ORUCU SULANDIRMAK VEYA HAYATI KORUMAK

ABONE OL
11:47 - 23/10/2020 11:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ORUCU SULANDIRMAK VEYA HAYATI KORUMAK

Prof. Dr. İlhami Güler, uzun günlerde orucun nasıl tutuılacağına dair açıklamada bulunmuş. Fetva vermiş. Ben de bu açıklamayı/fetvayı aynen iktibas ederek sizlerle paylaşmak istedim:

-Uzun-Sıcak Günlerde ve Ağır İş Kollarında Çalışanlararın Orucuna Yeni Bir Fetva-
Oruç emrinin, Namaz ve Hacc ibadetleri gibi, Allah’a karşı saygı, minnet, şükür, hamd, zikir, tesbih, tevekkül, tezellül, tevazu, dua…ifadesi değil; sabahtan akşama kadar aç-susuz ve cimasız kalarak kendini/nefsini(içgüdülerini) kontrol altına alarak ahlaki karakterini geliştirmek ve rehabilite etmek ve belki bir de yoksun kalarak yoksulların durumunu empati ile anlamaktır.

Arabistan’da gün, yıl boyunca en uzunu 12 saati geçmeyen bir haldedir. Kışın daha kısadır. Hz. Muhammed’in hayatında en fazla dokuz saat oruç tuttuğu rivayet edilir(Ramazan ayları bahara denk gelmiş). Kur’an ihtiyarlık, hastalık ve yolculuk durumlarında “meşakkat” tan dolayı oruç tutmamayı önermektedir. Günümüzde ekvatordan kuzeye gidildikçe yazları 12 saatten 22 saate kadar gün uzamaktadır. Ayrıca günümüzde yaz mevsiminde(dört ay) Arabistan’da yazın yapılan bir yaya yolculuğunun doğurduğu “meşakket/zorluk” a denk ve hatta daha fazla zorluk doğuran iş kolları mevcuttur(Tarım, inşaat, sanayi, bazı hizmet sektörleri…). Kas gücü ile çalışarak gün boyunca terleme yolu ile su, tuz ve enerji kaybederek vücudun normal sağlığını kaybedebileceği durumlar oluşabilmektedir. Böyle durumlarda geleneksel, hazır fetva şablonu hazırdır: “Zorlanıyorsa/dayanamıyorsa tutmaz.” Yalnız, günün 12 saati geçtiği coğrafyanın genişliği ve işin daimiliği ve yaz mevsiminin uzunluğu dikkate alınırsa; bu durumların, sefer ve hastalık gibi “arizi” durumlar olmadığından dolayı, öyle geçiştirilecek cevaplar verilemez. Benim kanaatim, üyelerinden biri doktor, biri diyetisyen ve bir de ilahiyatçının bulunacağı bir komisyon, Ramazanda oruç tutmak, hangi iş kollarında vücudu/böbrekleri tehlikeye sokacak su ve tuz kaybının olduğunu ve kaç saatten sonra susuzluğun vücuda tehlikeli olmaya başladığını tespit etmeleri gerekir. Bu fetvayı, akşama kadar Kılima’lı odalarda oturan Müftüler ve Vaizler veremez. Hatta bu fetvaya/içtihada ilahiyatçıları hiç karıştırmamalı. Çünkü onlar, Tanrıya yalakalık yapmak için, haksızlık yaparak “taraf” tutarlar.

Bu durumlarda bulunanlar, birer arızi durum olan hasta ve seferilere verilen ruhsatlar olan oruç tutmayarak fidye verebilecekleri, tutmadıkları günler karşılığında kışın veya çalışmadığı günler oruç tutma yerine(2/184); “on bir ayın sultanı” Ramazanın sevincinden/coşkusundan mahrum kalmadan  vücuda zorunlu/gerekli su takviyesi yapılarak da oruca devam edilebilir. Yani, böylesine zorunlu/dayanılmaz durumlarda su içmek orucu bozmaz. Tanrının amacı, oruç tutturmak ile insanları “zora koşup” dayanma sınırlarını zorlayarak, hatırı için insanların buna katlanmasından/katlanma katsayısının yüksekliğinden “hoşnut/razı” olmak değildir. Böylesine “sadist” karakterli bir Tanrı olamaz. Bazıları, ibadetler ne kadar zor olursa, o kadar mükâfatının çok olacağına inanır. Bu inancın İslamî bir temeli yoktur. Zorluğa, savaşta(cihad) ve infakta(cimriliği aşarak) katlanmak sevaptır.  Hasta ve yolculara ruhsat tanıyan Allah, bunun gerekçesini: “Allah, sizin için kolaylık diler; zorluk değil.”(2/185) şeklinde açıklamaktadır. Genel olarak da: “Allah, din konusunda sizin için zorluk istemez.”(22/78) ve” …Allah, insana gücünün kaldıramayacağı şeyi yüklemez.”(2/286) diye buyurmuştur. Peygamberimiz de ibadetler bahsinde: “Kolaylaştırın; zorlaştırmayın” diye buyurmuştur. Kur’an’ın bu tutumu, “Mecelle” ye şöyle yansımıştır:

