir dil öğrenmek, ağır iş ve çalışma koşulları, sıla özlemi, çocuklarının geleceği, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, eşit haklardan mahrum bırakılmak ve dışlanmışlık duygusu…

Türlü zorluklarla boğuşan ve sorunlarına çözüm getirilmeyen göçmenler doğal olarak kendilerini bir türlü kabullenmeyen ve içine almayan Alman toplumundan uzaklaşacak, bu ülkenin dilini ve kültürünü benimsemeye yanaşmayacak ve bunlara tepki olarak kendi kabuğuna çekilecek; kendi kültürel değerlerine ve inançlarına daha sıkı sarılma ihtiyacı duyacaklardır. Bu yüzden ortaya çıkan sorunların acısını ise tüm toplum çekecektir. (İşte göçmen çocuklarının ve gençlerinin durumu…)

İnsanlar duygularıyla hareket ederler. Aynı dili değil ama aynı duyguyu paylaşan insanlar birbirleriyle daha iyi anlaşırlar. Örnek: Karşı cinsten iki insan önce birbirinin gönlünü kazanmaya çalışır. Sevgi, hoşgörü ve anlayış onları birbirine yakınlaştırır. Alınan ve verilen sıcaklık zamanla sevgiye, aşka dönüşür. Arkadaşlık, komşuluk ilişkileri de hoşgörü ve anlayış ister. Toplumlar da birbirleriyle kaynaşmak istiyorlarsa karşılıklı beklentilerini ve isteklerini gözönünde bulundurmalı, birbirlerinin gönlünü kazanmalıdır. Aksi halde bu beraberlik yürümez; ya da zoraki bir birlikteliktir söz konusu olan; sonucunun nereye varacağı bilinmez.

Evet, söylediğimiz gibi uyum sağlamak gönül işidir; duygu işidir; asla zorlamaya gelmez. Göçmenlerin bu topluma gerçekten uyum sağlaması isteniyorsa önce onların gönülleri kazanılmalı, Alman politikacıları ve kurumları uygulamalarıyla bunu somut olarak göstermelidir.

Vatandaşın üstüne rüzgâr gibi eserek, onları köşeye sıkıştırarak, demokratik istemlerine göz kapayıp, kulak tıkayarak bir yere varılamaz. Çoğunluk toplumu olarak Almanya, göçmenlerin hassasiyetlerine, dillerine, dinlerine ve kültürlerine saygılı olmalı, göçmenlere sevgiyle, saygıyla ve dostlukla yaklaşmalıdır.

Çoğunluk toplumundan gereken ilgi ve yakınlığı gören göçmenler elbette bu çabaları karşılıksız bırakmayacak; bu topluma ve onun değerlerine açık olacak, ülkenin dilini, kültürünü öğrenecek yeni vatanına daha çok sahip çıkacak ve sorumluluklarını yerine getireceklerdir. Aldıkları sevgiyi, geldikleri ülkelere de taşıyacaklar, bu ülkenin ekonomisine ve kültürel gelişmesine gereken katkıyı yapacaklardır.

Almanya’da yaşayan göçmenlerin ve biz Türklerin, 50 yıla yaklaşan göçmenlik hayatımızın geldiği noktada acilen güneş politikasına ihtiyacı vardır. Bu gereksinim her ortamda ve ısrarla sesli olarak dile getirilmeli; yanlış uygulamalar karşısında asla susulmamalıdır. Diyeceksiniz Almanya’da güneş var mı ki, göçmenlere güneş doğsun… Hani haksız da sayılmazsınız… Ama gene de umudumuzu yitirmeyelim.

Gün doğmadan neler doğar…

Bahattin Gemici

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.