“Bir iş zorlandığında/darlandığında, kolaylaştırılması gerekir.”; “Meşakkat, kolaylığı celbeder.”

İbadetlerdeki eksiklik veya hataların Allah indindeki değerinin ne olduğu, önemli bir problemdir. Diyelim ki bir hata yaptık veya eksik bıraktık, bu durum, bir camın çatlaması veya kırılması gibi, bütünü iptal/değersiz kılan “küllî” bir şey midir? Yoksa çürüyen meyvenin çürüğünün dışındaki bölümün yenilmesi gibi, “cüzî” bir şey midir? “Hatalarınızdan dolayı herhangi bir sorumluluk yoktur”(33/5) ayeti, kötülüğe/ahlaksızlığa yönelik  kasdi/niyetsel olmayan hataların günah olmadığını ortaya koyar. Abdest ibadetinde “ Mesh ve Teyemmüm”(4/43,5/6), suyun bulunmadığı, mecburiyet durumlarında “sembolik” olarak başka eylemler ile ikame yoluna gidildiğini gösterir. Zorunda kalındığında “İstismar etmeksizin, zaruret ölçüsünde”(2/173,6/145,16/115) haram kılınmış şeylerin yenilmesine müsaade edilmesi de, konumuza ışık tutmaktadır. Bizim durumumuzda zorunda kalındığında içilen, Allah’ın en helal nimeti olan sudur. “Bütünü elde edilmeyenin cüz’ü terkedilmez” Mecelle kuralı da mantıken doğrudur. O halde, Ramazan ayında “oruç” ibadetini yerine getiren bir kişi, bu ibadetin oluşturucu unsurlarından “yememe” ve “cinsel birleşmeme” parçalarını ikame ettiği halde; “içmeme” parçasını, “zaruret” ten dolayı yerine getiremediği takdirde “senin ibadetin bozuldu, iptal oldu, kabul olunmadı…vs “ demek, anlamsızdır. Klasik ulema, orucu bozan fiili unsurlar ve imsak vaktinin tayinine  haddinden fazla yoğunlaşarak Ramazan ayında oruç ile başlatılmak istenene “Ahlak Kampanyası” ve Kur’an’ı daha fazla okuma, anlama ve düşünme –bu ayda indirilmeye başlandığı için- mevsimi/festivali oluşu hakikatı, gözden kaçırıldı. Böylece Ramazan ayı, katlanılan bir açlık-susuzluk ve akabinde “hurraaa” her şeye dalış(iftar) ve daha sonra da “Ramazan Eğlencesi”ne dönüştü.
Orucu, “imsak” zamanına bağlı olarak veya “orucu bozan şeyler” saplantısı ile tartışanlar, Allah’ın dakika hesabı yaptığını sanarak “hayız-nifas uleması”na veya Hz. Musa’nın vaktiyle Yahudilere: “Allah, sizden bir sığır kesmenizi istiyor.” dediğinde, Yahudilerin ipe un sererek: “erkek mi-dişimi?, küçük mü- büyük mü?, sarım-siyah mi?…” sorularla ciddiyetsizliklerini ortaya koymalarına(2/67-71) benzemektedir.

Bizim fetvamızı kabul etmeyenler, hemen klasik şablona/ezbere/kaideye başvurarak: “vücuttan çıkan orucu bozmaz; ancak, vücuda giren orucu bozar” diyeceklerdir. İbadetlerin amaçlarının/ gayelerinin/ hikmetlerinin agnostik bir tutumla bilinemiyeceğne(tavakkufi/taabbudi) inanalar, böyle bir iddiada bulunabilirler. Ancak, buna inanmayanlar –ben onlardanım-, “vücuda girme” şartından öte; girenin “ne” olduğu? ve “niçin” girdiğine? bakarlar. Orucunu herkes ile birlikte tutup, herkes ile birlikte “iftar”ın heyecanını/sevincini yaşamak istemelerine rağmen, ancak daimi-değişmez bir mazereti olan insanlara: “ sen, orucunu boz veya tutma, sonra  tek başına kaza edersin” demek doğru değildir. Bu, insanı ahlaki amaçlı vaz edilmiş bir aylık bir “mevsim”in psikolojik atmosferinden koparıp, başka günlerde tek başına “borç ödeme” ye mahkum etmek, ne kadar doğru bir şeydir?

Bu fetvaya hemen “orucu sulandırmak” iddiası ile karşı çıkılacaktır. Evet, Allah’ın rahmeti olan su ile oruçluya merhamet ediyoruz; insanın hayatını korumanın, onun hayatının bir bölümünün de olsa “katlanımaz/dayanılmaz” hale dönüşmesinin, oruç tutmaktan önce geldiğini iddia ediyoruz. Geçmiş Ulema, boşuna “İlmu’l-ebdan, kable ilmi’l-edyan=Beden bilimi/tıbb, din bilimden/teolojiden önce gelir” dememişlerdir. Rahmet, Allah’ın fiil sıfatlarıdır. Orucun farz kılındığı tarihi şartlarda Allah, seferilik/yolculuktan doğan zorluk karşısında gerekli rahmeti gösterip gerekli ruhsatları vermiş. Biz de, İslam’ın yayıldığı coğrafyada  günlerin uzamasından doğan sorunu ve “seferi” mazeretine benzer, denk ve hatta onu aşan yeni mazeretlerin ortaya çıktığını görerek ona göre kıyas yapıp hüküm veriyoruz, ne var bunda? Bir saatlık uçak “seferiliğini”,-90 km’yi geçtiği gerekçesi ile-  Arabistan çölünde, yaya  veya deve sırtında, 40-50 derece sıcaklıktaki yolculuğun doğurduğu “meşakket” ile aynılaştırarak oruç bozma opurtinizmine sapan açık gözlüler, bunu kendilerine “ruhsat” veya “kolaylık” olarak kabul ederken; -daha doğrusu Tanrıyı kandırmaya çalışırken-;  18-20 saat oruç tuttuğu veya yazın sıcakta ağır iş kollarında çalışmaktan dolayı aşırı derecede su-tuz kaybedip sağlığı tehlikeye girenlere “su takviyesi” fetvasına burun kıvırmaları anlaşılır değildir.

Bu tarz düşünenler, susuzluk ile açlığı birbirine karıştırmaktadırlar. “Ne yani, midemiz kazınınca da, yemek mi takviye edelim?” diye alay ederler. Oysa, açlığa vücudun dayanma kapasitesi ile susuzluğa dayanma kapasitesinin tamamen ayrı olduğu bilinmektedir. Susuzluk, sadece tükürük bezlerinin bile tükürük salgılayamamasının doğurduğu dayanılmazlık ve ızdıraptan öte, böbrekler başta olmak üzere iç organlarda işlev kayıplarına sebebiyet verebilmektedir. “Tutamıyorsa tutmaz; kışın tutar veya fidye verir” fetvası hemen hazırdır. Ben de, bunları yapabileceği gibi; başka bir alternatif olarak da, Ramazan-iftar coşkusundan ayrı kalmamak ve tek başına borç/keffaret/kaza ödemenin zorluğuna katlanmamak için,  “sadece yeteri kadar”(2/173,6/145,16/115) su takviyeli olarak oruca devam etmenin –niyete bağlı olarak- meşru ve mümkün olduğunu söylüyorum. Kastım kana kana içip kendinden geçmek değildir. “İbadetler irrasyonel (taabbudî-tavakkufî)dir.” demeyenler, benim fetvamın/içtihadımın makul ve meşru olmayan gerekçelerini söylesinler; ben de: “yanılmışım” diyeyim. İlhami Güler

Rüştü Kam

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.